“Adalet başucunuzda bulunan raflardaki kitaplarda değil, vicdanlarda olur” – Şennur Ünlü*
2015 yılında benim gibi Gezi eylemlerine katılan insanlarla birlikte, üzerimizde çakı bile olmadan Kobane’ye doğru yola çıkmıştık. Türkiye’de barış ve demokrasi isteyen bizler, Rojava’da insanlık değerlerini korumak için DAEŞ çeteleri ile mücadele edenlerle ve savaştan etkilenen insanlarla dayanışmak için bir köprü olmayı amaçlıyorduk.
Kobane’ye ağaç dikmeye, çocuklara oyuncak götürmeye, çocuk parkı yapmaya ve kütüphane kurmaya giden 318 kişi 20 Temmuz 2015 günü 19 şehirden Suruç’a, Amara Kültür Merkezi’ne geldi. Emniyet birimleri 318 kişiyi yola çıktıkları şehirlerden başlayarak takibe aldı.
Bu köprüyü kurmamız, Şanlıurfa’nın 46 km güney batısında yer alan, Türkiye ve Suriye ile sınır teşkil eden demiryolu üzerindeki Mürşitpınar Sınır Kapısına 10 km uzaklıkta olan Suruç ilçesinde engellendi.
20 Temmuz 2015 günü öğlen saat 12’de, Amara Kültür Merkezi önünde basın açıklaması yapan insanları fotoğraflarken, birkaç metre önümdeki kalabalığın tam ortasında bir bomba patladı. 33 Düş Yolcusu ölümsüzleşirken onlarca Düş Yolcusu yaralandı.
KATLİAMI DEVLET YAPTI
Suruç katliamı, üzerinden beş yıl geçmiş olmasına rağmen hala aydınlatılmış değil. Urfa ve Suruç emniyetine 3 gün öncesinden ‘canlı bomba saldırısı’ olabilir şeklinde istihbarat gitmesine ve canlı bombanın ailesi, canlı bombacıyı “DAEŞ’e katıldı” diyerek çok önceden ihbar etmesine rağmen emniyet güçleri; 40 çevik kuvvet polisi, 2 toma ve Shortland araçları ile canlı bombacıya karşı önlem almak yerine insani yardım amaçlı Suruç’a gelen 318 kişiye karşı önlem aldı.
Emniyet, istihbarat almasına rağmen canlı bomba saldırısını önlemedi! Suruç emniyeti, katliamda paramparça olmuş insanlar yerde kanlar içinde yatarken geride sağ kurtulan insanlara saldırıp yaralıların hastanelere taşınmasını engelledi. Yaralılara yardım etmeye gelen halkın ve yine katliamdan yaralı kurtulan insanların üzerine gaz sıkıp, tomaları çalıştırıp yüzlerine güldü ve silah çekti!
AKP, MİT VE DAEŞ ORTAKLIĞI
7 Haziran 2015 seçimlerine giden süreçte, Türkiye’de demokrasiye sahip çıkan insanlar bir araya gelmeye başlamış, yaratılmaya çalışılan baskıcı düzenin demokratik yollarla kırılabileceği hissedilir hale gelmişti. Seçimlerden iki gün önce, HDP’nin 5 Haziran 2015 tarihindeki Amed mitinginde patlayan bomba, başlayan yeni dönemin habercisiydi. Önceden alınmış olan istihbarata rağmen meydana gelen Suruç Katliamı’ysa, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP’nin iktidarı kaybetmemek uğruna göz yumabileceklerinin sınırının olmadığını gösterdi. Bu tarihten sonra ülke, ardı arkası kesilmeyen terör saldırılarıyla kan gölüne döndü.
Suruç’ta çoğu gencecik olan 33 insan, DAEŞ tarafından düzenlenen ve canlı bomba tarafından gerçekleştirilen saldırıda katledildi, yüzlerce insan yaralandı. Bunu hem o saldırıdan yaralı kurtulmuş biri olarak, hem de adalet arayan biri olarak söylüyorum: Suruç Katliamı davası gerçekten bağımsız ve adil bir şekilde sonuçlanırsa eğer, AKP, MİT ve DAEŞ ortaklığı belgelenmiş olacaktır.
Suruç için adaletin yerine getirilmesi Ankara Katliamı başta olmak üzere tüm katliamların aydınlatılabileceği anlamını da taşıyor. Belki de Erdoğan’ın LAHEY’de Uluslararası Adalet Divanı’nda yargılanmasının yolunu açacak davalardan biri ve en önemlisi Suruç Katliamı Davası’dır.
Suruç kenti Türk İstihbaratı Mit’in faaliyetlerinin en yoğun yaşandığı bir kenttir. Suruç’ta 20 Temmuz 2015 günü Suruç Kaymakamlığı’ndan izin beklerken gerçekleşen katliamı tüm boyutları ile ele aldığımızda, devlet bize geçiş için izin vereceğini söyleyerek, geçiş izni sürecinde bizleri izin ile oyalayarak, bir bakıma bizim toplanmamızı sağlamış ve katliamı gerçekleştirmiştir. İzin vermeyeceğini söyleseydi birçok insan yola bile çıkmazdı. İzin konusu ve tartışmaları üzerinden bakarsak katliamın sorumlusu devletin ta kendisidir.
SURUÇ YARALILARI VE TANIKLARI İLE AİLELER BASKI ALTINDA
Suruç’tan sonra ki aylar içerisinde gazileri gözaltına aldılar, tutukladılar. Faşizme karşı mücadele etmeyi sürdüren birçok Düş Yolcusu cezaevlerine girdi ve hala içerde olanlar var. Suruç şehidimiz öğretmen Süleyman Aksu’nun Yüksekova’da ki evini yaktılar yıktılar ve mezarını tam altı defa tahrip ettiler. Ece Dinç’in mezarına saldıran faşistler mezarı tahrip ettiler. Uğur Özkan için yapılan park tahrip edildi. Suruç’tan ağır yaralı olarak kurtulan ve felç kalan düş yolcusu yoldaşımız Güneş Erzurumluoğlu için başlatılan yardım kampanyası devlet tarafından engellendi.
Bugün hala vücudunda şarapnel parçaları olan ve geri dönülmez yaralar ve travmalar ile yaşamaya çalışan yoldaşlarımız var.
Suruç’ta ölümsüzleşen Düş Yolcularından yoldaşımız Polen Ünlü’nün annesi Şennur Ünlü adalet mücadelesi yürütürken geçirdiği kalp krizi nedeniyle yaşamını yitirdi. Anarşist yoldaşımız Evrim Deniz Erol’un annesi Besra Erol’a evladının cenaze töreninde yaptığı konuşma nedeniyle hapis cezası verildi.
Üzerinden beş yıl geçen Suruç Katliamı’nın davasında, soruşturma nasıl büyük bir ciddiyetsizlikle başladıysa yargılama süreci de aynı ciddiyetsizlikle devam ediyor ve dosya sanıksız ve failsiz bırakılmak isteniyor.
Mahkeme, 14 duruşmadır sanıkları ‘güvenlik’ gerekçesiyle getirmeyerek davayı bir noktaya kilitliyor. Suruç yaralılarını, ailelerini, Suruç avukatlarını, Suruç Katliamı’nı takip eden gazetecileri ve katliamın aydınlatılması için tweet atanları gözaltına alan ve tutuklayan yargı, katliamı aydınlatmak yerine mahkemeyi ailelere ve yaralılara işkenceye çevirmiş durumda.
Suruç katliamında yaralananlar ve katliamda yaşamını yitirenlerin aileleri, 14 duruşmadır mahkemenin bir arpa boyu yol kat etmediği belirtilirken, sorumluların hak ettiği cezayı alana kadar mücadeleye devam edeceklerini söylüyor.
Suruç aileleri, yaralılar ve tanıklar bin bir zorluklarla gittikleri Hilvan’da sorumluların yargılanması için her duruşmada hazır bulunuyor. Mahkeme salonunda duruşmayı takip edenlerin arasına askerlerin konulması ise aileler ve yaraların üzerinde psikolojik baskı yaratarak duruşmaları işkenceye çeviriyor. Duruşmayı takip edenlerin mahkeme çıkışında basın açıklaması yapması ve yine duruşmayı takip etmek isteyen gazetecilerin haber yapması da engellenmeye devam ediliyor.
Avukatlar, duruşmanın cezaevi kampüsünde değil adliyede görülmesini ve Ankara 10 Ekim Gar Katliamıyla birleştirilmesini, sanığın duruşmalara bizzat getirilmesini istiyor.
Mahkemenin heyeti yargılamayı ciddiyetten uzak bir şekilde sürdürmekte ısrarcı davranıyor. Ayrıca mahkeme, hiç yol kat etmediği bir davada yaralıların müdahillik taleplerinin reddederek yaralılara, ‘Sen ne gibi zarar gördün’ şeklinde sorular yöneltip yarası hala taze olan insanları azarlamakla meşgul.
YARGI SUÇ ORTAĞI
Suruç Katliamı’nın ilk duruşması, 4 Mayıs 2017 tarihinde Şanlıurfa’nın Hilvan ilçesinde bulunan Cezaevi Kampüsü’nde, asker kontrolünde gerçekleşti. Katliamdan 21 ay sonra gerçekleşen ilk duruşma sanıksız yapıldı. Bugüne kadar 5 defa savcısı değiştirilen Suruç Katliamından hemen sonra alınan gizlilik kararı 18 ay boyunca uygulandı. Bu süre zarfında ‘gizlilik’ kararı kaldırıldıktan sonra soruşturmada hiçbir delil toplanmadı.
Dosyadaki gizlilik kararı bir anlamda devlet ve DAEŞ ortaklığını gizleme kararıydı. Bu yüzden ilk duruşmada iddianame okunmadı. Bugüne dek 14 duruşması görülen davada, katliama dair alınmayan önlemler davayı takip etmek isteyen ailelere karşı alındı.
Suruç’tan sonra katliamın araştırılması için TBMM’ye verilen önerge AKP ve MHP milletvekilleri tarafından reddedildi. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu ise kendini patlatan bombacıların „yakaladığını ve adalete teslim edildiğini“ söylemişti. Yine Davutoğlu’nun o dönem için ‘Defterler açılırsa birçok insan, insan içine çıkamaz’ ifadeleri basına yansımıştı.
Katliamın üzerinden iki yıl geçtikten sonra yayınlanan Suruç Katliamı’na ilişkin ilk müfettiş raporlarına göre, intihar saldırganı DAEŞ’li Abdurrahman Alagöz, emniyet istihbaratın takibindeydi. Bir saldırı düzenleyebileceği biliniyordu. İddiaya göre bu bilgi MİT’e verilmedi. Ayrıca bir MİT elemanı, Suruç’taki patlamadan kısa bir süre önce Urfa’daki ünitesini arayıp Suruç’ta bomba patlatılacağı bilgisini verdi. Ancak tüm bunlara rağmen gerekli önlemler alınmadı ve intihar saldırısı gerçekleşti.
Suruç katliamına ilişkin dava Urfa’nın Hilvan ilçesindeki T Tipi Cezaevi kampüsü salonunda görülüyor. Suruç katliamının tek tutuklu sanığı Yakup Şahin hiçbir duruşmaya getirilmedi. Mahkeme Başkanı beşinci duruşmada sanığa, “Oradan mı katılmak istiyorsun buraya mı gelmek istiyorsun” diyerek adaletin iktidardan yana olduğunu ve kimleri koruduğunu tekrar tekrar gözler önüne serdi.
Davada 2 tutuksuz polis görevi ihmalden yargılanırken, tutuklu yargılanan tek sanık Yakup Şahin, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla katıldığı duruşmada, adalete güvenmediği gerekçesiyle susma hakkını kullandığını belirtti.
Saldırıdan bir ay kadar önce, 16 Haziran’da Suruç Emniyet Müdürlüğü’ne bombacı hakkındaki ‘terör nitelikli aranan şahıs’ kaydının ulaştığı ortaya çıkmıştı. Buna rağmen intihar bombacısına karşı bir önlem alınmadı. Emniyet güçleri, bunun yerine Kobane halkıyla dayanışmak için ellerinde oyuncaklar ve fidanlarla Suruç’a gelen 318 insana karşı önlem alarak katliama zemin hazırladı. Dönemin Suruç emniyet müdürü Mehmet Yapalıal’a ise 12 ay taksitle 7.500 TL para cezası verildi.
Katliamın öncesi ve sonrasında gelişen tüm hukuksuzluklar görmezden gelindi. Davanın gizliliği ve uzun bir süre yargılanacak bir sanığın olmayışı davanın zamana yayılmasına ve unutulmasına zemin hazırladı..
‘BİBER GAZIYLA DA ÖLENLER OLDU’
Katliam öncesinde hiçbir önlem almayan emniyet güçleri, patlamadan sonra olay yerine gelerek havaya ateş açıp, panik yarattı, yine yaralıları taşımak isteyen halka biber gazı sıkıldı. Yine patlamada yaralananların biber gazı ile boğulup yaşamını yitirdikleri yönünde raporlar var.
Fakat bu görüntüler dosyaya getirilmeyerek suç işlenmektedir. Yargı bu suçun işlenmesine katkı sağlamaktadır ve yine yargının katliamları teşvik etmektedir.
Patlamada parmağı olduğu düşünülen İmam Abdullah Ömer Aslan’ın olay yerindeki insanlar tarafından yakalanarak polise teslim edildi ve fakat hakkında hiçbir işlem yapılmadı.
Patlama öncesi ve sonrası ait 5 saatlik bir görüntü kaybedildi. Bunun yanı sıra Suriye’de yakalanan DAİŞ’li İlyas Aydın’ın ‘Türk istihbaratının büyük bir yönlendirmesi oldu’ şeklinde bir açıklaması oldu.
SURUÇ İÇİN ADALET ARAYIŞI SÜRÜYOR
Derinleştirilmeyen kovuşturma, sorumluların bulunması için gösterilmeyen cesaret ile karşı karşıyayız. Davaya gerekli özen ve ciddiyet gösterilmiyor. Duruşmalar cezaevi kampüsünde yapılarak davayı takip edenler üzerinde baskı kurulmaya çalışılıyor. Sanık Yakup Şahin duruşmalara getirilmemektedir.
Katliam sonrasına ait görüntüleri yok eden kamu görevlilerinin kimler olduğu tespit edilmemiş ve haklarında yasal işlem başlatılmamıştır. Baş şüphelilerden Abdullah Ömer Aslan’ın korunmasından vazgeçilmeli ve tutuklanmalıdır. Katliamda sorumluluğu bulunan polisler hakkında açılan davalar ana dava ile birleştirilmemiş, katliama ilişkin deliller birlikte değerlendirilerek, kovuşturma kamu görevlilerine doğru genişletilmemiştir.
Firari İlhami Bali ve Deniz Bükükçelebi’nin yakalanması için gerekli işlemler yapılmamıştır. Suruç katliamının soruşturulması ve kovuşturulması aşamalarında görevi kötüye kullanan yargı mensupları hakkında cezai ve idari işlem yapılmamıştır.
Suruç için adalet mücadelesi yürütenler üzerindeki baskılar son bulmalı, adalet arayanlarla değil, katliamda sorumluluğu olanlar ile mücadele edilmelidir. Yine katliamda sorumluluğu olan, Cumhurbaşkanı, Başbakan, İçişleri Bakanı, Milli Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı, Emniyet Genel Müdürü, Urfa Çevik Kuvvet Şube müdürü, MİT müsteşarı ve sorumluluğu bulunan tüm kamu görevlileri hakkında dava avukatlarının yaptığı başvuruların hukuksuz gerekçelerle reddinden vazgeçilmeli, kamu görevlileri üzerindeki yargı eli ile yaratılan koruma zırhı kaldırılmalıdır.
HİÇBİR DÜŞ YARIM KALMAYACAK
Suruç katliamı ile sevgiye, dayanışmaya, paylaşmaya, umuda ve düşlerimize saldırdılar. Gezi’nin çocuklarının Kürt halkının çocuklarının yarasını sarmasına, acılarını paylaşmasına engel olmaya ve kurulan kardeşlik köprüsünü yıkmaya çalıştılar. Değil Türk Devleti ve çeteleri, dünyanın tüm devletleri ve barbarları birleşse bir araya gelseler, İNSANLIK için kurulan, kurulmak istenen KÖPRÜLERİ hiçbir zaman yıkamayacaklar!
Türkiye Devleti geçmişteki Ermeni, Zilan ve Dersim soykırımları ile yüzleşmedi. Hala bu soykırımları inkar eden bir politika yürütüyor. Roboski, Amed, Suruç, Ankara, Gaziantep, Cizre ve Sur katliamları Türkiye Devleti’nin inkarcı ve soykırımcı tabiatının günümüzdeki örnekleridir.
Dolayısıyla Suruç Katliamı’nın hesabının sorulması ve adalet için mücadele etmek, Türkiye’de savaş ve devlet eliyle oluşturulan terör politikalarına karşı durmak demektir. Diktatörlüğe karşı barış ve demokrasi için mücadele etmek demektir.
Biz, Roboski, Amed, Suruç, Ankara ve tüm katliamların sorumlularını biliyoruz ve bu sorumluların halkın vicdanında yargılandığı gibi yargılanmasını talep ediyoruz. Erdoğan’dan sonra bu ne kadar mümkün olacak hep birlikte göreceğiz!
Bizler “Ölürse ten ölür canlar ölesi değildir” şiarından zerrece geri adım atmıyoruz. Biz Düş Yolcuları, yaşamı uğrunda ölecek kadar çok seviyoruz. Zor olan, düş kurmak ve o düşlerin peşinden gitmektir. Biz düşlerimizin peşinden yürümeye devam edeceğiz; çünkü biz Düş Yolcularıyız, o yüzden Hiçbir Düşün Yarım Kalmayacağına inanıyor ve kalmaması adına da mücadele ediyoruz.
Hiçbir Düş Yarım Kalmayacak derken aslında hakikat için verdiğimiz mücadelenin yarım kalmayacağı, gerek tarihin gerek yaşamın biz Düş Yolcularının omuzlarına yüklediği sorumluluğun yerine getirilmesi temelinde değerlendirmemiz gerekiyor.
Amed, Suruç ve Ankara Katliamlarının sonuçlarına baktığımız zaman adeta devlet eliyle öldürülmek yok edilmek isteniyoruz ve bu açıkça saf bir kötülüğün ta kendisidir bu faşizmdir.
Yapılması gereken faşizme karşı birleşik bir mücadeledir. Faşizmi açıkça yaşadığımız böylesi bir dönemde ezilenlerin kısır tartışmaları aşıp ortak müştereklerde buluşacakları zemini hemen yaratması gerekiyor.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da yaşayan halklar vakit kaybetmeden demokratik temelde faşizme karşı birleşik bir mücadeleyi daha radikal bir noktaya taşımak zorunda. Eğer bir gelecek istiyorsanız sadece devletin konuştuğu bir yerde ve zamanda her şeyin yalan olduğunu, devletin size yalan söylediğini öncelikle bilmek zorundasınız. Devlete, paraya ve iktidara güvenmek yerine dostlarınıza güvenin, paylaşmayı ve dayanışmayı büyütün. Sadece laf ile değil pratikle bunu gösterin ve sevgiyi yüceltip somutlaştırın.
* Suruç katliamında yaşamını yitiren Polen Ünlü’nün annesi. Nisan 2018’de geçirdiği kalp krizinin ardından aramızdan ayrıldı…
/ Mehmet Lütfü Özdemir: Urfa’nın Suruç ilçesinde beş yıl önce DAEŞ’in canlı bombalı saldırısı sonucu 33 insan katledildiği ve onlarcasının da yaralandığı katliama tanıklık eden ve yaralı olarak kurtulan gazeteci- yazar./