Katılımcılık ve Çoğulculuk en demokratik temel haklardandır:
Biz, düşüncelerimiz ve önerilerimizle demokratik yaşama katkıda bulunmaya çalışıyoruz. İnsanların, partilerin, sendikaların, derneklerin yönetime katılmaları demokrasinin en temel haklarındandır. Bizde fikirlerimizle demokratik yaşama katkıda bulunuyoruz. Bu bir görevdir. Bu görevin yerine getirilmesinin engellenmesi demokratikleşmeyi engeller. Çağdaş demokrasilerde bırakalım partileri 10 üyeli dernekler, küçük vakıflar bile ülke yönetimine katılırlar. Yönetim üzerinde etki kurarlar. Şimdilik azınlık olan düşüncelerine taraftar toplar, iktidarın uygulamalarını etkilemeye çalışırlar.
Bunlar çoğulculuk ilkesinin gereğidir. Demokrasi tek sesli rejim değildir. İktidardakilerin ve devlet yöneticilerinin istediğini yaptığı, muhalefetin baskı altında tutulduğu bir rejim asla değildir. Muhalefet ve azınlığında çoğunluk durumuna gelip, iktidar olma yollarının tıkanmadığı açık rejimdir. Her kurum, kuruluş ve kişinin yönetime katıldığı rejimdir. Çoğulculuk demokrasinin en temel ilkelerinden birisidir. Bu ilke hiç kimse tarafından yok sayılamaz. Çok seslilik ve çoğulcu, …luk herkesin birbirine fikirlerini anlatabilmelerini gerektirir. Bir ülkede ne kadar fikirler serbestçe tartışılabiliyorsa, demokrasi o kadar gelişir.
Demokrasiyi hiç kimse, yalnız kendisi veya kendisi gibi düşünenler için istememelidir. Demokrasi herkes için istenmeli, hatta sizin gibi düşünmeyeler, zıtlarınız için istenmelidir. HEP demokrasinin çoğulculuk ve katılımcılık ilkelerinin bir gereği olarak kurulan, henüz iki yaşında bir partidir. Ancak, farklı düşünmenin, resmi ideolojinin tersini söylemenin bedelini çok pahalı ödüyor. Kurulduğu günden bu yana bütün engelleme ve baskılara rağmen, basının, TRT’nin çarpıtma, yanlış gösterme, savcıların sık sık dava açmalarına karşın büyüyor. Kontrgerillanın öldürme ve yaralamalarına rağmen büyüyor. Ama HEP’in büyüklüğü oy tabanıyla sınırlı değildir. Türkiye’de konuşulmayan, tabulaşmış sorunları konuşup, tartışarak, bu sorunlara çözüm önerileri sunarak büyük olmuş bir partidir. HEP’in programına koyduğu birçok sorun bugün başkaları tarafından tartışılıyor. İki yıl öncesinde “Kürt Sorunu” tabu iken, bugün diğer partiler bile kaçınamıyorlar. Bazıları “Kürt Raporları” bile hazırlıyor. Doğru veya yanlış, kendilerince çözüm öneriyorlar. Ama genellikle çözümleri askeri çözümdür. Sorunu askere havale etmektir. Bu düzeni demokratikleştirmek diye bir dertleri yoktur. Genel politikaları bu düzeni ve resmi ideolojiyi savunmaktır. Ancak sorun kendisini dayatmıştır. Avrupa, Amerika ve daha birçok ülke bu sorunu tartışıyor. Bu durum karşısında düzen partilerinin sözcüleri de ara sıra bu soruna değinmek zorunda kalmaktadırlar. Yoksa bu sorunu çözmek istediklerinden değil. Eğer sorunu çözmek isteselerdi, bu konuda gerekeni de yaparlardı. Ama yine de bu partilerin sözcüleri “Kürt, Kürdistan, Kürt Sorunu” gibi deyimleri kullanıyorlar. Ama haklarında herhangi bir soruşturma açılmıyor. Onlar nasıl ki bu sorunu gündeme getirdiklerinde yargılanmıyorlarsa, bizler de yargılanmamalıyız. Bizim dışımızdaki siyasal partilere tanınan haklar bize de tanınmalıdır. Kürt Halkının varlığını ve Kürt Sorununa siyasi çözümü ilk defa HEP savundu. O zaman kıyametler koparıldı. Daha sonraları Cumhurbaşkanı, “Federasyonu tartışabiliriz”, Başbakan “Kürt Realitesini tanıdık”, Adnan Kahveci, “Kürtler Milli azınlıktır”, Vahit Halefetoğlu “Geçmişte yok saydık, şimdi varlıklarını kabul ediyoruz”, ………. Peki, bu yeterli midir?” dediler. Tarihte doğruları savunanlar birçok bedeller ödediler. Ama bugün toplumun tümüne yakını bedel ödüyor. Kimisi canını vererek, kimisi aç kalarak, kimisi de büyük fedakarlılar yaparak ödüyor. Galile’yi mahkum eden Vatikan, 300 küsür yıl sonra hatasını anladı ve Galile’yi affetti. Şimdi öyle bir sorunla karşı karşıyayız ki, bu sorun kısa sürede çözümlenmezse, toplum daha çok bedeller ödeyecek. Bu sorun Kürt Sorunudur. Ve acilen çözümlenmelidir. Şiddet ve askeri yöntemlerle değil, barışçı ve demokratik yöntemlerle çözümlenmelidir. Bu soruna barışçı ve demokratik çözümde gecikilirse daha çok kan dökülebilir. Bugün ortalama günde 20 Kürt veya Türk insanı ölmektedir. Yarın bu sayı daha yukarılara çıkabilir. Bu soruna askeri çözümde diretildiği için insanlar ölmekte, köyler yakılmakta, evler yıkılmakta, ocaklar sönmektedir. Bağlar bahçeler talan olmaktadır. Hayvanlar telef olmakta, insanlar sakat, analar çocuksuz, çocuklar anasız babasız kalmaktadırlar. Her gün insanlar kontrgerilla tarafından katledilmektedir. Tüm bunların nedeni soruna askeri çözümde ısrar edilmesindendir. Biz Kürt sorununa siyasi çözüm bulunabileceğini savunuyoruz. Uluslar arası anlaşmalar dahilinde Kürt ve Türk halklarının eşitliğine dayalı, demokratik çözüm bulunabilir. En akılcı yöntem ve çözüm siyasi çözümdür. İki halkın eşitliğine dayalı demokratik çözümdür. Biz, silahların susmasını istiyoruz. Akan kan durdurulmalıdır. Biz, devletin ilk adımı atması gerektiğini söylüyoruz. Çünkü biz siyasal parti yöneticisiyiz ve muhatabımızda devlettir. Bunları devletten istememiz en doğal hakkımızdır. Bu sorun Türkiye’nin en önemli sorunudur. Çözmek de devletin görevidir. Sorunun bu kadar büyümesine devlet yanlış uygulamaları ile neden olmuştur. Düzeltmek de devletin görevidir. Böyle bir ihmalin olduğunu bir çok çevre kabul etmektedir. Bu ihmali ve hatayı düzeltmek de hatayı yapana düşer. Eskiden yapılan ve bugünde tekrarlanan hata askeri çözümdür. Daha birkaç gün önce Başbakan Demirel, “Bir daha Kuyucu Murat Paşa ve Dersim olayları olmayacak…” diyerek geçmişte katliamların yapıldığını kabul etmiştir. Evet, Kuyucu Murat Paşa, Dersim ve Zilan katliamları sorunu çözmemiştir. Demek ki askeri yöntemlerle çözülmüyor ve çözülmez de. Öyleyse bundan vazgeçilmeli ve soruna siyasi çözüm bulunmalıdır. Demokratik bir düzende tüm sorunlar çözümlenebilir. “…Kürt Realitesini…” tanıdık diyen iktidar adım atmalıdır. Kürt Sorunu askere havale edilmemelidir. Böyle yapılırsa Kürt halkı da Türk halkı da zarar görür. Ve yönetenler Türk ve Kürt halkına en büyük kötülüğü yapmış olurlar! Yargılanmamızın bir nedeni de partimizin kardeşlik ve eşitliğe dayalı çözümünü savunuyor olmamızdır. Askeri çözüme karşı çıkmasıdır. Devletin askeri çözüm düşüncesine katılmadığımız için yargılanıyoruz. Bu düzeni demokratikleştirmek istediğimiz için yargılanıyoruz. HEP ve yöneticilerine yapılan bütün baskıların nedeni budur. HEP’liler bir çok baskıyla karşı karşıyadırlar. Basının bizi ısrarla PKK ile eşdeğer göstermesi, düşüncelerimizi çarpıtması, politikacıların hedef göstermesi sonucu başta Diyarbakır İl Başkanımız Vedat Aydın olmak üzere 30’u aşkın yöneticimiz katledildi. Kaybolan yöneticilerimiz için Başbakan, ve İçişleri Bakanı “Bunlar birbirlerini öldürüyor. PKK’nın iç hesaplaşmasıdır” dediler. Kaybolan HEP Yöneticileri için İçişleri Bakanı “Ya Bekaa Vadisendeler, ya da İstanbul’da sevgilisinin koynundalar…” diye soranlara yanıt verdi. Milletvekilimiz Leyla Zana’nın kaldığı eve polis baskın yaptı, Dargeçit, Cizre, Şırnak, Yüksekova, Esentepe parti binalarımız yerle bir edildi. Binalarda asılı bulunan milletvekili resimlerine binlerce kurşun sıkıldı. Cenaze yürüyüşü yapan polisler “Vur vur inlesin, Leyla Zana dinlesin”, “PKK Mecliste”, “HEP kapatılsın”, “Hep’liler idam edilsin”… gibi sloganlar attılar. Bunlar çoğaltılabilir. En sonunda da gerekli uyarı yapılmadan partimiz hakkında kapatılma davası açıldı. Şimdi ise bizler karşınızdayız.
(Devam edecek)