Gözlerimizi acılarımıza kapatamayız
Gözlerimizi acılarımıza kapatırsak eğer
Köksüz ve ruhsuz bir ağaca döneriz
Ve; çok sürmez, çürür gideriz…
Bir Afrika özdeyişinde böyle diyor ve biz belki de bu nedenden ötürü hala geçmişe dönük yaşıyor, geçmişin acılarının peşinden koşmaya, koşarak kanamaya devam ediyoruz.
Köksüz ve ruhsuz bir ağaca dönüşmek, çürüyüp gitmek istemiyor, bu yüzden gözlerimizi geçmişte yaşanmış acılara kapatmayı düşünmüyor, bunu yapmıyor, yapamıyoruz.
Bizi geleceğe götürecek olan yolun geçmişi unutmamak; hatırlamak, hatırlatmak ve hesabını sormaktan geçtiğini biliyor, enerjimizin çoğunu bunun için harcıyor, orada sağalmak, yaralarımızı sarmak ve sağlıklı bir biçimde geleceği kucaklamak istiyoruz.
Tarihin karanlığına gömülmüş ne varsa bilmenin, yüzleşmenin, yasını tutmanın ve hesabını sormanın peşinden koşuyoruz.
Geçmişin acılarıyla yüzleşerek hem ruhsal yüklerimizden özgürleşmek, hem de bugüne taşınmış kadim sorunu çözmek ve böylece insan onuruna yaraşır bir geleceği inşa etmek istiyoruz.
Bunu sadece kendimiz için de değil, aynı coğrafyayı paylaştığımız hem benzer acıları yaşayan halklar hem de acılarımızın ve ahımızın altında ezilen; ırkçı, talancı, imhacı zihniyetin kirlettiği ve insanlıktan çıkardığı ‘egemen ve ezen ulus’ için de istiyoruz…
İnsanlığın ve uygarlığın beşiği olan çok uluslu, çok dinli ve çok kültürlü kadim coğrafyamızda kendisine benzemeyene ve biat etmeye düşmanca ve barbarca davranan; coğrafyaya ayak bastığından bu yana soykırım ve katliamlarla ayakta kalmaya çalışan ırkçı idare geçmişte işlediği suçlarla yüzleşmeden ve bunun hesabını vermeden hiç kimsenin bu topraklarda huzur içinde, özgürce ve kardeşçe yaşayamayacağını biliyoruz.
Bu yapılmadan, bu kanlı ve kirli ırkçı zihniyet tasfiye edilmeden bir arada kardeşçe ve özgürce yaşamak mümkün olmayacak; çatışma son bulmayacaktır.
Halklarımızın ortak vicdanı kadar ,insanlığın da ortak vicdanı, geçmişin yasını tutmayı ve bunun insanlığın gelişimi yolunda saygıyla anlamlandırmayı gerekli kılıyor.
Dolayısıyla geçmişten geleceğe uzanan yaslı tarihimizle yüzleşmek, ruhu ezen acılı ve kanlı yüklerden özgürleşmek, bunun mücadelesini sürdürmek gerekiyor.
*
Çoğu kadın ve çocuk 15 bin masum insanın acımasızca katledildiği Zilan Deresi Katliamı da yaslı tarihimizde kanamaya devam eden acıların başında geliyor…
1930 yılı Temmuz ayının ilk haftasında Türk ordusu Van ili Erciş ilçesi sınırları içindeki Zilan Deresi’ne yönelik bir harekat başlattı.
İlk olarak bölge bir uçtan diğerine çembere alındı. Zilan Deresi‘nin iki yakasındaki bütün köy ve meralar adım adım kuşatıldı ve kimseye kaçma imkanı bırakılmadı.
Ardından 13 Temmuz günü düğmeye basıldı.
- Kolordu Komutanı Salih Paşa’nın (Omurtak) emriyle Ağrı isyanına destek verdiği gerekçesiyle Zilan köylerine ‘tedip ve tenkil‘ uygulanmaya başlandı.
Köyler yakıldı, yaylalar, dağlar, meralar bombalandı. Köylüler genç yaşlı, kadın çocuk demeden bazen tek tek, bazen topluca kurşunlandı.
Türk askeri kısa sürede Zilan‘da 15 bin cana kıydı. 200’e yakın köyü yakıp yıktı ve on binlerce insanı esir aldı.
Esir aldıklarını kafileler halinde sürgüne yolladı. Sürgüne gönderilenlerin malları ve mülkleri de ellerinden aldı.
1930 yılı yaz aylarında Zilan vadilerinde insanların bıçaktan keskin acıları ve kulakları sağır eden çığlıkları birbirine karıştı.
Haykırışlar, beddualar, çaresizliğe ve kimsesizliğe isyanlar günler geceler boyu yankılandı durdu ancak, bunları duyan, bu insanlara sahip çıkan ve merhamet eden olmadı.
Olmadı zira, karşıda Türk devleti vardı. Devlet ise adaletten, merhametten insanlıktan uzaktı ve Kürd’e düşmandı.
Ordunun Zilan’da katliam yaptığı günlerde dönemin başbakanı İsmet İnönü yaptığı açıklamada, ‘aldatılmış ve yolunu şaşırmış dağ Türklerine (!)‘ yapılan katliama destek verdi.
İnönü, ‘bu ülkede Türklerden başka kimsenin hak talep etme hakkı yoktur‘ dedi.
Ferman böyledi…
Zilan’ın ezilmesi ve Kürtlerin katliama uğraması için bu kadarı yeter (!) sebepti…
Bu sebepten dolayıdır ki Zilan’da yaşanan acılar bugün bile tazeliğini koruyor.
Zilan yarası da kanamaya ve kanatmaya devam ediyor!
/Arşiv/