Yeni Özgür Politika’dan Mıheme Porgebol’un haberi:
Silivri 9 No’lu F Tipi Cezaevi’nde tutulan 50 yaşındaki 31 yıllık hasta tutsak Soydan Akay’ın tahliyesi iki kezdir erteleniyor. Annesi, “Ben çocuklarımı ‘doğru duvar yıkılmaz’ diyerek yetiştirdim. Soydan da doğru durdu, sağlam bir duvar gibi. Ben oğlumun mücadelesinin arkasında nasıl durmayayım?” diye sordu.
Akay, 1993’te “PKK Ege Bölge Sorumlusu” olduğu iddiasıyla İzmir’de tutuklandı. Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafından yapılan yargılamalarda, Akay’a müebbet hapis cezası verildi. 31 yıldır cezaevinde bulunan Akay, bugüne kadar sırasıyla İzmir, Aydın, Nazilli, Kırıklar, Sêrt, Amed, Maltepe ve Silivri’deki cezaevlerinde tutuldu.Türkiye’nin infaz hukukuna göre 36 yıllık hapis cezasının 30 yılını dolduran mahpuslar koşullu salıverilme hakkını elde ediyor. Soydan Akay da 30 yılını geçtiğimiz Ağustos’ta doldurdu fakat tahliye edilmedi. Tutsaklığının son 5 yılını başka hiçbir tutsakla görüşemeyeceği şekilde, tek kişilik hücrede, avukat görüşmeleri dahil her anı kameralarla gözetim altında geçiren Akay’ın tahliyesi, 11 Ağustos 2023 tarihli İdare ve Gözlem raporu kararıyla mahkumiyetine esas oluşturan PKK’den ayrılmadığı gerekçesi öne sürülerek engellendi. Hukuka aykırı bir şekilde 6 ay daha tutsaklık yaşatılan Akay’ın, 11 Şubat 2024’te tahliye edilmesi bekleniyordu, çünkü her anı gözetim altında tutulan ve kendisine biçilen hükmü dolduran, üstelik tahliyesi zaten daha önce ertelenen bir tutsağın içeride tutulmasının hiçbir gerekçesi yoktu. Akay’ın tahliyesi, 6 aylık hukuksuz ertelemeden sonra aynı İdare ve Gözlem Kurulu’nun aynı kararı yalnızca tarihini değiştirerek tekrar imzalamasıyla bir kez daha engellendi.
Hukuka aykırı ve tutarsız
İdare ve Gözlem Kurulu’nun engellemeye dair verdiği kararın gerekçesi ise ‘mahkumiyete esas oluşturan örgütten ayrılmama’ oldu. Keyfiyetin yanı sıra tutarsızlıklarla dolu bu karara ilişkin gazetemize bilgi veren Akay’ın avukatı Esra Bilen, mevcut durumu şu ifadelerle özetledi: “Karar, hukuka aykırı olmasının yanı sıra hayatın olağan akışına da aykırıdır. Zira 5 yıldır avukat görüşmeleri dahi kamera ile kayıt altına alınarak izlenen ve yine 5 yıldır tekli hücrede tutulan, cezaevinde başka hiçbir mahpusla görüştürülmeyen bir mahpusun örgütle bağının olduğu iddiası devlet egemenliği altında bulunan bir cezaevinin güvenlik açığı olması dışında hiçbir şekilde açıklanamayacak bir durumdur. Böylesi bir durumda da tüm cezaevi idaresi hakkında soruşturma açılması gerektirmektedir.”
Akay, kurumları paniğe düşürmüş
Bilen, İdare ve Gözlem Kurulu’nun haklar bağlamından uzak hareket ederek 30 yıllık infazını tamamlamış bir tutsağın özgürlük hakkını gerçek dışı iddialarla elinden almaya çalıştığını söyledi. Bilen, hukuksuzlukları şöyle sıraladı:
* Anayasal hak olan haberleşme hakkını kullanarak başka mahpuslarla yazışmasının “örgüt üyeliğinden hüküm giyen hükümlüler ile mektuplaşıyor” denilerek kriminalize edilmeye çalışılması.
* Cezaevi denetiminden geçirilerek kendisine verilen kitapların infaz ertelemeye gerekçe gösterilmesi.
* Hakkında henüz kesinleşen bir mahkumiyet kararı olmamasına rağmen hakkında örgüt üyeliğinden kovuşturma yürütülen vasisinin kriminalize edilmeye çalışılarak bunun Soydan Akay’ın infazının ertelenmesine gerekçe yapılması.
* Hukukun somut normlarından uzaklaşılarak verilen güvenlikçi bir el koyma kararının gerekçe gösterilmesi.
* Gerçekliği olmayan istihbari bilginin kopyala-yapıştır yapılarak infaz erteleme kararına gerekçe yapılması.
Soydan Akay’ın annesi Leyla Akay
Onursuzluğu kabul etmeyeceğiz
Soydan Akay’ın avukatları, arkadaşları ve ailesi onu karşılamanın hazırlıklarını yapıyordu. İlkin, tutsaklıkla geçen 30 yıllık zaman içerisinde yaşamını yitiren aile fertleri ve arkadaşların mezarları ziyaret edilecekti. Ardından, kitap ve yazılarına konu ettiği, büyük bir özlemle her gün kavgasını verdiği ülkesini doyasıya gezecekti. Hatta Soydan, son görüş öncesi annesine “Ben seni sağlam görmek istiyorum. Nasıl olsa ben geliyorum, sen gelme görüşe” demişti.
82 yaşındaki Leyla Akay’ın birçok hastalığı da var. Aldığı bu haberden sonra yaşadığı üzüntüden ve içerisine girdiği beklentinin karşılanmamasından ötürü önce bir saat kadar sustu ve hiçbir şey demedi. Daha sonra rahatsızlandı, çarpıntıları başladı ve doktora götürüldü. Tedavisinin ardından şunları söyledi: “Oğlum asla suçlu değildir. Suçlu, 100 senedir Kürt sorununu çözmeyip oğlumu da 30 yıldır zindanda tutan bu sistemdir. Bu da yetmiyormuş gibi oğlumu 6 yıldır tek kişilik bir hücrede tutuyorlar. Bu başlı başına bir işkencedir. Oğlumun bütün dünyayla bağlarını kopardılar. Oğluma zindan içinde zindan yaşatıyorlar. Oğlumun tahliyesini ikinci kez erteleyenler bilsinler ki; ne oğluma diz çöktürebilecekler ne de ailesine. Ne ben ne de ailemizden başka hiç kimse bu onursuzluğu kabul eder. Nasıl ki oğlum 30 senedir onurunu koruyarak dimdik duruyor ve er ya da geç onuruyla çıkacaksa bizler de bu onurlu duruşun arkasında, peşinde olacağız. Bütün bir aile olarak hepimiz bu onura sahip çıkacağız.”
30 yıl daha olsa çekeriz
Anne hastaneden eve getirildikten sonra yaptığımız görüşmede de şunları dile getirdi: “Biz 31 yıl boyunca zulüm çektik. Oğlum içeride çekti, biz de dışarıda çektik bu zulmü. Bu kolay değildi ama bir 30 yıl daha olsa yine çekeriz. Hiç gam yemeden yolumuza devam ederiz. İsterlerse çocuğumu bıraksınlar isterlerse de bırakmasınlar. Ne yapalım? Artık bıçak gelmiş kemiğe dayanmış, doğru bildiğimiz yoldan döneceğimizi mi sanıyorlar? Varsın içeride tutsunlar. Bir o kadar daha tutsalar yine de pes etmeyeceğiz. Ben oğlumun mücadelesiyle çok gururluyum. İçim çok rahat, çünkü oğlum yanlış hiçbir şey yapmadı. Oğlum bu topraklarda yaşayan herkesin hakkını savundu.”
Doğru duvar yıkılmaz, Soydan da doğru durdu
Devletin, aslında aileleri de cezalandırmak, acı çektirmek istediğini belirten Leyla Ana, şöyle devam etti: “Olsun, biz pes etmiyoruz. Ben çocuklarımı ‘doğru duvar yıkılmaz’ diyerek yetiştirdim. Soydan da doğru durdu, sağlam bir duvar gibi. Bu yola mazlum insanların haklarını savunmak için baş koydu. Ben oğlumun mücadelesinin arkasında nasıl durmayayım? Daha gençliğinde köye geldiğinde ‘sen bu kadar hayvan besliyorsun ama toplumda birçok fakir insan var’ diyordu bana. Ben de ‘insanlar çalışsın, onların da hayvanı olsun’ diyordum ama bana ‘insanların topraklarına, malına ağalar el koymuş. İnsanlardan dilencilik yapmaları isteniyor. Biz insanlarımıza yapılan bu hakareti kabul etmiyoruz’ diyordu. Onun mücadelesi sadece devlete karşı değil, ağalara da karşıydı. Garibanın hakkını savunuyordu. Bir ağanın on köye hükmetmesine karşı çıktı benim oğlum. Ben nasıl savunmayayım oğlumu ve arkadaşlarını. İşte ben bunları düşününce hiç gam yemiyorum. Başımız dik.”