Mardin’de terzi olsaydım, eflatun uykulara uyumuş bir ispanyol çingenesinin rüyasından dikerdim elbiseni.
Eteklerine Endülüs’ün rubai hafızlarını işlerdim, Cebelitarık kayasınıın karanfil kâşiflerini…
Yengemin çocukken Tarsus’ta gördüğü katmerli nar çiçeklerini, uzun kış gecelerinde keten bir mendile dökerdi ablam. Tarsus’tan Karlıova’ya yolun uğuru, babam ve kar tanelerine kalırsa, bir keten mendilin görebileceği en güzel nar çiçekleri ablamın elleriymiş.
Elbisene ablamın ellerini işlerdim…
Göynük ovasına bahar gecikmeye görsün; annemin verdiği üç küme çeyizlik kümülüs bulutun kenarına, ablam, Mîrgemîr baharından seçtiği çiçekleri iğne oya ile dönerdi.
Herkes her çiçeği gördükten sonra, bohçalara sarmalayıp sandığına kaldırırdı annem. Güveler yemesin diye de, her küme bulutun üstüne kurumuş nane yaprakları koyardı.
Mardin’de terzi olsaydım, Fenike moru üç top kümülüs buluttan dikerdim elbiseni. Eteklerine bayram şekerlerimi işlerdim, yatılı okuldan dönüşlerimi.
Ablamın çeyizinden söz edilsin istemezdi babam . Onun bir gün evden gidecek olması, göğsünün üstünde her gün biraz daha büyüyen bir kaya gibiydi. Bir savaşın ertesine dönerdi gözlerinin akı, mavisine keder olurdu. Babam ağlardı.
Mardin’de terzi olsaydım, babamın gözlerinin gülen yerinden dikerdim elbiseni. Eteklerine, Akdeniz’e yamaçtan bakan bir köyün, pencereleri sardunyalı beyaz evlerini işlerdim.
Kırağılı bir güz sabahında gelin gitti ablam. Kınalı ellerini de götürdü. Ablamın giden elleri, göçüp giden rengarenk obaların boşluğunu bıraktı evimizde. İsmini hiç bilmediğimiz çiçekler soldu.
Gördük ki, bir gün herkes büyüyecek, bir gün herkes gidecek, bir gün herkes ölecek.
Mardinde terzi olsaydım, sana, yaban elması kokan, kavak elası upuzun bir ömür dikerdim. Babil’in asma bahçeleriyle dönerdim eteklerini. Biri makam-ı rasttan, diğeri nihavent, iki de şarkı işlerdim.