Son iki aydır memleketin gündemini seçimler oluşturuyor. İstanbul seçimleri de yüz yıla damgasını vuracak ölçektedir. İlk kez, geniş bir muhalif kesim, tek bir aday etrafında bir araya gelmiştir. Seçim kazanılmış ama sonra, YSK seçimi yenileme kararı almıştır. Taraflar bu karara uymuş, son birkaç günden beridir de seçim çalışmaları başlamıştır. Görünürde iki adayımız vardır: Ekrem İmamoğlu ve Binali Yıldırım… İkisinden biri kazanacaktır. Ama bu seçimin belirleyeni ne İmamoğlu ne de Yıldırım’dır. Seçimin tek belirleyeni, kimse alınmasın ama Kürtlerdir. Kürtler, bu şehirde kimi desteklemişse, o bu şehrin anahtarını elline almıştır. Nurettin Sözen ve Tayyip Erdoğan, ilk akla gelenlerdir. Bugün belediye de emekli olmuş ya da olacak olanların çoğu bu dönemlere aittir. CHP, Sözen’den sonra İstanbul’u alma şansını hiç yakalayamamıştır; hatta, ezilmiştir. CHP başı yükseklerde geziyor ve tekrar kazanırım diyorsa, yine bu Kürtlerin sayesindedir.
CHP, kuruluş tarihi itibariyle Kürtlere hiç de adil davranmamıştır. Adalete dayanmayan kuvvet, kuvvet değildir, zulümdür ve CHP, bu şiarla dedelerimize zulmetmiştir. Bireyler, devletin verdiği adaletle mutludur ve CHP bize birey olma hakkını tanımamış, mutluluğu esirgemiştir. Hala bizi ağlatan darağaçları, hala aklımızda dedelerimizin ayaklarına bağlanan prangaların sesleri vardır kulaklarımızda ve bu sesler geldikçe, aklımıza ne memur maaşını bel bağlayan babamız ne de bizi hastane de doğurma umuduna bel bağlayan annemiz gelmiştir aklımıza. Tek bir şey istemişizdir, şimdi elli yaşına gelmiş ve bu yaşı aşmış olan bizler: Adalet! Demişizdir her seferinde, adalet olsun, isterse kıyamet kopsun. Gerçeğe bel bağlamışızdır her seferinde, gerçekten başka adalet yoktur ve istemişizdir, siyasiler ve bu devletin sahipleri bunu görsün.
Çok uzun bir tarihçe çıkartmak mümkündür. Ancak uzağa değil, hatırlayabildiğimiz ve birazda tanığı ve sanığı olduğumuz zaman dilimi bize yardımcı olacaktır. 12 Eylül’den sonra Kürtlerin büyük çoğunlu ANAP’a (1983) oy verdiler. Zaten iki seçenek vardı: Ya Kenan Evren’in zehri ya Özal’ın balı. Alternatif bir parti nerdeyse yoktu. CHP yerine kurulan SHP, bir süre Kürtlere sıcak baktı, hatta 1989’da “Kürt Raporu” adlı küçük de olsa bir broşür bile yayımladı. Bu broşürde koruculuğun kaldırılması, Kürtçenin serbest konuşulması, OHAL’in kaldırılması gibi maddeler de vardı.
Ancak, bu tasarı düzeyinde kaldı ve SHP içinde yer alan 7 vekil çok geçmeden ihraç (1990) edildi. Bu ihraç, önemliydi ama SHP, bunu Baykal- İnönü çatışmasının önüne aldı; Kürt vekillerin ihracı, Kürt meselesi rafa kaldırıldı. Kürtler, kendi başlarının çaresine baktı; küçük, büyük fark etmez, bir parti kurdular. SHP, o zaman, siyasal içtihadını rafa kaldırdı ve HEP’lilere listelerinden yer açtı. CHP ise seyir halindeydi. Baykal ile bir yere gidemeyeceğini anladı. CHP adına şans olan Altan Öymen CHP’nin başına geçti. Bu güne kadar “tulum oy” ya da “kesinkes seçileceklerle yola çıkma” Öymen’le Kürtlere temas halini aldı. Öymen, koruculuğu kaldıracağını, anadili serbest bırakacağı vaat etti. Kürt seçmene seslendi ve partisi ile o zaman ki Kürt Partisi HADEP arasında toplantılar düzenledi. Ancak bu toplantılar, daha sonra “birileri” tarafından “illegal” olarak tanıtıldı ve Öymen, buruk bir şekilde başkanlıktan edildi. Amaç, Baykal’ı yeniden başa getirmekti. Altan, Kürtlere teması köklüydü ama, bu onun da sonu oldu. Öymen, siyasetten men edildi, çekildi. CHP’nin, Öymen’le attığı adımlar da silindi. Baykal, Öymen’in yerine geldi ve hizipten çıkmadı, siyaset üretemedi, tıkadı ve tıkandı. Kemal Kılıçdaroğlu’nu İstanbul’da belediye başkanı adayı yaptı. Kılıçdaroğlu, kaybetti. Baykal, skandal bir kasetle güçsüzleşirken Kılıçdaroğlu’nun yükselişi başladı. İstanbul’da rakibine karşı ezilmedi, dahası, buradan güç aldı. Bir yanda Alevi, Kürt- Zaza olması diğer yandan demokrat kişiliğiyle herkesin dikkat çekti. CHP, uzun yıllardan beri ilk kez iktidarı hedefliyordu. Kılıçdaroğlu, muhafazakâr AKP’ye karşı sosyal demokrat ve Alevi kimliğiyle çıktı, Kürt kimliğini dillendirmedi. Kimi Kürt ve Aleviler için Kılıçdaroğlu CHP’nin Kürtlerle barışı olarak görüldü, hissedildi. Dar ulusçuluğa zaten Kürtler de çok bel bağlamıyorlardı. Ulus edebiyatı ve siyaseti kendi içine kapanmak, dış ile bağlantını tümüyle kesmekti. Kılıçdaroğlu’nun çözüm sürecine karşı olmadığını, Kürt sorununun yalnızca yasal değişikliklerle çözülemeyeceğini, çözüm için atılması gerekenin Anayasal adımlar olduğunu dile getirdi.
Çözüm noktasının Yasalar ve Meclis olması elbette ki Kürtlerin aradıkları engin bir adalet duygusuydu. Çözüm süreci devam etmedi. Kürt sorunu da bir yerlere takılı kaldı. Sonra dokunulmazlıklar kaldırıldı ve bunun faturası da Kürtlere kesildi. Bugün pek çok Kürt siyasetçi cezaevindedir. Derken milletvekili seçimleri yapıldı, sonra belediye seçimleri.
Milletvekili seçimlerinde yeni bir sisteme (başkanlık) geçildi. Buna göre ittifaklar belirlendi. Cumhur İttifakı (MHP ve AKP), Millet İttifakı (CHP, İyi Parti, Saadet) adıyla anıldı. CHP, bu ittifaka HDP’yi dâhil etmedi. MHP’den ayrılan ülkücü sağ parti olan İyi Parti ve muhafazakâr sağda her zaman duran Saadet Partisi, HDP’ye tercih edildi.
Belediye başkanlığı seçimlerinde ise CHP, İyi Parti ve Saadet ile yine dirsek temasına girdi. AKP iktidarına karşı HDP de, Batı’da CHP’yi destekledi. HDP, pek kabul etmezlerse de bu ittifak sonucunda, Batı’da AKP’yi geriletti ama pek çok belediyeyi kaybetti. Bunlar arasında ilk akla gelen Urfa ve Dersim, can yakıcıdır.
İstanbul’da ise Kürtler tek kelimeyle seferber oldular. CHP’yi, yılların CHP’lilerine taş çıkartırcasına çalıştılar. Mevki, insanın ya iyiliğini ya da kötülüğünü ortaya çıkartır; Kürtler, bir tek bu destek karşısında kendilerini duru bir kalple görmelerini istediler. Mevki, insana değildi çünkü insan mevkie çok şey kazandırır dediler. İlginç bir Kürt bilgeliği sergilendi. Kürtler, Kürt sorunu ve seçimlere denk gelen açlık grevlerinden dolayı AKP’ye dargındılar ve AKP’nin MHP’ye doğru devrilmesinden mutlu değildiler. Bu yüzden seçme ve seçilmeyi bir şans diye tabir ettiler; demokrasiyi zorladılar.
Seçimler bitti. Demokrasinin gereği herkes oyunu kullandı. Ancak İstanbul seçimleri bir türlü bir sonuca bağlanmadı. Seçim sürecinde CHP, Kürtleri can simidi olarak gördü. Kürtler, iyi adamlardı, hoşlardı, mertlerdi… Ancak seçim bittikten sonra CHP, Kürtlere sırtını döndü. Kürtlerin en acil sorunlarına seçim süresince olumlu yaklaşan CHP, seçimlerden sonra bu acil hali rafa kaldırdı. Acil olan açlık grevleri, Öcalan ile görüşme; Güney Kürdistan hükümetinin başta İstanbul olmak üzere Türkiye’de bulunan ve şimdi kapalı bulanan 400 ticari firmanın açılması ve ekonomik krizdi…
İmamoğlu, mazbatasını almadan bir gün önce kendisiyle yapılan bir söyleşide (Rudaw TV) “İstanbul- Erbil, kardeş şehir olabilir”, “Demirtaş’ı beğeniyorum”, “Kürtlerin desteğini aldık” demesine rağmen Saraçhanede, otobüs üstünde yaptığı konuşmada herkese teşekkür etti. İlkin Kılıçdaroğlu’na teşekkür etti, sonra Meral Akşener’e. Ama Pervin Buldan’a ve Sezai Temeli’ye teşekkür etmedi… Pervin Buldan’ı, Sezai Temeli’yi, Akşener’den aşağı sayan ve adını anmayan biri benim sefirim değildir. Oyumla vicdanına kefil olamam. Cesaret, ahlaktır. Beni görmeyerek kendini inşa etmek yanlıştır.
Dahası, İmamoğlu Kürtlerin hassas noktası olan Leyla Güven konusuna da girmemiştir. Dahası, Kadıköy konuşmasında kendisine uzatılan bir yumurtayı İmamoğlu büyük birsevgiyle eline almıştır ama yumurtayı açıp, içinden Leyla Güven’in mesajı çıkınca, rengi gitmiş; yumurta elden ele dolaşarak, kaybedilmiştir… Adalet isteyen insanlar, cesaretli olmalıdır… Böyle gelişir akıl ve kalp, böyle büyür insan. Kürtlerin en büyük şairi olan Nizami şunu öğretti bize: Diken gibi sivri bulun dik davran, başına gülden çelenkler örsün devran.
Bu kısa iktidar süresince, insanların istedikleri şöyle dolu bir adalette değildi, biraz nezaket, biraz merhametti… Deyişim şudur, deyişim bazıları zincirlerini gevşetemezler belki, buna rağmen dostlarını kurtarabilirler… Yuşa Tepesi’ne çıkmak, evet, güzeldir, daha çıkmadım ben, daha ayaklarım balıklı göldedir ama biliyorum bu tepe siyasete döndüğü an, sırıtır; gerçekte, Yuşa Tepesi’nde bir kitabe vardır, kırılmıştır ama manası kırılmamıştır daha, umut vardır.
Politik ve terör zamanlarında insanlar olanı, olmasını istedikleriyle hemen takas ederler. Bir yere kadar anlıyorum. Birden anlamsız projeler bir bir serilir ve büyük sözlerle de bu projeler süslenir. Orası senin, burası binim. Lirik bir körlüktür bu. Ama hepsi içtendir ve karşıdaki de buna hemen inanır. Artık inanmak zorundadır da; çünkü, kendisinin buna ihtiyacı vardır… Alttan alta şiddet ve şiddetin dibe vurduğu yer olan terör genişler, büyür… Kürtleri, kendisine oy veren, ona çalışan kimseleri kriminalize etmek, hiç de hoş bir şey değildir. CHP, Kürtlere ve HDP’ye bunu yapmamalıdır. HDP, en az CHP kadar bu ülkenin tarihi, vicdanı ve bu ülke inanını gözeten bir partidir.
Şimdi, yine bir kapının önündeyiz… Yine ufukta bir İstanbul seçimi görülüyor ve Kürtler üzerinden yorumlar yapılıyor. Beyoğlu’nu CHP kaybetti ama bunun suçlusu Kürtler değiller, kendileri; Tarlabaşı’nda yaşlı adamlar kapı kapı gezerken Gümüşsuyu ve Cihangir’deki beyler sandığa bile gitmediler.
İstanbul’da Kürtler bütün yaralamalara rağmen kilitler. Kim Kürtlerin yaralarıyla ilgilense, sorsa Kürtler onları destekler, severler. Kanımızda adalet duygusu vardır, siyaset değil. Bize adil davranacak herkesi el üstünde tutarız. Mayamız budur. Bugün, can yakan bir açlık grevi var ve bugün bir Meclis var… Burada yasalar çıkar ve insanlar bu yasalara uyarlar. Meclis’in beşte biri yemin etmiş avukatlardır; AKP’li 68, CHP’li 51, HDP’li 13, İyi Partili 3 avukat milletvekili vardır. Bunlar, davalarımıza kimliğimize değil, meslek ilklerine bakarak sahip çıkabilirler. Açlık grevleri, ölüm orucuna döndü ve daha büyük sonuçlar, acılar getirebilir; Açlık grevinin nedeni Öcalan’la avukat ve aile görüşünün yapılmamasıdır…
Öcalan, 19 yıldır, cezaevinde tutulan siyasi bir mahkûmdur ve yasalara göre onun ailesi ve avukatlarıyla görüşme hakkı vardır. Kapılarda coplanan anneler ve ne yapacağını bilmeden parti binalarına giden gençler değil, başta HDP ve CHP’li avukat milletvekilleri aracı olabilir ve bizi, yasalar çıkartarak, Meclis’te sorunları gündeme getirerek ve burayı bir çözüm yerine dönüştürerek bu büyük acıdan kurtarabilirler.
CHP bu sıkıntılardan sadece fotoğraflar çıkartıyor. Gerçeğe bakması gerekiyor. Kürtlerin büyük bir çoğunluğunun vicdanı bugün Leyla Güven ve ölüm orucuna yatan kimselerdir. Güven’e ulaşmayan, onun yazdığı mesajı iletmeyen biri, belki İstanbul’da yaşayan bütün Kürtlerin oyunu alır ama benim oyumu alamaz. Bir oy da eksik olsun, diyenler çıkar, tamam derim… Ama ben şairim, vicdanım ülkelerin topraklarından büyüktür, olmazsa elime kağıt kalem alıp yazı yazamam. İstanbul’u almaksa amaç, zaten Akşemseddin, Molla Gurani ve Sıvasi’yle ben burayı almışımdır çoktan; Fatih, sadece benim askerimdir.
/Nupel/