Uğur Güney Subaşı: Sahne

Yazarlar

 Hatırlıyorum da, o eski ve mutlu lise dünlerimde hakkını vererek iyi yapabildiğim ender işlerden birisi olduğu için sanki daha bir içten sevip sarmalamıştım basketbol oyununu. Sanki okul bahçesinde attığım her sükseli basket, karneye düşük sayılarla işlenen her feci nota karşı verilen okkalı bir cevap niteliği taşıyordu benim açımdan!

Elbette beni basketbol oynamaya iten tek motivasyon kaynağım kırık dökük de olsa bu sihirli spora olan doğal yatkınlığım ya da berbat olan derslerimi bir şekilde telafi etme telaşım değildi. O dünlerde benim için bir basketbol sahası, yüreğine koşulsuz olarak talip ve teslim olduğum dünyalar güzeli “kıvırcık” tarafından potansiyel izleniyor olmamın bana servis ettiği o doyumsuz heyecanla birlikte tüm coşkumu canhıraş bir şekilde sergileyebildiğim ve sadece bizim lisenin öğrencilerinin davetli olduğu bir açık hava sahnesiydi aynı zamanda.

Dolayısıyla tek pota basketbol oynamak için sahaya ya da bahçeye çıkan diğer lise arkadaşlarımın aksine zihinsel ve duygusal yolculuğumun bana hazırladığı tüm leziz sürpizlere talip olmak adına sahaya değil, var olan yeteneklerimi sergilediğim bir sahneye, bir performans podyumuna çıktığımı düşünürdüm o vakitler.

Zaman, azgın bir sel gibi önüne kattığı her şeyi sürükleyip yok ettiği gibi benim o tek kişilik sportif sahnemi de acımasızca yok etti ve itiraf etmem gerekiyor ki o ışıltılı podyumdan “zaman zoruyla” indirildiğimden beri kişisel hayatımda hiçbir şey ama hiçbir şey o “tek kişiye” sergilediğim “tek kişilik” gösteriler kadar beni mutlu etmedi, heyecanlandırmadı.

Geçen yıl diz çapraz bağlarımdan birisinin kopmasıyla acı içerisinde yarıda bırakmak zorunda kaldığım bir basketbol müsabakası, işte o podyumu, o sahneyi deliler gibi özlemiş olmamın beklenen bir sonucu ya da hasarıydı galiba. Zira o eski gösterilerde beynin verdiği “hareket emirleri” beden tarafından çok rahat bir biçimde hayata geçirilirken; şimdiki zamanlarda o sportif emirler, alınan fazla kiloların da etkisiyle hareket kabiliyetini fazlasıyla kaybetmiş vücut tarafından “karşılıksız çek” muamelesi görmekte ve hayal edilen ile elde edilen hiçbir zaman birbirini tutmamakta!

Nadide bir Çukurova sevdasından enerji depolayan o sportif gösterilere sahne olmuş sonsuz heyecanların er ya da geç bir gün sona ereceği “mıh gibi” ortadayken, her ne kadar bir zamanlar kendilerini çok başarılı ve yenilmez hissetmiş olsalar da hükmetme sevdasıyla kurulmuş o gösterişli, o ışıltılı podyumların, şimdilerde yandaşlara uygulanan “yerli ve milli” nefret tenefüsleriyle ya da suç ortaklarına dağıtılan kamu rantlarıyla güç bela ayakta tutulmaya çalışılan o kudretli sahnelerin zamanı ve yeri geldiğinde paldır küldür ortadan kalkacağı, kilometrelerce uzakta kurulan bir tripod ve bir amatör kameraya yenik düşecek kadar savunmasız kalacağı son derece açıktı aslında.

İşte gerek haklarını aramak için sokağa çıkan her kesimden herkesin, gerekse de bir cafede kız arkadaşıyla etliye sütlüye bulaşmadan sakin sakin oturmak varken hemen yanı başında rejimin milis kuvvetleri tarafından vahşice tepelenen “insanlığa” karşı vazifesi olduğunu hatırlayarak itiraz etmekten zerre çekinmeyen yürekli yurttaşların, bu vahşete tanık olan her gerçek basın emekçisinin, yani özetle ağzını her açanın karga tulumba göz altına alınmasının, ters kelepçeyle susturulmaya, sindirilmeye çalışılmasının ve istenilen “diz çökme” elde edilemeyince de “el yükseltilip” göstere göstere yok edilmesinin sebeb-i hikmeti; haramdan, suçtan ve ayıptan imal edilmiş bu köhnemiş, bu rezil “sahne”nin önünde sonunda tekmil-i birden yerle bir edilecek olması gerçeğinin mümkün olduğunca geciktirilmesi telaşıdır, hayalidir, daha çok da inadıdır.

Ki zamanın doğal akışına şımarık bir meydan okuma olarak rahatlıkla adlandırılabilecek bu tehlikeli inatlaşma sürdüğü ve yayıldığı müddetçe, sadece cari siyasi iktidarın ya da zamana yenik düşmüş eski bir lise öğrencisinin değil, tüm varlıkları hunharca yağmalanmış, tüm kurum ve kuruluşlarıyla adeta enkaz haline getirilmiş koca bir ülkenin sahnesinin de ortadan kalkacağı, kaldırılacağı aşikardır. Üzgünüm ama, gidişatımız da tastamam bu istikamettedir.

İlginizi Çekebilir

Hasip Kaplan: Çözümün tarafları
Oktay Candemir: Balıkçı, ‘Bayramdan sonra Kürt meselesinde yeni gelişmeler olacak’ diyor

Öne Çıkanlar