Ideoloji, genel anlamıyla bütünlüklü bir dünya görüşü olarak tanımlanabilir. Bu nedenle bir ideolojinin kendi içindeki tutarlılığının, nesnel gerçeklikle her zaman uyuşması gerçekleşmeyebilir. Önemli olan seslendiği toplumsal tabanın hayata bakış açısıyla örtüşmesi, onların taleplerine ve hayatlarına seslenebilmesidir. Felsefi görüşü de kendilerine temel alan ideolojiler hayatın yorumlanması açısından-kaba taslak-iki ana görüşte sınıflandırılırlar. Materyalizm ve idealizm…
Bazı ideolojiler sorgulanma kabul etmez. Genel anlamıyla görüşleri kesinlik içerir. Dini, ideoloji olarak kabul edenler sorgulanmayı belirli koşullarda kabul ederler, temellerini sarsacak sorgulanmaları kabul etmezler. Örneğin, “yaratıcı”nın varlığı ve eylemleri sorgulanmaz. Bu ve benzer ideolojiler yenilenmezler, bilgi ve birikimlerinin geleceğe de yeteceği düşüncesinden hareketle kendilerini tekrarlar ama sonuçta, hayat ırmağı akar ve bu ideolojiler ağır ağır çürürler. Bu ideolojik görüşler genelde idealizm sınıfında bulunurlar.
Nesnel gerçekliği ve “hareket”i temel alan diyalektik ve tarihsel materyalizm ise teorik olarak kendini sürekli yenileyen bir ideolojidir. Teorik önderleri olan Marx ve Engels birçok kez görüşlerini yenilemiş ve “öyle dedik, öyle kalacak” türünden bir yola sapmamışlardır.
Ancak, ne gariptir “hareket”i savunan ardıllarının bir bölümü ise temel anlamda iki konuda bir anlamda dogmatik düşünce tarzından vazgeçememişlerdir.
1- Yorumladıkları şekliyle kaldılar, değişmeyi bir anlamda “kaybedenler sınıfı”nda olmakla eşdeğer gördüler.
2- Marxizm’in, kendini yeniden üreten bir ideoloji olduğu gerçeği yerine, var olanı değişmez gerçeklik olarak kabul ettiler.
Her coğrafyada olduğu gibi Ortadoğu coğrafyasında da sınıfsal/ulusal kurtuluş savaşımının öncü hareketleri ve yürütücüleri var oldular. Osmanlı Imp. döneminde de sosyalist hareketler, bu imp. kıskacında yaşayan halkların içinden çıktı. Kürtler, Ermeniler, Pontos Rumları gibi halkların aydınları/emekçileri tarafından savunuldu. Ancak soykırımlar sonucu günümüze az sayıda belge ulaştığı için net bilgiye ulaşmak, zorlukları kendi içinde barındırdı. Osmanlı Imp. tasfiyesinin ardından kurulan TC’de M. Suphi ve günümüze kadar olan süreçte görüyoruzki, (genel anlamıyla) her yapı Marxizmi ilk nasıl yorumladıysa öyle kaldı.
Kurdîstan ancak, Misak-ı Milli sınırları içinde kalacaksa “Türk ve Kürt halklarının” kurtuluşu , “işçi sınıfının çıkarlarının karşısında olmamak şartıyla” lütfedilecek, ulusal haklar verilecekti. Bu bakış açısı genel anlamıyla bütün yapıların vazgeçilmezi olarak kaldı. Basit ve haklı bir soru soralım, neden? Evet, bir halkın yaşama hakkının kendi mücadelelerine payanda görevi görmesi ve kendi kaderini çizme hakkı tanınmadı, tanınmıyor, neden? Bir birliktelik ve kader ortaklığı eşit koşullarda olmayacaksa neden olsun?
Neden, TC kurulana kadar ve kurulduktan sonra da ortak coğrafyada yaşadıkları diğer halklara karşı bu tavrı taşımıyorlar, örneğin Bulgar işçi sınıfı ve halkıyla birleşmeyi akıllarına getirmiyorlar da neden Kürt halkıyla kopmaz bağları savunuyorlar, Bulgar halkı, savaşıp bağımsızlığını kazandı diye mi?
Madem, “halkların kardeşliği” sözkonusu, Kürtler Iran, Irak ve Suriye’de de yaşamıyor mu, neden oradaki Kürt halkının bağımsızlığı özgürlüğü bir anlam ifade etmiyor? Kısacası devrimci bir tavırla “kendi kaderinizi tayin etmelisiniz” denilmiyor da sömürgeleştirildiği ve bu da içselleştirildiği için mi Türkiye işçi sınıfının ayrılmazı olarak görülüyor? Pontos Rumları yok mu, hani 1919-1923 arası yüzbinlercesinin soykırıma uğratıldığı, peki bu halk için tek kelam eyleyen bir sol hareket var mı, yok… Elbetteki sorgulayacağız, elbetteki bunun Marxizmle ilişkisinin olmadığını söyleyeceğiz. Eğer karşı bir söz söyleyen varsa bize değil de Marx’a söylesin: “ … Uzun bir zaman ben, Ingiliz işçi sınıfının yükselişiyle İrlanda rejiminin devrilmesinin olanaklı olabileceğini düşündüm. (…) Sorunu daha derinden incelemem, beni, bunun tersine inandırdı. Ingiliz işçi sınıfı, İrlanda’dan kurtulmadıkça, hiçbir şey başarmasına olanak yok.”10 Aralık 1869 Engels’e mektup.
Farklı yorumlanmasının altında yatan, Kemalist sömürgeci anlayışın “sol veya Marxist olmanın yolunda” sanılarak içselleştirilmesinden başka birşey değildir. Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin mücadelesi bile yeni bir bakış açısı kazandıramıştır maalesef bu yapılara. Bunların içinde bazı yapıların Kemalist bakış açısından kesin cizgilerle ayrıldığını belirtmek gerekir.
1950-2022 arası sayısı kesin olmamakla birlikte en az 50 (grup/örgüt/parti) hareket ortaya çıkmıştır. Bunların bir bölümü kitleselleşememiş, yapıları dağılmıştır. Bir bölümü ise parlamento mücadelesini esas alarak, illegaliteyi bırakmışlardır. Yollarına devam edenler ise varlıklarını sürdürmektedir. Tüm uğraşlarıma rağmen hepsinin programlarına ulaşma imkanını bulamadım, bu benim eksikliğimle beraber, bu yapıların yazılı belgelerine ulaşma olanağının çok zor veya olamayışındandır. Bir anlamda belki de ilgili yapıların önem vermeyişi de denilebilir.
Programlarda göze carpan ağırlık, ekonomik ve politik tahliler oluyor. Ancak bunlar bulunan coğrafyaya çok az yer ayırırken, genel tahliler öne çıkıyor. Kürtler ve Kurdîstan ise aynı kalıptan çıkmış gibi, birkaç benzer paragraf ile ifade edilmiş. “kurucu halk, anadil eğitimi, özerk yönetim, temsiliyet hakkı” ve olmazsa olmaz olan “Türkiye işçi sınıfının ve devrimin çıkarları”. Marxizm temel alınıyor, bir ülkede devrim yapmak için yola çıkılıyor, ama hiç olmazsa, “Lenin’in “Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı” kitabı okunsaydı demek zorunda kalıyoruz. Okunmadı mı, elbette okunmuştur. Peki kitap anlaşılmaz mı, hayır anlaşılır bir dille tercüme edilmiş (Sol yayınları. Her ne kadar çevirmelere ilişkin eleştiriler olsa bile). Öyleyse “Türkiye Cumhuriyeti”nde devrim yapmak için yola çıkanlar, kuruluş ideolojisinden ve “Türklük Sözleşmesi”nden ayrılamadılar demek yerinde bir tespit olacaktır.
Bugüne bakıp da Kürtlerin bu yapılara karşı olan uçuruma benzeyen ayrılığının altında anlık tepkiler veya öfkeler aramamak gerekir, yüzyıl boyunca Türkiye devrimi için ödedikleri bedellerin kendilerine dönük karşılığının olmadığını görmek gerekir. En basitinden bugün her Kürt asgari ölçülerde Türkçe dilinde yazıp okuyabilmektedir. Peki kaç tane Türk devrimcisi Kürtçeyi asgari ölçülerde öğrenebildi? Yoksa devrimden sonraya mı ertelendi?
*
Açıklama zorunluluğu; dünya tarihinde faşizme, sömürgeciliğe ve ezenlere karşı devrimci bir tavırla ne şekilde olursa olsun karşı çıkan, bedel ödeyen birey veya hareketlerin hepsi birer değerdirler, aynı safta olduklarımızdır, yoldaşlarımızdır. Bakış açımızın farklılığı doğal ve haklı görülmelidir ve yazıların devrimci eleştiri taşımaktan öte başka bir amacının olmadığı bilinmelidir. Çünkü Kurdîstan halkı da dünyanın diğer halkları gibi kendi kaderini tayin etme hakkına sahiptir. Başka halkların sol yapılarının lütfeder gibi bize sadece kimlik özgürlüğümüzü vereceğini ifade etmesi devrimci bir tutum değildir.
“Bir teori, ne kadar sıradan i̇nsanların ellerinde ayağa düşerse o kadar karikatürleştirilip zavallılaşır; bir düşüncenin başına gelebilecek en büyük talihsizlik de onu savunur gibi yapanların içini boşaltmasıdır.” K. Marx
DHKP programi
*https://web.archive.org/web/
*TKP-ML programi
https://www.tkpml.com/program/
*TKIP programi
http://www.tkip.org/fileadmin/
*MLKP programi
http://www.mlkp-info.org/?
*TIKB programi
https://www.tikb.org/category/
*MLSPB programi
https://docplayer.biz.tr/
*TKP-ML programi
*MKP programi
https://maoistkomunistparti.
*TKIP programi
http://www.tkip.org/ana-sayfa/
*TKP programi (THKO ardili, temel konular ayni sayılabilir)