Düşünün, yeryüzünde yaşayan milyarlarca i̇nsanın yaşadığı bir hayatı yaşıyorsunuz. Umutlarınız, kaygılarınız, sevinçleriniz ve kederleriniz o insanlarla benzer duyguları taşıyor. Çalışıp çabalayıp elde ettiğiniz dükkanınız, ancak ailenizi zar zor geçindirmeye yarıyor, bu nedenle aile üyelerinizle beraber kendi dükkanınızda çalışıyorsunuz. Her sabah güneş doğarken evinizden çıkıyor, dükkanınıza gidiyor, komşu dükkan sahipleriyle kimi zaman şakalaşıyor kimi zaman da spor, geçim derdi gibi günlük sohbetlerle günü akşam ediyor, evinize gidiyorsunuz. ve günler ve haftalar ve aylar ve de yıllar böyle akıp gidiyor.
Birgün, ansızın, durgun bir nehir gibi akan hayatınız geriye dönüşü imkansız bir şekilde, gövdesinden koparılan incecik bir dalın kırılması gibi, elinizden kayıp yere düşen bir bardağın paramparça olması gibi dağılıp gidiyor. Bir anda oluyor herşey. Durgun akan nehre benzeyen hayatınız, birdenbire dalgaların çılgınca köpürmesi gibi üzerinize geliyor ve altında kalıyorsunuz.
Tarihler 14 Haziran 2018’i gösterdiğinde seçimler için Şenyaşar Ailesi’nin dükkanına gelen AKP’li haramiler kendilerine oy verilmeyeceğini öğrenince saldırdılar ve dükkanda başlayan saldırı furyası hastanede bittiğinde, Şenyaşar Ailesi’nin üç ferdinin yaşama hakları ellerinden alınmış, hunharca katledilmişlerdi. Yetmezmis gibi geriye kalanlardan biri ağır cezaya çarptırılmış, dışarda olan oğul ve anne ise “adalet arayışı” başlattılar.
Nereden başlamalı, hangi acıyı dile getirmeli? İşte Taybet Ana halen yatıyor, Cemile’nin bedeni buzlukta bekliyor, Ceylan iri gözleriyle bizlere bakıyor, Kemal nerde olsa tanıyacağımız kurşun sesiyle Diyarbakır ortasında vurulmuş yatıyor, Ekin’in onurumuza saldırılmak istenen bedeni Varto’nun caddesinde bekliyor, Mehmet Emin Özkan yürek yarası değil midir, ya Vartinis yangını, ya savaş uçaklarının bombaladığı Roboskî’yi kim unutabilir?….. Nereye sığdırsın Kürt halkı bunca acıyı, yüzyıl önce de yaşadığı kimyasal silahlarla zehirlenmeyi, tekrar tekrar yaşamayı hangi görmeze, hangi duymaza anlatsın? Bakmaya kıyılamayan, gencecik evlatlarının birer birer toprağa düşmesinin acısını nereye koysun?
Yasaklanan dilinin, hoyratça gasp edilen kültürünün, barbarlar tarafından çiğnenen toprağının kokusunu neresinde saklasın? Zindanlara, işkencelere, sürgünlere savrulan, paramparça edilen, uyuşturucu ve seks batağında boğulmak istenen hayatları nereye sığdırsın? Bunca zulüm hangi kitaba sığar? Hangi peygamber, hangi din, hangi Allah bunu kabul eder de, bunları yapanları cennetine alır?
Toplumsal yapı örgütlenmiş bir organizmadır. Bu organizma bürokratik bir tarzda sınıfsal egemenliğe göre belirlenen yasalar çerçevesinde toplumun hayatına yön verir. Sömürge olan halkların durumu daha ağırdır. Çünkü sömürgeci devletin yasalarına göre toplumsal konumlara sahip olurlar. Kendi benliğinin farkına varan sömürge birey artık farklı bir konumdadır. Geriye dönülmesi imkansız bir bilinç kazanmıştır. Artık farkındalığı hem kurtuluşa hem de tehlikeye giden bir yol kavşağıdır. Sömürgeci hukuk sadece kağıt üstünde hukuktur, sömürge ulusun bireyleri söz konusu olduğunda, kağıt üzerindeki hukuk maddeleri binbir dereden su getirircesine değişir ve o hak, sömürge bireylere karşı işlemez ve hatta bir silah olur.
Karşılaşılan her haksızlık duvarlara çarpıp geri döner. Her geri dönüş sömürge bireylerde önce öfke sonra da sömürgeci devlete karşı bir nefrete dönüşür. Bu öfke ve nefret örgütlenir ve o güne kadar tek toplum olarak kabul ettirilmeye çalışılan toplumun aslında iki toplumdan oluştuğu, aralarındaki tek bağın sömürgecilik ve sömürge ilişkisinden ibaret olduğu anlaşılır. Bundan sonrası uzun, ağır ve sancılı bir süreçten sonra eşit haklara dayalı ayrı veya konfederal bir örgütlenme olacaktır. Nesnel gerçeklik geçmişten bugüne değişmemiştir: sömürgeci ulus ile sömürge ulus hiçbir koşulda beraber yaşayamamışlardır. Görece demokratik Ispanya ve Katalonya örneği önümüzde duruyor. Bir defa ulusal bilinç yerleşti mi, geçmişin acıları hafızalarda ilk günkü yerini korur.
Şenyaşar Ailesi’nin adalet sağlanması adına yalnız bırakılması bizim utancımızdır, çaresizliğimizdir. Katillerinin hiçbir korku hissetmeden yaşamlarını sürdürmeleri de öyle. Sömürgeci partilere gidilmeye mecbur bırakılmasının düşünülmesi bile utanç kelimesinin ağırlığını karşılamaya yetmez. Katillerimizin oluşturdukları hukuktan adalet beklemeye mecbur bırakılan aile; bizim ailemiz. Bir düşünelim: duvara yazı yazdığı, slogan attığı veya sosyal medya paylaşımında bulunduğu için insanları onlarca yıl cezalara mahkum eden bir devlet hangi adaleti sağlayacaktır? Hangi Kurdîstanlı sömürge mahkemelerinde adaletin sağlandığına inanabilir? Tarihleri boyunca zulüm yapmaktan başka birşey bilmeyen bir devlet ve güruhu hangi eşitlik, hangi demokratik hakkı uygulayacaktır? Ailenin yalnız bırakılması ağır bir politik karardır, yapılan açıklamada “aile öyle istiyor” denilerek sorumluluktan kurtulunmaya çalışılması yanlıştır. Soralım o zaman: “Madem aile öyle istiyor, niye sahiplenmek zorunlulugunu hissediyorsunuz?”
Bu kabul edilebilir bir gerekçe değildir, her koşulda aile sahiplenilmelidir, asla yalnız bırakılmamalıdır. Aile hepimizin ailesi, katledilenler hepimizin katledilenleridir. Kisisel bir sorundan kaynaklanan bir katliam değil, sömürge ve sömürgeci ulus sorunundan çıkmış bir katliamdır. Adalet sömürge mahkemelerinde sağlanamayacaktır, bugüne kadar hangi ulusal soruna bağlı bir durumda adalet sağlanmıştır, hangi sömürgeci katil cezalandırılmıştır? Onbinlerce ölümüz, yaralımız var, yaşamlarımız darmadağın edildi. Elimizden alınan hayatlarımız var. Gençlikleri sömürgeci katillerin namlularında bitmiş ciwanlarımız var. Yok öyle adalet oyunu oynamak, yok öyle bizleri sömürgecilerin insafına mahkum etmeye çalışmak.
Birileri ceylan derisi koltuklarda otursunlar, cüzdanlarını doldursunlar, ekonomik kazançlar, siyasi rantlar sağlasınlar diye bedel ödemiyoruz biz, yeni “beylerimiz, ağalarımız, zenginlerimiz” olsun diye çırpınmıyoruz, bu hayattan en temel hakkımız olan kimliğimizi, insanca yaşamayı istiyoruz ve nasıl ki bizden zorla aldılarsa aynı şekilde ellerinden zorla alacağız. Çünkü bizler hiçbir çıkar gözetmeden hayatlarımızdan verdik, çünkü bizler Şenyaşar Ailesi’yiz, Roboskî’yiz, Taybet Ana’yız, Lokman Birlik’iz, Ceylan’ız, Cemile’yiz.
Demokrasi eksikliği, adaletsizlik, faşist diktatörlük ne dersek diyelim, dönüp dolaşıp en sonunda başa döneceğiz: Bu sömürgecilik sorunudur, kan ve gözyaşı döktürerek girdikleri hayatımızdan, kan ve gözyaşı dökerek çıkarılmalıdırlar, çıkarılacaklardır da…