Deutsche Welle’den Lucia Schulten yazdı:
Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’e yönelik saldırısının ardından Avrupa Birliği (AB) ve üye ülkelerin ilk tepkileri netti, “en sert ifadelerle” saldırıyı kınadılar. AB, İsrail ile dayanışma içinde olduğunu ifade etti ve “uluslararası hukuka uygun olarak bu tür şiddet içeren ve ayrım gözetmeyen saldırılara karşı kendini savunma” hakkını tanıdığını vurguladı.
Temel ilke bugüne kadar değişmedi: AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in sözcüsü Peter Stano, AB’nin terörizme karşı kendini savunma hakkı konusunda İsrail’i desteklemeye devam ettiğini söyledi. Stano DW’ye yaptığı açıklamada, AB’nin İsrailli ortaklarına Gazze’deki savaşın insani sonuçlarını göz önünde bulundurmaları çağrısında bulunmaya devam ettiğini de vurguladı.
İsrail verilerine göre, Hamas’ın düzenlediği saldırıda yaklaşık bin 200 kişi öldü, 250’den fazla kişi de rehin alındı. İsrail ordusunun Gazze Şeridi’ne havadan ve karadan düzenlediği saldırılarda ise Filistinliler tarafından verilen bilgilere göre 41 binden fazla kişi hayatını kaybetti.
AB’nin İsrail’e desteğinde çatlak
Düşünce kuruluşu Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nde (ECFR) Ortadoğu uzmanı Hugh Lovatt, Avrupa Birliği’nin, saldırının hemen ardından İsrail’e “eşi benzeri görülmemiş bir destek” verdiğini, ancak kısa süre sonra ilk çatlak seslerin çıkmaya başladığını hatırlatıyor.
Özellikle uzun süreli bir ateşkesten mi yoksa aralıklı birkaç geçici ateşkesten yana mı tavır alınacağı konusunda görüş ayrılıkları yaşandı. Almanya ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkeler, ateşkes çağrısının İsrail’in meşru müdafaa hakkına aykırı olacağını savundu. Aksini savunan İrlanda ve İspanya gibi ülkeleri ilk başta ikna ettiler. Ancak Ekim 2023’teki bir toplantıda Avrupalı devlet ve hükümet başkanları, insani koridorlar açılması ve yardımların mağdurlara ulaşması için geçici ateşkes çağrısında bulundu.
Mart 2024’te ise “Kalıcı bir ateşkesin ön koşulu olarak çatışmalara acil insani ara” gündeme geldi. Devlet ve hükümet başkanları rehinelerin serbest bırakılması çağrısı yaparken, Gazze Şeridi’ndeki insani durumdan duyulan endişe de dile getirildi.
Haziran ayında ise “kabul edilemez sayıda sivil kayıp” olduğunu belirten Avrupa Konseyi, her iki tarafı da “sivil nüfusu korumak için mümkün olan her şeyi yapmaya” çağırdı.
İsrail’in AB ve NATO temsilciliği, DW’ye yaptığı yazılı açıklamada, ülkenin 7 Ekim’den sonra AB’nin gösterdiği “dostluk ve dayanışmayı” ve AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile Parlamento Başkanı Roberta Metsola’nın İsrail ziyaretini takdir ettiğini bildirdi. Ancak 13 Ekim’deki ziyaret, von der Leyen’in İsrail lehine tek taraflı bir tutum sergilediği gerekçesiyle AB içinde eleştirilmesine yol açtı.
İsrail-Hamas savaşı Avrupa toplumunda da farklı tutumlara neden oldu. Kimileri İsrail’i haklı bulurken, bazı Alman ve Fransız üniversitelerinde ise Filistin yanlısı gösteriler düzenlendi.
İsrail-Hamas savaşı bir stres testine dönüşüyor
Ortadoğu uzmanı Lovatt’a göre 7 Ekim 2023’ten bir yıl sonra, AB ile İsrail arasındaki ilişkiler daha önce görülmemiş şekilde gergin durumda. Bunun başlıca nedeni ise İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki sert tutumu.
İsrail, Gazze’deki kara saldırısının “meşru müdafaa hakkı çerçevesinde” yürüttüğünü savunuyor. Saldırıların, Avrupa Birliği ve ABD’nin yanı sıra pek çok ülke tarafından da terör örgütü olarak sınıflandırılan Hamas üyelerine yönelik olduğu ve mümkün olduğunca sivillerin hedef alınmadığı belirtiliyor. İsrail hükümeti ayrıca teröristlerin, sivilleri kalkan olarak kullandığını iddia ediyor.
AB Dış İlişkiler Temsilcisi’nin sözcüsü Peter Stano da ilişkilerde hafif bir değişim gözlemlediğini belirterek, “Gazze’deki büyük insani felakete ve son derece yüksek sayıdaki sivil ölümlere” dikkat çekiyor.
Eylül ayının başında Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, 7 Ekim 2023’ten bu yana on birinci kez bölgeye gitti. Gazze Şeridi’ndeki askerî harekatın, çatışmayı tek başına çözmeyeceğini belirten Baerbock da ateşkes çağrısında bulundu ve İsrail’in Batı Şeria’daki yerleşim politikasını eleştirdi.
AB, İsrail üzerinde etkili olabilir mi?
ECFR düşünce kuruluşundan Lovatt, “Bana göre AB’nin sorunu baskı gücü eksikliği değil, daha ziyade iç uzlaşı eksikliği” diyor ve ekliyor: “AB’nin İsrail’i etkileme gücü kesinlikle var: Yaptırımlar uygulayabilir ya da AB-İsrail Ortaklık Anlaşması da dahil olmak üzere ekonomik ilişkileri baskı unsuru olarak kullanabilir.”
AB, İsrail’in en büyük ticaret ortağı. Ortaklık Anlaşması, 2000 yılında İsrail ve AB arasında “siyasi diyalog ve ekonomik iş birliği için kurumsal bir çerçeve” oluşturdu. Anlaşma, diğer hususların yanı sıra bir insan hakları maddesi içermekte ve bir serbest ticaret bölgesi öngörmekte. Ancak serbest bölge hükmü, işgal altındaki Filistin topraklarında bulunan İsrail yerleşimlerinden gelen mallar için geçerli değil.
Gazze Şeridi’ndeki durum karşısında bazı üye devletler, anlaşmanın gözden geçirilmesi çağrısında bulunmuştu. Stano, oybirliği sağlanamadığı için bu girişimin başarısızlıkla sonuçlandığını belirtiyor.
AB, işgal altındaki Batı Şeria’daki İsrailli yerleşimcilere karşı ilk kez bu yılın Nisan ayında yaptırım uygulamıştı. Bunu Temmuz ayında Batı Şeria’da Filistinlilere yönelik insan hakları ihlalleri nedeniyle yeni yaptırımlar izledi. Bu tür yaptırımların uygulanabilmesi için AB üye ülkelerinin oybirliği gerekiyor.
İki devletli çözüm tartışmaları
AB Dış İlişkiler Temsilcisi’nin sözcüsü Peter Stano’ya göre tüm AB ülkeleri bir noktada hemfikir: İki devletli bir çözüm, yani İsrail’in yanı sıra Filistinliler için ayrı bir devlet istiyorlar. 7 Ekim 2023’ten bu yana yaşananlar bunu değiştirmedi. Avrupa Birliği için bu “uygulanabilir tek çözüm” olarak görülüyor. AB, Birleşmiş Milletler bünyesinde diğer uluslararası ortaklarla birlikte bu yöndeki çalışmalarını sürdürüyor.
Benyamin Netanyahu yönetimindeki İsrail hükümeti, iki devletli çözümü birkaç kez açıkça reddetti. İsrail parlamentosu da bu çözüme yakın zamanda bir kez daha karşı çıktı.
Ortadoğu uzmanı Hugh Lovatt, AB’nin iki devletli çözüm vizyonunu ilerletmek istiyorsa somut adımlar atması gerektiğini söylüyor: “Bunlar arasında Filistin’i bir devlet olarak tanımak ya da Batı Şeria’daki yerleşimcilere karşı kararlı yaptırımlar uygulamak sayılabilir.”
Mayıs ayında İrlanda ve İspanya, Filistin topraklarını bir devlet olarak tanıdı. Slovenya da haziran ayında aynı kararı aldı. Ancak halihazırda, Almanya ve Fransa’nın da aralarında bulunduğu 27 AB ülkesinin büyük çoğunluğu, Filistin devletini henüz tanımadı.