Halil Uysal’ın anısına…
Dağ çiçekleri gibi ölmeliydi Halil…
Onun dağlara sevdalı hayatı bir dağ çiçeğinin hayatı gibi sona ermeli; dağ çiçekleri gibi ölmeli, üzerinde çiğ taneleri öyle gömülmeliydi..
Bir dağ çiçeğiydi Halil..
Dolayısıyla kıvırcık saçlarını güneşin koynunda yakıp küle çevirmeli, tozlarını gümüş kanatlı rüzgarlara vermeli, özgürlük aşkıyla mühürlenmiş yüreğini dağlara sermeliydi.
Aynen böyle ölmeli, sonra da acılı halkına dönüp seslenmeli; ,işte böyle ölünür‘ demeli, ölürken ölümü yenmeliydi.
Yeni bir yaşama dağların yamaçlarında başlamış olan bu güzel insan, dağ çiçekleri gibi derin bir yalnızlık içinde kalbini hançerlemeli, şövalye misali başını ağır ağır göğsüne düşürmeli, gözyaşlarıyla birlikte toprağa süzülmeli ve bir yıldız gibi hızla kayıp gitmeliydi…
İlenmeden, sızlanmadan, kimseye bir söylemeden ve kimseden birşey beklemeden sessizce veda etmeli, hayallerinin özlemini yansıtan bembeyaz bulutlardan kefen giymeli, bahara hüzünle ‚hoşça kal‘ demeli, öyle çekip gitmeliydi…
Bahardan, doğadan ve yıllardır sesi soluğu olmaya çalıştığı kavgadan özgürleşmeli, kutsamış bir damla yağmur misali dağların doruklarından aşağı düşmeliydi…
Aynen böyle ölmeli, ölüm ona yenilmeliydi.
Halil’in yüreği yangın yeri olan biriydi…
Onun yüreğinin yangın yeri olmasının nedeni de hayalleriydi. Hayalleri Halil‘in yüreğini yakmış, küle çevirmişti. Hayatını peşinden koştuğu düşler biçimlendirdiğinden, kimsenin yapamadığını yapmaya girişmiş, büyülü bir hikayenin ardından gitmiş, dağların dili olmayı seçmişti.
Yıllardır peşinden koştuğu hayallerini yanmakta olan bir harita gibi yüreğine işlemişti. Süleymaniye‘den Dersim’e, Mehabat‘tan Kamışlo’ya kadar uzanan ve yangınlar içinde kıvranan yürek haritasının içindeki hayatları yakalamanın,; yakalayıp anlatmanın peşindeydi.
Halil, Kürd’ün acılı hayatını derinliğine yakalamak, yakaladığı hayatları elinden düşürmediği objektifinde yeniden yaratmak ve tüm dünyaya aktarmak istemekteydi.
Bu amaçla dağ dağ dolaşmakta, durmak nedir bilmemekteydi.
Yıllardır yaz kış demeden, Kürdistan’un kuş uçmaz kervan geçmez dağlarında Kürt halkının çalınmış hazinesi özgürlük düşlerini arayan Halil, yazdıkları ve yaptıklarıyla halkın ilgisini dağlara çekmekte, halkına umut ve moral vermekteydi.
Özgürlük hazinesinin dağların doruklarında saklı olduğunu bilen ve buna yürekten inanan Halil, Uysal olan soyadını bu nedenle Dağ yapmış, ruhen ve fiziken dağlarla bütünleşmişti.
Dağlarla öylesine bütünleşmişti ki birçok kez yaralanmasına ve yine birçok kez de ölümün elinden kıl payı kurtulmasına rağmen vazgeçmemiş, aşağı inmek istememişti.
Dağları özgür ülkesi olarak benimsemiş, dağlardan uzaklaşmayı asla düşünmemişti.
Ne var ki dağlardaki her çatışmadan, kendi deyimiyle ‚ yeni bir başlangıç için hayatını geri alan‘ Halil, bu kez onu geri alamadı. Bu kez büyülü bir hikayeye adadığı hayatını halkına ve dağlara armağan olarak bıraktı.
Hayatını anlamlı kılmak üzere bize dair büyülü bir hikayenin peşinden giden; doğup büyüdüğü Almanya’yı bu nedenle terk eden, yönünü bu amaçla dağlara çeviren ve dağlarla bütünleşen Halil, bir yazısında şunları anlatmıştı:
‘‘Bu dağlarda bir hayat yaşadım. Yani bu hikayenin içindeydim. Kıyısında değil, köşesinde değil,
tam orta yerindeyim. Savaşın; dağın, acının, sevincin, zorluğun ve sevginin kıyısında değil , orta yerindeyim. Bu dağlarda bir yaşam olacaksa, böyle olmalıydı. Bir ölüm olacaksa, o da böyle olmalıydı.
Bunu diyordu Halil…
Dediği gibi de oldu. Hayatını da, ölümünü de kendisi belirledi.
O bir dağ çiçeğiydi.
Dağlarda tıpkı dağ çiçekleri gibi de ölmeliydi.
Onun dağlara sevdalı hayatı bir dağ çiçeğinin hayatı gibi sona ermeli; dağ çiçekleri gibi ölmeli, üzerinde çiğ taneleri öyle gömülmeliydi.
Kıvırcık saçlarını güneşin koynunda yakıp küle çevirmeli, tozlarını gümüş kanatlı rüzgarlara vermeli, özgürlük aşkıyla mühürlenmiş yüreğini dağlara sermeliydi.
Aynen böyle ölmeliydi…,
Sonra da acılı halkına dönüp seslenmeli; , sizin yolunuzda işte böyle ölünür‘ demeli, ölürken de ölümü yenmeliydi.
Eminim cenazesinde kuşlar da olsun isterdi…
Uzak diyarlardan, dağlardan, ovalardan, okyanus kıyılarından sürüler halinde gelmiş kuşların geride bıraktığı defterlerin başına toplanmalarını isterdi.
Kuşlar sürüler halinde cenazesine gelmeli, asil ve acılı ruhu kuş sesleri eşliğinde sonsuzluğa gönderilmeliydi..
Halil böyle biriydi.
Asi ve asildi….
/Arşivden/