Karlıova’da, Turgut Özal mahallesinde geceyarısı bir kaç el silah sesi duyuldu. Olay yerine gelenlerin gördükleri, tümeniyle Almanlara teslim olmuş, divan-ı harbe verilip infaz edilen bir Rus generali değildi; iki çocuk annesi Zeynep Topal’dı. Önce elleri bağlanmış, sonra da infaz edilmişti.
Hikayede bir kadın, iki erkek ve kadını kendi elleriyle katile teslim eden bir devlet vardı. Kadın öldürüldü, erkekler yaşıyor, devlet kerevetinde.
Eşinin kardeşi tarafından defalarca tecavüze uğrayan Fatma Altınmakas, tecavüz duyulursa katledilecek olanın yalnızca kendisi olacağını bildiğinden olacak, bu işkenceyi yıllarca sineye çekti, sustu.
İş öyle bir noktaya geldi ki, dayanamadı, kıyamet kopacaksa da kopsun deyip, yanında eşi, karakola gitti. Yaşadığı eziyeti Kürtçe anlattı, devlet onu Türkçe dinledi. Gerçi söyledikleri anlaşılsa bile bir şey değişmezdi; şikayetini dinleyen Musa Orhan’lardan biriydi sonuçta.
Eve döndüklerinde, kocası altı çocuk annesi Fatma Altınmakas’ın kafasına bir kurşun sıktı. Kendi elleriyle dokuduğu halıya, kendi elleriyle badanasını yaptığı duvarlara kanını sıçrattı.
Hikayede bir kadın; Kürtçe edilmiş bir şikayeti Türkçe dinleyen yetkiliyi de sayarsak 3 erkek ve bir devlet vardı.
Kadın öldürüldü, erkekler yaşıyor, devlet kerevetinde.
Orhan Vatansever’in, Melek Aslan’a aylarca eziyet edip, hayatını zindana çevirmesi, kardeşi Mustafa Aslan’ın “namusunu” incitmedi. Orhan Vatansever’le telefonda konuştular, muhabbet ettiler.
Ne zaman ki Melek Aslan kendi başına yaşamak istediğini söyledi, o vakit Mustafa Aslan’ın “namusu” incindi. Görüşmek istedi, Melek kabul etmedi. Ağladı. Kardeşinin ağlamasına dayanamayan Melek, görüşmeyi kabul etti.
Mustafa Aslan, ablası Melek Aslan’ı, Diyarbakır Sanat sokağında, minyatür bir amfi tiyatroya benzetilmiş iki basamaklı, taşla örülmüş bir tribünün üst basamağında, dört kurşun sıkarak öldürdü.
Hani güneşi tam ufuktayken vururlar, bir yarısı bu tarafa, diğer yarısı ufkun öbür tarafına yığılır ya, Melek’in de öyle, ayak ve bacakları bu tarafa, başı yükseltinin diğer tarafına düşmüş, sarı saçları boşluğa dökülmüştü.
Onun cansız bedenini kaldırdıkları yerin solunda, kahverengi çantası; sağında, mavi bir defter üstünde iki kitap vardı. Kitaplardan biri, Diksiyon Ve Güzel Konuşma Sanatı kitabıydı.
Kadın olmanın yanı sıra bir de Kürt’tü Melek. Kürt bir kadının Türkçe konuşması da yetmemiş; onu aksansız, düzgün konuşması da gerekmişti.
Cinayetten sonra ne söyleceğini öncesinde tane tane hesaplamıştı Mustafa Aslan.
“Namus” adına, “yiğitlik” adına kadını öldüren bu adamlar, cinayeti işledikten sonra, o “yiğitliği” de ucuza getirmeye çalışıyor, iyi hal indirimi almak için, takım elbise giyinip kravat takıyorlar. Kravat bağlamayı bilmediklerinden, onu da başkasına bağlatıyorlar.
Hikayede bir kadın, iki erkek ve bir devlet vardı. Kadın öldürüldü, erkekler yaşıyor, devlet kerevetinde…
Kadın cinayetleri konusunda Türkiye’den çok daha farklı bir tutumu olan Avrupa’da da, yazık ki durum çok iç açıcı değil. Bir Alman kadın kuruluşunun Avrupada işlenmiş kadın cinayetlerine dair tuttuğu istatistikler, akıl alır gibi değildi. Geçen yıl Almanya’da 122, İngiltere’de 189, Fransa’da 200 kadın öldürülmüştü.
Yalnızca Avrupa’nın bu üç büyük ülkesinde öldürülen kadın sayısı, Ortaçağ Avrupa’sında, 270 yıl kadar süren Cadı Avı’nda, bir günde öldürülen kadın sayısının iki katından biraz daha fazlaydı.
Cumhurbaşkanı Emanuel Macron’un, konuyla ilgili dosyada, işlenen cinayet sayısını görünce, “Fransa gibi bir ülkede nasıl olur da bir yılda 200 kadın öldürülür?” diyerek, dosyayı sinirle masanın üstüne fırlattığı söylenir.
Saydığım bu ülkeler ve daha fazlası, bir yıl içinde kaybettiği bu kadar insanı, onlarca yıl Ortadoğu ve dünyanın daha başka savaş bölgelerinde asker bulundurmuş olmalarına rağmen, savaşta kaybetmemişlerdir.
Bir noktada , ne sözün, ne de aklın, ilerleyecek mecali kalmıyor.
Leonard Cohen’in, woke up this morning şarkısının sözleri şöyle biter:
“Kötü bir alametle doğdun / ayın ikinci dolunayında. / Bu sabah uyandın ve bir silah aldın.”
Bu sözleri, “Kadın olarak doğdun ve cinsiyetinin bir devleti yok bu dünyada. Bir sabah uyan, git ve kendine bir silah al; kendini koruduğun kadar yaşarsın ancak.” diye değiştirsek, Cohen kızar mıydı ?