İktidarın başarısız Gara operasyonu üzerine yapılan tartışmalar bir kez daha “kutsal devlet” anlayışını veya algısını duvarına çarpmaya başladı. İktidarların politikalarına, uygulamalarına, yaklaşımlarına muhalif olanları, itiraz edenleri, sorgulayanları bastırma, susturma ve cezalandırma aracı olarak devletin kutsallaştırılması, eleştirilemez olması bugünün veya yakın tarihin bir sorunu olarak karşımıza çıkmıyor. Bu, Osmanlıdan günümüze tüm muktedirlerin başvura geldiği bir siyasal gelenek/alışkanlık, davranış ve akıldır.
Perşembe akşamı Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum HaberTürk televizyonunda Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’a yönelik eleştirilere tepki göstererek : “Bugün Fahrettin Bey olur yarın Ahmet Bey olur, başkası olur. Sonuçta devletin ihtiyaçları üzerinden ortaya koyduğu yaklaşıma ‘hesap vereceksiniz’ demek, devletten hesap sormak demektir” diyen Uçum, “Eleştirileri oradaki sorumluluk üstlenmiş aktörler üzerinden yapabilirsiniz, gerekli duyuruları yapabilirsiniz. Ama kurumsal olarak bu yapıları karşınıza alırsanız siz devleti karşınıza almış oluyorsunuz” ifadeleriyle sahip oldukları zihniyet dünyasını ortaya koydu.
Devlet ile özdeşleştirilen Fahrettin Altun’un, daha dün AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin’e sosyal medya hesabından çirkin sözler paylaştığı savıyla suç duyurusunda bulunduğu Mert Yaşar’a “mahlûk” ifadesini kullanan kalibrede bir şahsiyet olduğunu da hatırlatmak isterim.
Bu ne ilk karşılaştığımız bir şey ne de sadece danışmanlara ait bir yaklaşım, davranış. Son beş yıldır AK Parti’nin politikalarının eksenini oluşturan bir yaklaşım. Muhalif kimliğe sahipseniz, bırakalım iktidarın her hangi bir tasarrufunu veya politikasını eleştirmeyi veya iktidarı suçlamayı, sıradan AK Parti mensubunu eleştirmek vatan hainliğiyle, devlet, millet düşmanlığıyla suçlanmaya yeterli olabiliyor. Bunun en tipik örneğini 1211 gündür hukuksuz bir biçimde tutuklu olan Osman Kavala oluşturuyor.
Mağdurun muktedir oluşu
İlginç olan, bugün “devletten hesap sorulmak isteniyor, devlet eleştiriliyor” veya “devlet kurumları eleştirilerle yıpratılmak isteniyor” diye şikâyet edenler, yakınanlar, kendilerini devletin sahibi olarak görenler, algılayanlar; siyasal varoluşlarını devlet politikalarına, uygulamalarına itiraz ve eleştiri üzerinden gerçekleştirdiler.
AK Partinin, iktidarının ilk on yılında, Kürt, Ermeni ve Alevi sorunlarına yönelik sözleri, sivil ve askeri bürokrasi ve atanmışlarla ilgili yaptığı eleştiriler, yarattığı beklentiler herkesin hafızasında tazeliğini koruyor. İnsanın aklına ister istemez devlet ne zamandır eleştirilmez oldu sorusu geliyor. Bunun yanıtı “eleştiriler iktidarı rahatsız ettiğinden beri” olabilir. Rahatsız edilmeniz daha çok süreceğinden emin olabilirsiniz. Bu 21. Yüzyılın bir realitesi. Eleştirilmeye, suçlanmaya alışmak zorundasınız, başka yolunuz yok.
Politikaları, uygulamaları, sorumluları eleştirmeyi kurumları yıpratmak, devleti karşıya almak olarak tanımlamak yanlış ve çarpık mantık yürütmektedir. Eleştirilmeyen, sorgulanmayan hiçbir şey gelişemez, değişemez ve yanlış düzeltilemez. Esas olan eleştirinin suçlamanın nasıl yapıldığıdır. Yeri geldiğinde devleti de, hükümeti de, diyaneti de, orduyu da eleştirilmek gerekir. Hiçbir kişi ve kurum dokunulmaz değildir. Her eleştiri yapanı, karşı duranı bölücülükle, teröristlikle, yerli ve milli olmamak suçlamak hiçbir biçimde şimdiye kadar kurtuluş yolu olamamıştır.
AK Parti’nin ilk yıllarında 12 Ağustos 2005 tarihinde, Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakan sıfatıyla yaptığı, Diyarbakır’da TOKİ evlerinin tapu dağıtım törenindeki tarihi konuşmasından bir bölümü buraya alıyorum: “Her ülkede geçmişte hatalar yapılmıştır. Her ülke geçmişinde zor günler yaşamıştır. Türkiye gibi büyük bir devlet ve güçlü ülkede pek çok zorluğun harmanından geçerek bugünlere geldik. O nedenle geçmişte yapılan hataları yok saymak büyük devletlere asla yakışmaz. Büyük devlet, güçlü millet kendisi ile yüzleşerek, hatalarını ve günahlarını masaya yatırarak geleceğe yürüme güvenine sahip millet ve devlettir. İktidarımız bu bilinçle ülkede hizmete soyunmuştur. Ben milletimin ve devletimin öz güvenine, tarih bilincine ve coğrafya şuuruna inanan bir kadronun Başbakanı olarak huzurunuzdayım.”
Bugün içinde bulunduğumuz siyasal, kültürel tablo, bir anlamda 19 yıl içinde mağdurun, muktedir konumuna yükseliş serüveninin son tırmanış noktasını gösteriyor.
Başarısızlıkla sonuçlan Gara Operasyonuna yönelik muhalefet partilerinin eleştirilerinin MHP lideri tarafında “PKK yöneticisi Murat Karayılan ağzıyla” konuşmak olarak tanımlanması ise bastırma çabasından başka bir şey değildir. AK Parti, MHP kendilerine yönelik her eleştiriyi milli mesele olarak tanımlama yoluna giderek korunmaya çalıyorlar. Bu nafile bir çaba. Sadece şimdilik Meclisteki bazı partileri tedirgin edebilirler.
Muhalefet
İktidar bloku, Gara Operasyonu öncesinde olduğu gibi muhalefet partilerinden “milli dava” desteği göremediği için bu kez çılgına dönmüş durumda. Uzun süre içerde ve dışarda sorgulanacağı açık olan operasyon konusunda elinin daha da zayıflayacağının farkında olarak saldırganlaşıyor.
CHP liderinin Gara operasyonu konusunda iktidara yönelttiği beş sorunun isabetli sorular olduğu çok açık. Keza “13 devlet görevlisinin operasyonda ölmesinin sorumlusu Cumhurbaşkanı’dır” demesi de siyasi sorumluluğu işaret ediyor. Buna dahi tahammülsüzlük, İktidar partisine ve ortaklarında paniğe yol açtı.
Ortada, iktidar ortağı partilerin abarttığı gibi muhalefetin bir karşı duruşu yok. Ne CHP, ne İYİ parti İktidarın politik alanın dışına çıkabilmeyi becermiş değiller. AK Parti, MHP ittifakının politika ve yaklaşımlarına karşı ses yükseltmeyi yeterli görmek, çıkmaz sokaktan yürümektir. CHP’nin eleştirileri devletçilik ekseninde, İYİ Parti’nin karşı duruşunun temeli ise Türk milliyetçiliği ekseninde dile getirilen eleştiriler. İktidarın ve muhalefetin bu paralelliği, sorunun kronikleşmesinden başka bir sonuç doğurmuyor. Barış daha da gecikiyor.