Telefonun zil saati 4:30’a kuruluydu, gün güzel başlasın diye Vivaldi’in 4 mevsimine ayarlanmıştı…
Dünlerden kalma tüm yorgunluğuyla kalktı Sabriye…Elleri uyuşuyordu, salladı ellerini, kan yürüdü ellerine, rahatladı. Yüzüne soğuk bir su çaldı, aynadaki yüz yorgun ve çökmüştü…
Bir zamanlar umutla, aşkla girdiği bu ev, onu mutfak, çocuk ve yatak odası üçgenine mahkum etmişti… Boynundaki bıçak izine dokundu , bıçak izini sevdi…Bu yarayla hareket etmiş, zincirlerini kırmıştı. Dışarıdaki devlet zulmünün bir devamı olan evdeki eril devleti de yıkmıştı…
Bir fincan kahve içip, saat 5’i 12 gece ilk otobüsü almalıydı.
Ağır bir işçiydi Sabriye, üç çocuğu vardı, bütün yük onun omuzlarında, aşınmış bir kürek gibi duran ellerindeydi…Bir zamanlar peri masalları hayaliyle süzülerek girdiği bu ev onun cehennemine dönüşmüştü…
Bir kez daha boynundaki bıçak izine dokundu, bin kez daha sevdi yarasını…Tüm feodal baskılara rağmen ayrılmıştı kocasından, bir başına çocuklarıyla hayat mücadelesindeydi…
Bisikletiyle otobüs durağına kadar gidecek, kentin meydanına varacaktı sonra metroyla başka bir kasabadaki işine varacak saat 6’da iş kartını basacaktı.. Vagonlara, işçiler biniyordu, vagonlardan işçiler iniyordu, kadınlı erkekli emekçiler…
Sabahın alacasından, akşamın karanlığına kadar işçiler vagonları doldurup dağılıyorlardı iş yerlerine..
Newy York’taki yangın yerinden 129 kadın işçinin yanmış bedenlerinin kokusu yayılıyordu yeryüzüne…
“Haraket etmeyen, zincirlerini fark etmeyen” işçilerin üzerine 129 işçi kadının yanık kokusu..
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü yaklaşıyordu, (EMEK) Silinmişti Kadınlar günüydü artık. Eğlenceler tertiplenip yeni pazar arayışları gelişiyordu. Tek düşmanımız erkeklermiş gibi her yer kızıldan arındırılıp mora boyanıyordu…
Elleri uyuşuyordu Sabriye’nin salladı ellerini kan yürüdü ellerine…Taşeron firmalar vardı artık beş kişinin yapacağı işi bir kişi ter kan içinde, bir köpek leşi gibi sürüklenerek bitirecek, Hans’ları Sibel’leri zengin daha zengin edecekti…
Hans’lar Sibel’lerle çoğalacak, emekçileri birbirine parçalatacaktı…
Sermaye destekli her dakika kadınlar öldürülecekti, cinayetler işlenecek, uyuşturucu, seks pazarları, genişleyecek daha çok silah üretilecekti…Ve Medya bütün bunları ayakta alkışlayıp destekleyecekti.
” Ne kadar cahil olursan, o kadar iyi” olacaktı nasılsa.
Sibel, patronuydu Sabriye’nin lüks bir villada oturuyordu, altında son model arabası, hizmetçileri vardı… çocukları özel okullarda eğitim alıyorlardı, hiç bir sorunu yoktu. Elleri yumuşacık tırnakları takma nakışlıydı, suya sabuna dokunmamış Sibel, devletin koruduğu güçtü. Sabriye ile nasıl aynı günü, aynı duygularla kutlayacaktı ki?
Ya Opel’in sahibi Hans? …
Elleri uyuşuyordu Sabriye ‘nin, salladı ellerini, kan yürüdü ellerine… Geçinebilmek için, kimsenin hakkını yememek için akşam işine yollandı..” Hareket etmiş, zincirlerini koparmıştı..
Küçük tepeleri aşa aşa, dağa tırmanan emekçi kardeşleriyle beraber her şey daha iyi görünüyordu…8 Mart Emekçi Kadınlar Günü, Patronların yaktığı 129 kadın işçinin köz olmuş bedenleriyle yeryüzüne savruluyordu…
Dertleri vardı Sabriye ‘nin , Sibel’lerin, Hans’ların dertlerine benzemeyen..Emeğinin karşılığında iyi bir ücret, her yıl yükselen kira sorunu, çocukların eğitim ve beslenme sorunu, göçmen olarak yerleştiği bu ülkede güvenli ve eşit yaşayabilme sorunu…
Elleri uyuşuyordu Sabriye’nin, salladı ellerini emekten yana, kan yürüdü ellerine…
Dışarıda 8 Mart havası vardı..Meydanlar öyle kalabalıktı ki. Sibel’ler, Hans’lar bir avuç kadardılar…