Jeffrey Epstein 10 Ağustos günü hücresinde ölü olarak bulundu.Amerikalı milyarder, cinsel saldırı taciz ve pedofili suçlaması ile tutuklu yargılanıyordu. Evlerinde ve adalarında yapılan aramalarda bazı belgeler ele geçirilmişti.
Bu belgeler ışığında devam eden soruşturma, işlenen suçun bireysel bir sapkınlığın yanısıra organize bir suç örgütü ve ilişki ağına işaret ediyordu.Bu suç ağı politikacılardan, işadamlarına,ünlü isimlerden,uluslararası tanınmış simalara kadar uzanıyordu.
İngiltere kraliyet ailesinden tutun da, eski Amerikan başkanlarına kadar bu suç şebekesinin aktörleri çok uzun bir listede yer alıyor. Ne gariptir ki bu soruşturma genişletilmeden Epstein’ın ölümü ile rafa kaldırıldı. Ancak şimdilik diyorum çünkü, Amerika iç siyasetindeki çok başlılık ve buna bağlı gelişen güç savaşlarında olası bir denge değişimde bu olay yeri geldiğinde tekrar kullanılacaktır.
Amerika’daki çok başlılık, içerideki rekabet iç ve dış siyasette kendisini uzun bir zamandır gösteriyordu. Bu kimi zaman açık bir şekilde Pentagon ve Trump arasında,kimi zaman da kapalı kapılar ardında yaşanan çekişmelerin sonucu gündeme gelen istifa ve görevden almalar şeklinde kendini gösterdi. Trump liderlik özellikleri açısından kötü bir şöhrete sahip olsa da, temsil ettiği hatırı sayılır bir güç merkezi olduğunu söyleyebiliriz.
Amerika’daki iç mücadele temelde stratejiktir. Bir kesim AB benzeri bir yönetimi, Amerika kıtasında da uygulamak ve doların yerini yeni para birimi amero’ya bıraktırmak amacıyla hareket ediyor. 2005’te imzalanan Kuzey Amerika Birliği antlaşması iç çatışmaların merkez noktasıdır.
Finans ve bankacılık sisteminin temel hedefi gücün ve paranın merkezileştirilerek tek bir bir dünya devletine geçişi sağlamaktır. ABD federal rezerv kurucusu ve dış ilişkiler üyesi Paul Warburg 1950’de bunu şöyle dillendirmiştir; ‘Tek bir dünya devletini istesekte istemesekte kurmalıyız asıl soru bu devletin zorla mı yoksa herkesin rızasıyla mı kurulacağıdır.’
Bu belirleme günümüz iç ve dış siyasetinde temel çatışma ve mücadelelerin özünü oluşturmaktadır. Ulusal güçler ve global sermaye arasındaki mücadele esas olarak Amerika’da çok çetin bir şekilde yaşanıyor. Tüm spekülasyon ve yoğun medya saldırılarına rağmen Trump, ABD Başkanlık seçimlerini kazanarak iç dengeleri alt üst etti. Ve ilk günden itibaren aldığı radikal kararlar ile de çatışmanın fitilini ateşledi.
Meksika sınırına duvar örülmesi, yeni dünya düzenine Amerikanın uymayacağının ilk adımıydı. Çin ,Kuzey Kore ve Ortadoğu politikalarındaki değişim çabaları göz ardı edilemiyecek somut adımlardı. Pentagon ve Temsilciler Meclisi’nin dayatmalarına rağmen birçok konuda attığı adımlarla Trump ve arkasındaki güçler bu değişimin Amerika’nın yararına olmayacağını her fırsatta yüksek perdeden dillendirmeye devam ediyor.
Trump ve yönetiminin bu tarzı karşısında küresel sermaye de bu yönetimi boşa cıkarma ve sabote etme amaçlı bir dizi planı devreye soktu. Çin ile pasifikteki gerilimi artımadan tutun da İran yaptırımları ve Basra Körfezi üzerindeki provakatif çabalar ile Trump’ın dış siyasette etkisinin minimalize edildiğini söylemek yanlış olmasa gerek.Bunun karşılığında ise Trump ve ekibi global sermaye ağalarının kirli işleri ve ilişkilerini bir şantaj olarak masaya koydu.
Epstein olayını bir de bu açıdan ele almak gerekiyor. Bu işin insani boyutu inanın iki tarafın da umrunda değil. Olay sadece içerideki güç mücadelesinde istediğini kabul ettirmektir ve neticede de öyle oldu. Çatışan güçler arasında bir uzlaşma sağlanarak dosya kapatıldı.
Her ne kadar gündemden düşürülse de devam eden bu iç çatışmanın derinleşerek devam edeceğini tahmin ediyorum…