Ali Engin Yurtsever: Sömürgeciye Uzatılan Utanç Eli

Yazarlar

“Spartacus’u biz yenmedik. Onu hain köleler ve hallerinden memnun köleler yendi…’                                   Roma Konsülü

Sömürgeci toplum ve sömürge haline getirilmiş toplum arasındaki doğal isleyiş yani hayatın akışına uygun olarak beklenen davranış baskı ve bu baskıya karşı bir isyan olması gerektiğidir.

Ancak hayat, siyah ve beyaz arasında binlerce gri tondan oluştuğu için nesnel koşullar belirleyici olma görevini üstlenirler. Bu nedenle sömürgecilere karşı bütüncüllüğü içeren bir isyan her zaman için gerçekleşememekte, isyancılar en ağır darbeleri uğruna mücadele ettikleri çevreden almaktadırlar.

Sömürgeciler tarihsel isyanları ve bu isyanların yaşanmışlıklarını her zaman olmasa bile çoğu zaman teçrübe niteliğinde ele alıp geleceği şekillendirmeye çalışmakta, sömürgeleştirdikleri halklara bunun geçmişten geleceğe uzanan değişmez bir kader olduğunu, eğer başkaldıran olursa, en ağır şekilde ezilerek yok edileceğini pratik anlamda göstermektedirler.

Günümüz sömürgeciliği ise askeri faaliyeti münkün olduğunca alt düzeyde yürütmeye çalışmakta, bunun yerine sömürgeleştirilen halkı zihinsel dumura uğratmayı temel almaktadır. Böylelikle kendi ekonomik kaynaklarını da bir anlamda harcamamakta, sömürgeyi kendine benzetmeyi temel ilişki tarzı olarak yürütmektedir.

Kürdistan Özgürlük Hareketi de böyle bir tarihsel koşullar içerisinde başlattığı isyanı yürütmektedir. Baş aşağı giden bir tarihi yok oluşu ayağa kaldırmak, kimliğini, tarihini, toprak ve kültürünü anımsatıp yaşatmak için beyni işgal edilmiş bir halkın mücadelesini yürütmektedir.

Dört parçadaki bölünmüşlük; her parçanın diğer parçayı, o parçanın kimliğini benimseyerek bileşeni olmakla eleştirmekte kendi durduğu yeri değerlendirmesini engellemektedir. Eşitsiz gelişimin sonucu olarak bir parçada özerklik elde eden yönetim,  aşiretçiliği aşamayıp, daha da kötüsü sömürgecilikle neredeyse birleşerek kendi insanlarına silah çekmenin mengenesinde boğulmakta, diğer parçadaki süregelen ve enternasyonaliz bir nitelik kazanan mücadele ise sürdürdüğü savaşın ağırlığı tüm parçalarla beraber taşımanın yükünü ve birlikteliğini örmeye çalışmaktadır.

   Savaş sorunun en sert bir şekilde gündeme konulmasıdır. Sömürgeciliğin böylesine boyutlanmış bir meseleyi savaşın seçeneklerinden biri olarak zamana yayması, karşı cepheyi zayıflatmak amacıyla, beyinleri işgal etmesi ve mümkünse ve yapabilirse kendisine karşı bir avuç kararlı savaşçı kalacak ve askeri üstünlükle yok edilecek şekilde kazanması hesapları geçerliliğini sürdürmektedir. Bu nedenle sadece “terör” kelimesine hapsederek tüm dünyada bir diplomasi yürütmesi ayrıca değerlendirilmelidir.

    Savaşın çeşitli evrelerinde kimi insanların korku, hayatta kalmak, elde ettikleri maddi birikimleri korumak veya çıplak şiddetle karşılaşmamak adına savaşın doğrudan tarafı, sömürgeciliğin açık hedefi olmamak gibi bir tavır takındıkları veya sömürgeciliğe el uzatmak gibi tercihleri söz konusu olabilir. Karşımızda duran sömürgecilik tarihsel olarak değerlendirildiğinde, bilinen sömürgecilik anlayışını fersah fersah geçmiştir.

En önce kimliği reddetmektedir. Bir defa kimlik reddedildi mi, geriye uğrunda savaşacak bir şey kalmayacaktır. Yazdığı tarih ile topraklarımızın, kültürümüzün geçmişten bugüne sahibi olduğunu, milli birlik ve beraberlik teranesinin sürekli mırıldanılmasını, iç diş mihraklar söyleminin kabul edilmesini ince ince islemektedir.

Artık TC sömürgeciliğinin hangi toprak parçasından, kaç kişiyle geldiği, neden geldiği, gibi sorular anlamsızlaşmakta, işgal ettikleri yerin doğal sahibiymiş gibi kabul edilmektedir.

TC bir bukalemun gibi sekil değiştirmekte, yeri geldiğinde “sol” maskeyi, yeri geldiğinde de “sağ” maskeyi takmakta, ITC-F genlerini kuşaktan kuşağa aktarmaktadır. Basit bir örnek vermek gerekirse: enternasyonal mücadeleyi esas alarak, isçi sınıfının mücadelesini yürüten siyasal yapılar istisnasız “Türk” veya “Türkiye” adıyla başlayan örgütsel oluşumlara gitmekte, asla “Kürdistan” diye başlayan bir örgütsel anlayışı taşımamakta, bu anlayışlara karsı da “milliyetçi” damgasını vurmaktadırlar. Ortak kurtuluş olacaksa bile “Türk” adi altında oluşmalıdır anlayışı baskın gelmektedir.

  Hiçbir savaş sonsuza kadar sürmez mutlaka barış masasında anlaşmaya varılır. Ancak bu anlaşma her iki tarafın iradesinin uzlaşmasıyla, hak ve hukuk temelinde gerçekleşir. Böyle bir irade olmadan ezilen tarafın her defasında barış adına uzattığı elin geri çevrilmesi, aşağılanması bir noktada durmalı, uzatılan el, geriye çekilmelidir.

Böylesine keskin yürütülen bir mücadelede ister trajik, ister zayıflık isterse netliğe ulaşmamış kişiler en büyük tehlikeyi taşırlar. Yıllardır artık duydukça insanın midesini kaldıran, tiksinti verici boyutlara ulasan açıklamaların kimseye yararı yoktur.

  “M. Kemal bir mucizedir, Kürtler taşıdıkları travmayı bir kenara bıraksınlar”, “Barış için işlediğiniz cinayetleri unutmaya hazırız”, “Ölen askerlerinize başsağlığı diliyoruz”, “Ortak vatanımız”, “C. başkanı Türk, yardımcısı Kürt olsun…” Bu listeyi uzatabiliriz.

Her fırsatta “düşman” olmanın koşullarını sektirmeden gösteren bir devlet ve onun temsilcileri bunları duyunca şaşırıyorlardır. Tecavüz ettikleri, yaktıkları, sürgünlere, zindanlara attıkları ama yine de iradesini kıramadıkları Kürt cephesinden sanki bunlar yaşanmamış gibi açıklamalar gelince eminim “yaptıklarımız az bile” diyorlardır.

Bir ulusun onurunun bu kadar çiğnenmesi kadar kötü bir şey yoktur. Sömürgecilik hangi biçimde olursa olsun tam anlamıyla çırılçıplak bir şiddetten başka bir şey değildir. Anlayacağı tek dil: daha yoğun bir şiddet görmesidir. Açalım tarihi bakalım Osmanlı’dan TC’ye hangi halkın hakkini adilane teslim etmişlerdir, bir tek örneği bile yoktur.

Ya işgal edip kırımdan geçirerek diz çöktürmüşlerdir ya da kendilerinden daha büyük bir şiddetle karşılaşıp diz çökmüşlerdir. En yakın örneği Kıbrıs’ın işgal edilmesidir. Daha da yakını Güney Kürdistan’a adım adım yerleşmektir. Biraz daha yakını Afrin işgalidir.

 Diyojen kendisine “dile benden ne dilersen” diyen İskender’e kendisini rahatsız eden  sinekleri kovmasını söyler, İskender onu yapamayacağını söyleyince, tarihe mal olmuş ünlü sözünü söyler: “Gölge etme başka ihsan istemem…”

İlginizi Çekebilir

Ali Engin Yurtsever: 15 Ağustos’un ışığında
Ali Engin Yurtsever: Leyla’ya, Leyla’lara…

Öne Çıkanlar