Pandemi salgını ile birlikte dijital ve küresel düstur hiç olmadığı kadar önem kazandı. Çin’de çıkan bir salgın dünyanın herhangi bir yerindeki köyü bile ilgilendirir hale geldi. İnsanlığın pandemi salgını karşısında dijitalleşmeye yoğun yönelimi sonucu küresel düstur, insanlığın yaşamını denetler bir hal aldı.
İş hayatından, ulaşıma, toplumsal iletişimden, siyasetekadar uyarlı bir şekilde dijitalleşmeye taşındı. İletişim, İş, ulaşımın yanında siyasetin dijital hayata taşınması mevcut yönetimlerin geleneksel ilkelerinde kırılmalar yaşattı.
Artık sokaklarda yapılan protestolar, kulis konuşmaları, toplumsal sorunlar sosyal medya üzerinden tartışılmakta konuşulmaktadır. Deyim yerindeyse Atina demokrasisinin temelleri tekrardan atılmaktadır. Katılımcı demokrasinin görünmesimdeki en büyük etken siyasetin dijital platformlara taşınmasıdır. Bu platformlara taşınan siyaset, demokrasi yönetimleri içinde yer bulan aristokrat, otoriter yönetimleri hiç olmadığı kadar zayıflattı. Bu bağlamda gelişen ve güçlenen katılımcı demokrasi dijitalleşmeyle birlikte küreselleşmeden de büyük bir ölçüde destek almaktadır.
Dünyada 4. milyar insan internet kullanmaktadır. Hiçbir şart, sınıf ve koşul olmaksızın herkes bu platformda eşit ve söz söyleme hakkına sahiptir. Pandemiyle evine kapanan ve hayatı boyunca demokrasiyi seçim zamanında bir oy vermekten başka katılım göstermeyen bireyler bugün gündemi belirleyen birer katılımcıdır. Ülke gündemi, uluslararası gündem, toplumsal sorunlar, küresel sorunlar vb. olaylar vatandaşların sosyal medyada birer ilgi odağı haline geldi.
Gösterilen bu ilgi sonucu gecikmeden katılımcı bir demokrasinin kapılarıda aralanmış oldu. Dijitalleşmeyle birlikte yeniden diriltilen katılımcı demokrasi, bu sefer otoriter yönetimlere hiçbir koltuk vermemektedir. Are Social and Hootsuite’un 2020 raporuna göre ‘3,8 milyar kişi aktif olarak sosyal medya kullanmakta’ bu devasa katılımcı kitle karşısında doğrusu hiçbir otoriter zümrelerin yönetim şansı yoktur.
Seçimden yenilgiyle çıkan başkan Trump, kışkırtmalarıyla basılan ABD kongesi sonucunda, Twitter ‘kamu düzenini bozduğu’ iddiasıyla Trump’ın tweetlerini kısıtladı ve kalıcı bir şekilde askıya aldı. En güçlü ülkenin başkanı olsa da, 88 milyon takipçisi olan bir hesap olsada hiçbir şekilde ayrıcalık güçlüye, yöneticiye verilmemektedir.
Trump örneğinde otoriter yönetimlere karşı dijital yönetimin başa geçtiğini Twitter resmen ilan etmiş oldu.Tüm düşünce ve toplumsal değerlere hakaret, aşağılama, kaos yönelimli tweetler kısıtlanıyor keza önemi ve konumu tartışılmaksızın hesaplar kapatılıyor.
Dijitalleşme katılımcı demokrasiyi dirilttiği gibi eşitlikçi ve sınıfsız bir düzeninde teminatını vermektedir. Hernekadar katılımcı demokrasi şimdilik tam anlamıyla hayat bulmuş olmasada halkın tepkileri, kararları ilk defa doğrudan bir şekilde yönetimi etkilemektedir. Zorba, haydut, aristokrat mirastan gelen yönetim, büğün halkın doğrudan katılımını hiçbir şekilde engelleyemiyor.
Türkiye Twitter kullanıcısı olarak ‘dünyada 6’cı sıradadır’. Ve aynı zamanda Twitter, Türkiye’de tam anlamıyla yargı cübbesini giyen bir karar mercii haline gelmiş. Kimin yakalanacağına, kimin tutuklanacağına öyleki twitterda alınan karar sonucu belirlenmektedir. Kimileri bunu tetikçi bir durum olarak ga görebilir keza katılımcı bir demokrasi olarak da görebilir.
Gerçekte olan bir şey var ki Türkiye’de, Twitter’da alınan kararların etkisinin açıkca görülmesidir. Bu bağlamda Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün ‘kimse toplum yargıçlığına heves etmesin, kimse toplum yargıçlığına soyunmasın. Kimsenin mahkemeleri tesir altına alma hakkı yetkisi yoktur.‘ sözleri aslında sosyal medyanın yargı üzerindeki tesirine açıkca değinmektedir.
Boğaziçi üniversitesi eylemleri ile ilgili Devlet Bahçeli’nin ve içişleri bakanı Süleyman Soylu’nun attığı tweetlerin kısıtlanması, sansür olarak algılansa da gerçek bunun çok ötesinde olan bir şey . Trump’ın Twitter’a karşı kendi sosyal medya platformunu kuracağını açıklarken, MHP, BM ve demokratik ülke yönetimlerini Twitter’a karşı ortak hareket etmeye çağırdı. MHP şahsında bu çağrı ulus devletlerin küreselleşmeye karşı bir çağrısı olarak da okunabilir.
Gerçekte ulus sınırları içindeki yaşananlar sadece o ulusun sorunu olmaktan çıkıp küresel bir soruna dönüşüyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun ve Devlet Bahçeli’nin ülke sınırları içinde aldığı kararlara ‘okyanus ötesinden’ Twitter müdahale ediyor. Bu neticeye varılmaktadır ki Twitter’in küresel yönetime soyunduğu ve ulus yönetimlerinin kararlarını pasifize ederek küresel konsepte bir düzen dayattığı apaçıktır.
İnsanlığı küreselleştiren ve dijitalleşmeye mecbur bırakılan pandemi salgını ile sınırların da anlam yetirdiğini ve bu salğgın karşısında kilisenin çöküşüne benzer ulus devletlerin çöküşüne de yol açtığı apaçıktır. Artık sınırların koruyuculuğu insanlığın gözünde önemini yitirdi. Tarihte ateşli topların icadıyla surların önemi nasıl ki yitirip ve surların dışında yeni bir dönem başladıysa deyim yerindeyse salgınla birlikte sınırları aşan yeni bir dönemle tekrar yaşandı.
Twitter bu tarihi döneme öncülük ederek küresel dönemin ilk uygulayıcısıdır. Bunun karşısında ulus yönetimlerin şaşkınlık yaşaması da, Twitter’in bunu yapması kadar normal bir şeydir.