🔴 Uzmanlara göre iktidar, aile kavramını dini ve geleneksel çerçevede öne çıkarıp “kültürel hegemonya” alanında güçlenmeye ve toplumu tektipleştirmeye çabalıyor.
Deutsche Welle’den Pelin Ünker’in haberi:
Kültürel hegemonyanın inşası
Öte yandan geleneksel değerleri ve aileyi koruma vurgusu içeren bu politikanın, bireysel hak ve özgürlükleri geri plana ittiği eleştirileri var. İktidarın bu gibi girişimlerinin toplumu kontrol etme amacı güttüğü de tartışmanın bir başka yönü.
Uzmanlara göre iktidar, aile kavramını dini ve geleneksel çerçevede öne çıkararak “kültürel hegemonya” alanında da güçlenmek ve toplumu tek tip hale getirmek istiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Aile Yılı Tanıtım Programındaki konuşmasında, “LGBT’nin cinsiyetsizleştirme politikalarının aileyi hedef aldığını” savundu ve bu politikalara tepki göstermeye devam edeceklerini söyledi. Erdoğan, “Dijital platformlarda yer bulan diziler, yayınlar, pek çok içerik kültür erozyonuna sebep oluyor. Bilinçli servis edilen içerikler LGBT’nin alan kazanmasına yol açıyor” dedi.
Sivil toplum örgütleri ise aile kavramının bu denli politize edilmesinin toplumdaki çeşitliliği ve bireylerin özgür tercihlerine saygıyı gölgeleyebileceğine dikkat çekiyor.
“Amaç kadını dini referanslar içine hapsetmek”
DW Türkçe’ye konuşan kadın hakları savunucusu Avukat Selin Nakıpoğlu 2024’ün son haftasında yayımlanan Aile Statüsü Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin, “şeriatçı aile hukuku”nu kadınlara benimsetme çabalarının bir parçası olduğunu savunuyor.
Bu tür politikaların kadının birey olma hakkını yok saydığını ve onu dini referanslarla “aile” kavramı içine hapsetmeyi amaçladığını dile getiren Nakıpoğlu, “Aile yılı demek, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yeniden üretmek, kadına ve çocuklara yönelik erkek şiddetini örtbas etmek demektir” ifadelerini kullanıyor.
Nakıpoğlu’na göre Aile Yılı kararı, iktidar açısından herhangi bir paradigma değişikliği içermiyor. “Bu esasen malumun ilamı” diyen Nakıpoğlu, bu süreçte kadının aile içindeki toplumsal cinsiyet rollerine uygun olarak “anne” ve “eş” kimliklerini sürdürmesine odaklanan politikaların yoğunlaşacağını öngörüyor. Bu tür politikaların, kadına yönelik ücretli ve ücretsiz emek sömürüsünü artıracağı ve kadının hem ev içinde hem de toplumsal alandaki ikincil konumunu pekiştireceğini sözlerine ekliyor.
Aile Yılı söyleminin, 23 yıldır devam eden bir politikanın parçası olduğunu vurgulayan Nakıpoğlu’na göre, 2025 yılında bu söyleme daha fazla ihtiyaç duyulmasının sebebi derinleşen ekonomik kriz.
Selin Nakıpoğlu, “Hiç olmadığı kadar ağır bir yoksulluk içindeyiz. İktidarın esas meseleden uzaklaştıracak, toplumsal tutkal görevi görecek başlıklara ihtiyacı var. Oysa tek başlık, iktidar eliyle yaratılan ağır yoksulluk” diyor.
“Kadın cinayetlerini önleme yılı olmalıydı”
DW Türkçe’ye konuşan Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü, Aile Yılı kararının kadın cinayetleri, şiddet, yoksulluk ve işsizlik gibi kronikleşmiş sorunlar karşısında alınan yanlış bir öncelik olduğunu dile getirerek, “2025’in Aile Yılı değil, Kadın Cinayetlerini Önleme Yılı ilan edilmesi gerekirdi. Böyle bir karar, kadınlar için güven veren bir adım olurdu” diyor.
Azalan doğum oranlarının nedenini ekonomik koşulların kötüleşmesi ve geleceğe dair hukuki ve yaşamsal güvensizlik olarak açıklayan Güllü, “Kadınlar öncelikle yaşam hakkını istiyor. 2024 yılında 421 kadının öldürüldüğü bir ülkede, önceliğin kadının yaşam hakkını korumak olması gerekirken, kadınları yalnızca doğum yapmaya teşvik etmek büyük bir hata” diyor.
Kadınların yaşam koşullarını iyileştirmek yerine yalnızca maddi teşviklerle doğum oranını artırma çabasını eleştiren Güllü, “Her çocuk için 1000 TL ya da düğün parası adı altında 150.000 TL gibi ekonomik teşvikler, gerçeklerden uzak ve yetersizdir. Kadınları ve aileleri güçlendirecek kapsamlı politikalar olmadan bu tür teşvikler insanlarda korku ve güvensizlik yaratıyor” ifadelerini kullanıyor.
“Kadını koruyamazsanız aileyi güçlendiremezsiniz”
Güllü, mevcut iktidarın kadını koruyacak ve güçlendirecek politikalar üretmekte yetersiz kaldığını belirtiyor. Kreş ve yaşlı bakımı gibi alanlarda gerekli desteklerin sağlanmaması, 4+4+4 eğitim sistemi gibi engellerin erken yaşta evliliklere neden olması ve kadınların çalışma hayatından dışlanması gibi sorunların göz ardı edildiğini ifade ediyor. Ayrıca, kadınların işyerlerinde, evlerinde ve sokaklarda maruz kaldığı şiddet karşısında yeterli önlemlerin alınmamasının, aileyi koruma çabalarını zayıflattığını vurguluyor.
Sahadan uzak, kadınların gerçek ihtiyaçlarına duyarsız bir politika yürütüldüğünü düşünen Güllü, Türkiye’nin kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda somut adımlar atması gerektiği belirterek yetkililere çağrı yapıyor:
“Biz çözüm öneriyoruz, ancak sesimiz duyulmuyor. Kadınları koruyamayan bir sistemin, aileyi güçlendirmesi mümkün değil.”
Doğurganlık hızı 2013’ten sonra nasıl azaldı?
Türkiye’nin nüfus artışını teşvik etmeye yönelik politikaları, şimdiye dek beklentilerin altında sonuçlar verdi.
Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü öğretim üyesi Prof. Dr. İsmet Koç, Türkiye’nin 1965-2008 yılları arasında antinatalist politikalar (nüfus artış hızını azaltmaya yönelik) izlediğini, 2008-2012 döneminde ise “en az üç çocuk” söylemiyle örtük pronatalist (nüfus artış hızını artırmaya yönelik hızlandırıcı politikalar) bir döneme geçtiğini ifade ediyor. 2013’ten itibaren ise açık pronatalist politikaların hayata geçirildiğini belirtiyor.
Koç, 2013’te başlatılan “Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Öncelikli Dönüşüm Programı” kapsamında toplam doğurganlık hızının ikame seviyesi olan 2,1’in üzerine çıkarılmasının hedeflendiğini, ancak bu oranın 2023 yılında 1,51 seviyesine düştüğünü dile getiriyor.
İsmet Koç, “Doğurganlık hızında meydana gelen bu hızlı azalma, program ile getirilen maddi teşviklerin, kreş imkanlarının ve annelere yarı zamanlı çalışma hakkı verilmesi gibi gibi tedbirlerin yetersiz kalması ile ilişkili” diyor.
Profesör Koç, bu nedenle, bu programın hedeflerine ulaşması için bazı ek tedbirler alındığına dikkat çekiyor.
Peki genç nüfusun artışı için sunulan ek tedbirler yeterli mi?
Yeni teşvikler yeterli mi?
2024 yılı için Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması’nın yapılmasının planlandığını aktaran Koç, ardından Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bünyesinde “Nüfus Politikaları Daire Başkanlığı” ile “Aile Enstitüsü” gibi yeni yapıların kurulduğunu, Aile Yılı ilanının da bu kapsamda olduğu belirtiyor.
Koç, 13 Ocak 2025 tarihinde yapılan toplantıda, evlenecek gençlere iki yıl geri ödemesiz ve faizsiz 150.000 TL kredi verilmesi, ilk doğumda 5.000 TL nakdi yardım sağlanması, çocuklar için düzenli maddi desteklerin sunulması ve ücretsiz kreş imkanlarının artırılması gibi yeni politikaların açıklandığını ifade ederek ekliyor: “Ancak, bu politikaların önceki politikalara göre güçlü yönleri olmasına karşın özellikle esnek çalışma modellerinin ve kreş uygulamalarının ayrıntılarına ilişkin henüz net bir politika formülasyonu yok.”
Fransa ile Türkiye karşılaştırması
İsmet Koç’a göre, Türkiye’deki tedbirler, Avrupa’da doğurganlık oranını artırmayı başaran Fransa’daki politikalarla karşılaştırıldığında her alanda daha zayıf politika ve stratejileri içeren bir tedbirler bütünü olduğu görülüyor. Koç’un verdiği bilgiye göre Fransa, 1,72 ile Avrupa ülkeleri arasında en yüksek doğurganlık hızına sahip ülke.
Fransa’da aile politikalarına ayrılan bütçenin GSYH’nin yüzde 3,72’sini oluşturduğunu söyleyen Koç, Türkiye’de ise bu oranın yüzde 1’in altında kaldığını belirtiyor.
Türkiye, zenginleşmeden demografik dönüşüm sürecini tamamladığından aile politikaları için ayırdığı kaynağın oldukça düşük olduğunu vurgulayan Koç, Fransa’daki uzun süreli annelik ve babalık izinleri, devlet destekli gündüz bakım evleri ve çocuk bakım ürünlerinin ücretsiz sağlanması gibi uygulamalara dikkat çekerek Türkiye’de bu alanda önemli bir adım atılmadığını söylüyor.
“Eşitlikçi sosyal yapı ayağı yok”
Ayrıca, Fransa’da işsizlik yardımı, konut desteği, gelir desteği, vergi indirimi ve üremeye yardımcı tekniklerin kullanımının ücretsiz ya da devlet destekli hale getirilmesi gibi sosyo-ekonomik ve sağlık belirsizliklerini ortadan kaldıramaya yönelik çok ciddi tedbirler alındığını belirten Koç, Türkiye’de özellikle gelir ve istihdam güvencesi gibi alanlarda doğurganlık kararını etkileyen çok ciddi belirsizlikler olduğuna işaret ediyor.
Bunlara ek olarak, Fransa’nın eşitlikçi bir sosyal yapı oluşturmaya yönelik politikalarına karşın Türkiye’de özellikle ev içi iş bölümü oluşturmaya yönelik politikaların oldukça zayıf kaldığını vurgulayan Koç, Türkiye’nin de planlanan etkiyi oluşturabilmesi için politika ve stratejilerle Fransa’ya benzer bir yaklaşım benimsemesi gerektiğini vurguluyor.
Koç, “Ağırlıklı olarak maddi desteklere dayalı olarak uygulanan politikalar yoluyla doğurganlık hızında planlanan doğumların öne alınması yoluyla geçici bir artış sağlanabilir ancak bu artışın kalıcı olması mümkün değil” diyor.