Toplumsal sorunlar kitlelerin gözünde farklı açılardan görülür ve gerek sınıflar gerekse sınıf içinde yer alan yığınlar açısından da gereksinimlerine göre öncelikli olarak belirlenirler. Örneğin şehirde yaşanan trafik yoğunluğunun, köy yaşamı açısından beklenti olarak çözüme yönelik önceliği yoktur.
Tam tersi olarak da tarlaların zamanında ekilmemesinin de şehir yaşamı açısından bir önceliği yoktur. Bunlar birbirlerini ancak zincirin uzak noktasında yer alan birer halka olarak etkilerler.
Ancak bazı sorunlar, çözüm yolları görmezden gelinip reddedildikçe toplumsallığın belirli bir düzende akıp gitmesini engellerler ve bu durum gündelik hayatın bozulmasından ayrı olarak da en yalın deyimiyle toplumsal bir travma olarak karşımıza çıkar en sonunda toplumsallık ince bir yarık olarak başladığı ayrılmaya derin bir uçurum olarak devam eder.
Bu durumu biraz daha derine inerek incelediğimizde toplumsallığın bozulduğunu, var olan hukuk düzeninin terk edildiğini, kederler ve sevinçlerin ayrıldığını, ortak gelecek birliğinin dağıldığını ve hakim olan kaos durumunun tıpkı yuvarlanan bir kar tanesinin çığa dönüşerek insanları ve yerleşim alanlarını yok etmesine benzer bir felakete dönüştüğünü görürüz.
Böylesi bir sosyal ve siyasal sorunların çözümsüzlüğün yaşandığı toplumlarda, var olan nesnel gerçekliği tahlil etme ve çözüm bulma savıyla bir takım siyasal veya sosyal yapılanmalar öne çıkarlar ve bunu bir programla kitlelere ilan ederler.
Elbette toplum eşitsiz gelişim yasasına denk düşecek bir şekilde aynı eğitim ve öğretim düzeyinde olmadığı için programları tam anlamıyla inceleyip safını belirleyemez bu nedenle programı ifade edecek, kitleleri sürükleyecek kısa, anlaşılır ve unutulmaz sloganlara gereksinim duyulur.
Nedir slogan?..
Bir kimliğin oluşmasında, hedef kitleye ulaşmasında ve bir düşünceyi kolayca hatırlayıp tekrar edebilen ve kurumsal kimlik oluşturan öğelerden biridir, başka bir ifadeyle çarpıcı kısa sözlerdir. Aynı zamanda amaç ve araçları da tanımlar.
Örneğin “No Pasaran”, “Mahir, Hüseyin, Ulaş, Kurtuluşa Kadar Savaş ”, “PKK Halktır, Halk burada” gibi sloganlar bu açıdan birer ifadedir.
Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin sloganları içinde de zaman zaman belirginleşen “Yaşasın Halkların Kardeşliği” sloganı da yaşam alanı bulan ve tekrar edilegelen bir slogandır ancak nesnel duruma bakarak bu sloganın üretilmesi, dile getirilmesi ve ne ölçüde gerçeklikle bağının bulunduğunu incelemek yararlı olacaktır.
Çünkü bu slogandan neyin amaçlandığı, halk toplulukları tarafından ne ölçüde benimsenerek dile getirildiği ve o halk toplulukları içinde geleceğe dönük olumlu bir kimlik üretip üretmediği tartışma konusudur.
“Kardeş”lik tanımı birçok metinde dile getirildiği gibi 1948 BM Insan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 1. maddesi olarak da işlenmiştir. “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar”.
Hukuksal olarak da: aileden, atadan kalan mirastan eşit faydalanmak, hukuksal olarak üstün/ayrıcalıklı sahip olmamaktır diyebiliriz. Bunun dışındaki tanımlar büyük ölçüde tarihsel dönemlere veya halklar arasındaki ilişkilere göre kullanılan tanımlardır.
Bu sloganın hayatımıza girmesinin net bir tarihi belirsizdir, en güçlü görünen veri Deniz Gezmiş’in idam sehpasında dile getirdiği ölümsüz an’dır. Belirginleşmesi ise 90’lı yıllardan itibaren olmuştur.
Muhtemelen amaçlanan: Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin mücadelesinin, geçmişte soykırıma uğrayan bir halkın varlığının kabulü ve anayasal hakkının tanınması bu amaç uğruna mücadele ederken “düşman”ın başka bir halk değil, kurulu devlet sistemi olduğudur.
Bu nedenle hangi halk olursa olsun düşman değildir, tam tersi dayanışma içinde olunması gereken bir öznedir. Hayatın doğal akışı içinde bu sloganın hedef halkı olan ve kendini “Türk” kimliği içinde anlamlandıran halkın bu slogana destek verip sahiplenmesi gerekirdi.
Çünkü bir yandan kurulduğundan beri sosyal ve siyasal olarak ezilmekte, bir avuç oligark tarafından soyulmaktadır. Diğer yandan ise ekonomik kaynakların büyük bir çoğunluğunun savaşa harcandığı için kendisine sadece “vergi ödemek” kaldığını, kurulduğundan beri sürekli olarak görece de olsa “demokrasi” adını verdikleri sistemin “insan hakları’ bölümünün işlemediği bir yaşamda “insan” olarak neye hakkının olduğunu bilmediği bir halkın “bıçak kemiğe dayandı” diyerek ayağa kalkması gerekirdi ancak devlet ve ideolojik aygıtlarının güçlü oluşu, kendini sürekli tekrar ederek üretim ilişkilerini yeniden yaratması, oluşturduğu “düşman, vatan, millet, din, bayrak” gibi öğeleri ayakta tutması Türk halkının olumlu yönde gelişimini engellemiştir.
/* Devam edecek…/