2021 yılının heyecan yaratan ilk büyük olayı, 6 Ocak’ta ABD Kongresini Başkan Donald Trump’ın taraftarlarının bir süre işgal etmeleri oldu. Kendilerini faşist, sekssizt ve ırkçı olarak tanımlayan Trump taraftarlarının, Başkanlık seçimlerinin resmileştirileceği oturum öncesi gerçekleştirdiği işgal eylemi, bütün dünyada büyük bir şaşkınlık ve dehşetle izlendi.
Batı’nın ciddi olarak kaygıya kapılmasına, iki şey yol açtı. Birincisi, ABD’de demokrasinin ve kurumların yerleşik olduğuna ilişkin inancın güçlü ve yaygın olmasıydı, ama ABD demokrasisi sarsıldı.
İkincisi ise işgalin bizzat Trump’ın çağrısıyla/talimatıyla gerçekleşmesi ve işgalcilerin Kongre binasına ciddi bir engele karşılaşmadan girebilmiş olmaları. Büyük bir güvenlik açığının varlığı ortaya çıkmış oldu.
“Trump 6 Ocak’taki Kongre oturumunu engelleyemez, hiçbir şey yapamaz” diyenler yanıldı. ABD’nin en etkili gazetelerinden The New York Times’ın 6 Ocak tarihli başyazısının “Başkan, Amerikan Demokrasisine Karşı” manşetiyle çıkmış olmasına rağmen, ABD yetkilileri işin bu noktaya varabileceğini akıllarına getirmek istemediler.
Trump, seçim kampanyasının her aşamasında “seçimlerin çalınmasına her yola başvurarak izin vermeyeceğim” dedi. Bunun, “ne olursa olsun yenilgiyi kabul etmeyeceğim” anlamına geldiği çok açıktı. Trump’ın, Başkanlık döneminde inşa etmeye çalıştığı, “yeni” ABD devletini ve toplumunu sürdürebilmek için, “ABD ordusunun anlaşmazlıkları çözmek üzere göreve çağrılması” fikrini seçim sürecinde dillendirmiş olması, gözünü ne derece kararttığını gösteriyordu.
Ayrımcı, ırkçı, agresif, vahşi kapitalizmin “yeni ABD normları” diyebileceğimiz politikalarının ve siyaset tarzının, ya da Tumpçılığın, 74 milyon 223 bin 755 seçmenden destek almasının işaret ettiği, ABD toplumundaki sosyal değişim ciddiye alınmadı.
ABD demokrasisi ve kurumları testten geçti. Anayasal düzenin güvenlik açıkları ortaya çıktı. 30-40 bin kişinin katıldığı gösteri sonrası, bizzat Trump’ın yönlendirmesiyle gerçekleşen işgal eyleminde sistem sınıfta kaldı.
81 milyon 283 bin 495 oy alan Joe Biden karşısında 7 milyon 59 bin 740 oy farkıyla Temsilciler meclisinde ve Senatoda azınlığa düşmesine rağmen, Trump’ın Başkanlığı bırakmama konusundaki ısrarını, sadece psikolojik sorunlarıyla, kişisel özelikleriyle açıklamaya çalışmanın veya ABD devletinin kurumsal yapısının demokratik oturmuşluğuna güvenmenin sonuçları sarsıcı oldu.
ABD’nin tek kutuplu dünyanın oluşması sonrasında, kendisini dünyanın tek sahibi sanarak içerde ve dışarda izlediği politikaların sonuçlarıdır bunlar. Küreselleşmenin zorunlu gereği olarak sunulan politikaların iflası, içe kapanmacı, göçmen karşıtı, cinsiyetçi, güvenlikçi, ayrımcı politikalar; küresel dünyada faşizan siyasal eğilimleri güçlendirdi, toplumsal sosyal kutuplaşmayı ve saldırganlığı artırdı.
Kongre işgaline ABD içinden veya Batı dünyasından gösterilen tepkiler, geliştirilen tutumlar, bu gerçekliği gören ve kavrayan bir noktada değil. Trump’ın beklenmedik, şok dalgası sonrası yargılanma korkusuyla geri atmış olması, ABD’de açığa vuran sistem krizinin kökten aşılmasına imkân verecek nitelikte değil.
Esas mesele Trumpçılık ne olacak
Trumpçı faşizan siyasal eğilimin normalize edilerek meşrulaştırılması politikalarına son verilip verilmeyeceği, esas sorunu oluşturuyor. Trump’ın bundan sonra ne yapacağından daha çok, kendini açığa vuran bu faşizan eğilime karşı izlenecek politika önem arz ediyor. Amerikan Federal Soruşturma Bürosu-FBI’ın, Kongre işgalcilerini avlaması, ortadaki “pisliği” temizlemeye yetmeyecektir.
Bugün Trump püskürtülmüş olabilir, ancak faşizan sağ radikalizmi yaygınlaştıran toplumsal gerçeklik, yeni Trump’lar ortaya çıkaracaktır. Reorganizasyon çözüm olmayacaktır. Amerika’nın liberal demokrasisi, milli birlik politikaları ile onarılabilir. Ama ne ABD ne de dünya, gelişen bu faşizan dalganın yarattığı siyasal, sosyal, toplumsal tahribatı kalıcı olarak iyileştiremez.
Toplumsal gerçekleri halının altına süpürmeden, “nerede hata yaptık” diye sorgulamak, yeni başlangıçlar için ilk adım olabilir.
Güçlü kurumlara sahip olduğu düşünülen ABD’de, “normları” kolaylıkla ayaklar altına alındığı ve yıpratıldığı görüldü.
Şiddetin, ayrımcılığın, ırkçılığın, cinsiyetçiliğin bulaşıcı olduğu, bunlara karşı tereddütsüz mücadelenin toplumları sağlıklı, kurumları güvenli kıldığı öğrenilmiş oldu. Bu faşizan salgına karşı küresel mücadelenin gerekliliği ortadadır. Eşitsizliğe yol açanların, demokrasinin en temel kurallarını ve insanların var oluş haklarını tehdit ettikleri, gizlenemeyecek bir gerçektir.
ABD demokrasisinin yeniden “ihya edilmesi”, kalelerinin Biden yönetimince zaptı, sorunların çözümü olmayacaktır. Başka bir dünya mücadelesi; eşit, adil, demokratik ve özgür bir yaşam demektir.
Boğaziçi Öğrencilerini anlayamayanlar, kayyım atamanın ne anlama geldiğini kavrayamayanlar, ayrımcılıktan, cinsiyetçilikten, ırkçılıktan, göçmen düşmanlığından arınamamışlar; yeni bir ülke ve yaşam inşa edemez.
Boğaziçi öğrencilerinin direnişlerini veya bütün muhalifleri sürekli teröristlikle suçlayanlar, Trump ile aynı yoldan yürüdükleri gerçeğiyle yüzleşmeliler. Amasız, fakatsız, insancıl hukuk ve haklar temelinde, her alanda herkes için tam demokrasi, özgürlük, ve gerçek eşitlik ekseninde bir muhalefet hareketini geliştirmek gerek.