Darmstadt kentinin kuzeyinde tam 21 yıldır “güzelliklerin önünde bir engel” (ki bu mimarın kendi deyimidir) bir bina duruyor. Orman sarmalı bu devasa bina sadece 18 ayda yapılmış. Binaya hangi cepheden bakarsanız bakın, size ayrı bir güzellik sunuyor. Sanki çocuklar ellerini çamurlu toprağa belemiş de rengarenk toprak katmanlarından ayrı bir dünya yaratmış…
Yapımında tuğla kullanmış yapı sanki sizi masallar diyarında bir gezintiye davet ediyormuş gibi duruyor. 1048 pencereli, 105 daireli bu yapının hiçbir penceresi aynı değil. Hiç bir kapısı, hiçbir mutfağı , hatta iç dairelerde döşenmiş fayansları bile aynı değil. Yerlerdeki döşemeler, sanki yere çalınıp kırılmış, kırık parçalar bölünüp birleştirilmiş gibi bir tamamlanmışlık duygusu yaratıyor.
Duvarlar rengarenk; uyum içinde dans eden renklerle döşenmiş. Dışarıdan bakıldığında sihirli bir elle yapılmış izlenimi veriyor. Sıra dışı kat planları, odaların ortasına yerleştirilmiş renkli sütunlar sizde bir masal dünyasının ortasındaymışsınız hissi yaratıyor.
Yeşillin her tonundan ilham almış mimar Frederich Hundertwasser’in, “Cennetleri ancak kendi yaratıcılığınızı, doğanın özgür yaratıcılığıyla uyum içinde yaratabilirsiniz” sözü tam da Darmstadt’taki bu Hundertwasser Haus (Yüzsu Evi ) için söylenmiş gibi…
Orman sarmalı bu binanın iç geçişinde kaldırım taşları bir su dalgası şeklinde düzenlenmiştir…İki iç avluda ağaçlar, çiçek ve çalılıklar yeşermiştir. Hemen önünde bir dere ve koyu yeşil bir gölet, gölette özgür ve dingin dolaşan ördek sürüleri bulunmaktadır.
Hundertwasser, düz çizgiyi “tanrısız” ve “yaratıcıs olmayan” olarak tanımladı ve bu yüzden yaptığı bütün binaları düzensiz sarmal köşelerde birleştirdi. Yapıtlarının tepesindeki soğan kümbetleri biraz da gözyaşını andırıyor…Yaptığı her yapıtı mutlaka su birikintileri ile birleştirmiştir. Ona göre, “gökyüzünden yağan yağmurla, gözden dökülen gözyaşı damlaları aynıdır…”
Düz çizgi ona göre ” Nazi” yapısıdır bunun karşılığı olarak da sarmal, köşeli, sıradışı binalar inşa etmiştir. Binanın avlusunda kırık seramik parçalarıyla işlenmiş resmi ,o öldükten 6 ay sonra, binanın bitiminden hemen sonra buraya kazınmış. Adeta işte bunu ben yaptım dercesine.
En tepesindeki ağaçlar, balkonlarda sarkan ot ve sarmaşık gülleri, bu çocuksu yapıya masum bir görüntü verse de, gelecek kuşaklara ve çocuklara önemli mesajlar da gönderiyor.
Bu yapıya bakarken birazdan kırmızı başlıklı kızın birazdan, yaşadığı dört duvar arasından çıkacağına , ormanın gizemini keşfedeceğine ve kurda karşı ( Faşizm) zafer kazanacağına tanıklık edersiniz.
Ya da, daha düne kadar İsviçre, dağlarında yoksul Heidi’nin hizmetçi olarak gönderildiği çiftlik evinin kapısını kırıp ,çıplak ayaklarına ayakkabılarını giyip bu yapıya koşarak geldiğine tanıklık edersiniz. Bir de buranın şekilsiz cam parçaları Sinderella’nın bir ayakkabıyla tanınamayacağını ispat eder gibidir…
Bu harika binaya daha ne anlamlar yüklenir, neler neler anlatılır, kim bilir?
2.Dünya Savaşı Viyana’sında yıkılmış, viran olmuş evler, evlerin içindeki ürpertici boşluk, dehşetengiz sessizlik ve terk edilmişlik…İnsanlar öldürülmüş, kent katliamdan geçirilmiş ve yakılmış evlerin duvarları kanadı kırık kuşlar gibi yerlere serilmiş…Küçük bir çocuk yıkık duvarların toz olmuş tepeciğine başını koymuş, yağmurun yerde oluşturduğu su dolu çukurları başı yerde izliyor…Suyun rengi koyu, suda yansıyan evlerin renkleri koyu…Toprak,ağaç ve şekilsiz evler…
Faşizmin geride bıraktığı koyu sisli evler…O çocuk 11 yaşındaki Frederich Stowasser’dir. Savaş sonrası Viyana harabelerinde aklında şekillenen bu slüetler onu, 20. yüzyıl Viyana’sının en önemli ve başarılı ressamı ve mimari yapacaktır…Sıradan insanlar için evler bu evler düz bir çizgide olmamalı, düz çizgiler Naziler için geçerlidir. O kararlıdır, bu kuralı yıkacak ve dışarıdan bakıldığında bu evlerin sıradan her halk için geçerli olacağını ispatlayacaktır…
Toprak üzerinde yaşanılan bir yer ve buralar bütün canlıların yaşama alanıdır ve çok renklidir, bu yüzden doğa ve hayvan haklarına da saygılıdır.
Frederich Stowasser, 15 Aralık 1928 ‘yılında Viyana’ da doğdu , annesi bir Yahudiydi ve kimliğini gizledi tek çocuğu olan Frederich Stowasser’ i Nazi eğitim kurumuna verdi..FakatStowasser ,burada mutlu değildi ,küçük yaştan beri resime meraklıydı ve sürekli çiziyordu resimleri anlamsız ve karışıktı kimselerin anlam veremediği türdendi. 1943 yılında ailesinden 69 kişi Naziler tarafından sınırdışı edildi ve öldürüldü. O, büyük annesi ve teyzesinin yanında yaşamaya başladı…Savaş sonrası bir çiftlikte hayvan bakıcılığı yaptı ve burası onun çizimlerinin dönüm noktası oldu…Doğanın renklerini suyun hayat damarıyla birleştirdi..Ve burada suyun ve yeşilin olağanüstü birleşimini keşfetti.
1948 yılında Viyana Güzel Sanatlar Akedemisi’ ne yazılır..İşin ilginç yanı bir zamanlar Hitler de bu akademiye üç kez başvurmuş ve ret cevabı almıştır.
Güzel Sanatlar Akademisi bir zaman sonra Nazi karşıtı Yüzsu Evleriyle dünyanın bir çok yerinde ” Güzelliklerin önündeki engel” olarak ”buraya bakmadan, burayı görmeden ve bilmeden geçmeyin” diye çağıracaktır.
Fransa, İtalya, Japonya, Almanya, Avustralya ve daha bir çok ülkelerde sanat sergileri açacak, satın aldığı arazilerde doğal çiftlikleri kurup, sıradışı binalar inşa edecektir. Frederich( ,Stowasser) soy adını değiştirerek yüz anlamını katarak ( Hundertwasser) olarak değiştirdi ve Yüzsu Evleri anlamıyla kaldı.
Manifestolar yayınlayıp hayvan hakları için çıplak konuşmalar yaptı. Avusturya’nın Avrupa Birliğine katılmasına karşı çıktı, birlik onun için bağımlı olmanın da bir adamıydı.
İlk evliliğini Herta Leitner ile 1958 yılında yaptı ve bu evliliği iki yıl sürdü. Daha sonra Japonya’lı Yuko Ikewada, İle yaptığı evlilik ( 1962- 1966) yine iki yıl sürdü…
Devasa sanat eserlerine imza atan Frederich Hundertwasser, özel yaşamında başarısız ve yalnızdı…Belki de bu yüzden eserlerinin binalarına hep soğan kümbetleri koydu, zira soğan dilimlendikçe ağlatan tek maddeydi. Mimaride insan olan , binayı savunan bir asi olarak gördü .Fakat özel yaşamı öyle değildi.
Onun eserlerinden biri yanımızda, yanı başımızda. Bu Darmstadt’ın sıradan halkı için de bir şans. Aynı zamanda Makdeburg, Napa vadisinde (ABD) şaraphane Viyana, Japonya, İtalya ve daha bir çok yerde onun eserlerini görmek mümkün. Nerede çarpık bir bina üzerinde soğan kümbeti bir yapı ile karşılaşırsanız bilin ki oradan 2. Dünya Savaşı!ndan etkilenmiş ve bunu sanatına yansıtmış Frederich Hundertwasser geçmiştir..
19 Şubat 2OOO yılında soğuk bir kış günü, Óuuen Elizabeth ll ,gemisiyle Yeni Zellanda yolculuğu sırasında 71′ yaşında kalp krizinden öldü.
Frederich Hundertwasser ,Yeni Zelenda’ daki kendi arazisi olan “Mutlu ölüler bahçesine” vasiyeti olarak çıplak olarak gömüldü. Mezarının başına da
yaşamını sembolize eden bir ağaç dikildi…
Bazıları bu mezarın boynu bükük laleleri olduğunu söylüyor…Belki de dünyanın her yerine, herkes için kuramadığı binaların hüzündür lalelerin boyun bükmesi…
Kim bilir..?