Halkaların en trajik geçmişine sahip İsrail halkı yeniden tarihe notlar bırakıyor. Bu sefer eskiye hiç benzemeyen bir ‘Babil’ sürgünü veya ‘kızıl denizi yaran’ bir kaçış değil bilakis antik çağdan beri hüküm süren egemen güçlere vurdukları ilk darbelerle iz bırakıyor.
İsrail halkının trajik geçmişi sadece Ortadoğu’nun egemen güçlerince yazılmamış keza sığındıkları batı, doğudan daha acımasız bir cehenneme dönüşmüştü. İsrail halkının batıda karşılaştığı acımasızlığı bugün bile çok okunan bir hikâyenin sayfaları arasında, çok izlenen bir filimin karelerinde veya eski bir hatırada, insanın tüm soğukkanlılığını alabiliyor.
Bu dramatik yaşamın kurbanları için sığındıkları batı tam bir cehenneme dönüşmüştü. ‘’Derileri yüzülmüş, dişleri sökülmüş’’, nihayetinde insanlığın dışında bir yaratık olarak görülmüştü. Antisemitizm batıda ‘getolara’ dönüşerek artık İsrail halkı için yeni bir yurt arayışı ve nihayetinde pusulaları acısı eskimiş yurtlarına çevrildi.
İsrail halkının Ortadoğu’ya kalıcı bir şekilde geri gelmesi aslında bölge için yeni bir çağın habercisiydi. Statükonun zorba krallığına karşı bir başkaldırı ve bu krallıkla girişilen savaşta hiçbir şekilde geri bir adım atılmıyor ve nihayetinde yeni bir yurt arayışına çıkılmıyordu.
Bu sefer tarihin estirdiği rüzgâr onlardan yanaydı. ‘altı gün savaşı’ deyim yerindeyse antik çağdan beri kök salmış statükoya koçbaşı etkisini yarattı. SSCB’nin dağılmasıyla birlikte bölgede oluşan güç boşluğu aynı zamanda birinci derecede İsrail müttefiki olan ABD’nin tek güce dönüşmesi ile statükonun çöküşünü beklenmedik bir şekilde hızlandırdı.
Batının Rönesansı nasıl ki İtalya’da başladıysa, Ortadoğu’nun Rönesansı da aynı suların başka bir kıyıya vurduğu İsrail de başladı. Sanat ve bilimin dışında bu Rönesans egemen güçlere darbeler vurarak başladı. Bu durumun daha iyi anlaşılması için 1945’te küresel bir savaşın enkazından yeni bir dönemin kapıları açılırken, İsrail halkı yurtsuzluğun bedelini hiç olmadığı kadar aı bir şekilde ödemişti.
Bu yeni dönemde kendine yer bulmaya çalışan İsrail halkı, döndükleri yurtlarında antik çağdan bu yana yıkılan krallıklarını 1948’de tekrardan kurmayı başarabildiler. Tarihe şahitlik edenler için bu geri dönüşün heyecanı tarifsiz olsa da, Ortadoğu için antik çağdan bu yana hüküm süren statükonun bedenine yeni bir çağın yumurtalarını bıraktı.
1967’de yapılan ‘altı gün’ savaşıyla birlikte özelde Arapların bu değişimi önlemeleri imkansız bir boyut kazandı. 1991’de SSCB’nin dağılması ile oluşan boşlukta, İsrail halkı bir fit daha öne geçerek bırakılan yumurtaların kuluçka sancılarını nihayetinde hissettirdi. 2003’te Irak savaşıyla, Babil’den kalma kalıntıların iplerde salınması (Saddam Hüseyin’in asılması) ve devamında egemenlerin diktatörlüğüne karşı başlayan halk isyanları, bölgesel bir ivme kazanarak bilinen ismiyle ‘Arap baharını’ başlattı.
Arap baharı Ortadoğu Rönesansının en belirgin çizelgesini oluşturan isyandır. 2011’de Muammer Kaddafi’nin devrilmesi akabinde Mısır’da, Muhammed Mursi’nin devrilmesi ve nihayetinde 2014’te statükonun son çırpınışları olan IŞİD saldırganlığının Kürt güçlerince püskürtülmesi. Antik çağdan bu yana tarihin ilk defa ezilenlerin zaferini yazdığı bir çağın kapılarını açtı.
Ortadoğu’nun üzerine çökmüş karanlık (çoğunlukçu – tekelleşmiş güçler) ezilenlerin mücadeleleriyle püskürtülmektedir. Ortadoğu’nun her karışında karanlık kaybediyor ve tarih tersten yazılıyor.
Son yılların değişimlerine bakılırsa gerçektende çok büyük değişimlerin olduğu görülebilir. ‘Kral Süleyman’dan bu yana İsrail halkı ilk defa kendi krallıkların yaşıyorlar. Bu duruma kuyu kazan hasımları, Babil’den bu yana ilk defa bu krallığı tanıyorlar.
Arap ve İsrail halkları aralarında ki doğal düşmanlık son buluyor. İsrail’den kalkan uçaklar Arap ülkesine iniyor. İran en yetkili adamlarını kaybettiği halde savaştan kaçıyor. Suudi Arabistan şeriata çağdaş bir esneklik katıyor. Demokrasi tüm halkların özgürlüğünü temsil ediyor. Sınırlar değişiyor, diktatörler devriliyor. Rönesans’ın çaldığı canlar eskinin tüm krallıklarını yerle bir ediyor.
Arap Baharının yayılmasıyla derinleşen güç boşluğu, İsrail devletinin güçlenmesine ve bölgede güçlü bir aktör olmasına kapı açtı. Trump, ‘yüzyılın anlaşması’ ile Arap ve İsrail sorunlarını bir anlaşmaya kavuşturarak, İsrail’in, doğan boşlukta yeni bir aktör olmasını sağlamaktadır.
Özelde İsrail düşmanlığını sürdüren İran’ın bölgede zayıflatılması, Türkiye’nin, Araplar üstündeki etkisinin kırılması, Arapları, İsrail ile baş başa bırakmıştır. Nihayetinde İsrail ‘normalleşmeye’ giden BAE, Bahreyn ülkeleri ile bölgenin yeni ve güçlü bir aktörü olmaya ilk adımlarını attı.
Şimdilik sadece BAE, Bahreyn, İsrail ile açık ilişkiler içinde olsa da yakın bir zaman içinde tüm Arap ülkelerinin İsrail ile anlaşmalara varacağı apaçıktır. Gelecekte daha acık bir şekilde değişimlerini göreceğimiz İran ise bu değişimlerin kuluçkasında olduğu söylenilebilir.
Gelecek Ortadoğu için tarihin tersten okunacağının habercisidir. Artık Ortadoğu’da yeni bir çağın başladığını sadece tozlu hikâyelerden çıkmış bir krallığın dirilmesiyle görülmüyor, bilakis karanlığa gömülmüş tüm halkların isimleri gün yüzüne çıkıyor, statükoya karşı art arda başarılar elde edilmekte ve böylece tarih boyunca ezilen halklar bu topraklarda ilk defa kazanmaktadırlar.