Birleşmiş Milletler (BM); 2. Dünya Savaşı sonrası, insanlığın yaşadığı büyük yıkım sonrasında sürdürülebilir bir barışı güvence altına almak için kurulan en köklü, kapsamlı, yerleşik ve prestijli uluslararası bir kurum olma özelliğini hala büyük ölçüde muhafaza ediyor. Devletlerin yanı sıra hak savunucularının; belgelerini, sözleşmelerini, anlaşmalarını ve kararlarını çok sık dayanak olarak kullandıkları kurumların başında gelmekte.
Ancak son çeyrek yüzyıldır, beş büyük ülkenin veto yetkisinin sık sık tartışma konusu olduğu da bir kurum. Birçok kararın uygulanması, denetimi üye devletlerin ferasetlerine bağlı. Bunlardan biri de 21 Şubat Dünya Anadil Günü.
Bengalli öğrencilerin mücadelesi
23 yıl önce, 21 Şubat günü BM tarafından Dünya Anadil Günü olarak ilan edildi. Bu karar; çok dilliliği ve kültürel gelişimi teşvik etmek ve yok olmaya yüz tutmuş dilleri yaşatmak amacıyla, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) üyesi bütün devletlerin temsilcilerinin ortak aldığı bir karar.
BM Genel Kurulu, anadille ilgili kararını 17 Kasım 1999 tarihinde ilan etti. Türkiye’nin de onayladığı Ulusal veya Etnik, Dinsel ve Dilsel Azınlıklara Mensup Kişilerin Haklarına Dair Bildiri; taraf devletlere anadilde eğitimi temel bir hak olarak tanımlıyor ve devletlere, eğitimde fırsat eşitliği ve toplumsal eşitlik bakımından anadilde eğitimin sağlanması sorumluluğunu yüklüyor.
Bu kararın alınmasına, 1952’de Pakistan’ın Urdu dilinin, Bangladeş halkının da resmi dili olduğunu açıklamasına tepki olarak gelişen Bengal Dil Hareketinin 47 yıllık mücadelesi yol açtı. 21 Şubat 1952’de Bangladeş’in başkenti Dakka’da, Bengal Dil Hareketi üyesi çok sayıda öğrenci, Bengal alfabesiyle yazabilme ve Pakistan’ın Bengal dilini resmi dil olarak tanıması talebiyle eylem yaptı, eylemde çok sayıda öğrenci öldürüldü.
21 Şubat, BM UNESCO’nun aldığı kararla, 2000 yılından itibaren “Dünya Anadili Günü” olarak kutlanmaya başlandı. Tek başına bu örnekten de anlaşılacağı gibi anadilde eğitim hakkı, özgürce yaşam ve barış hakkıdır. Anadil kullanımı, toplumsal barışın sigortasıdır.
Ancak BM, barış hakkı, yaşam hakkı gibi birçok konuda olduğu gibi, bu konuda da aldığı kararın uygulanmasını denetlemiyor, buna uymadığı çok açık olan devletlere karşı hiçbir yaptırım uygulamıyor.
Türkiye de bu karara uygun bir sorumlulukla hareket etmiyor. Türkiye, anadil haklarına dair BM bildirisini kabul etmiş olmasına rağmen, halen BM Çocuk Hakları Sözleşmesinde anadil ile ilgili çekinceleri kaldırmadı. TC Anayasası 42.maddesi son fıkrasında; “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez” hükmü bulunuyor. Azınlık dillerinin öğretilmesi için kurslar ve seçmeli dersler konusunda yapılan düzenleme ise uygulamada maalesef devlet tarafından destek görmemiş ve istenilen etkiye ulaşamamıştır.
İstanbul milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun sorusuna cevaben Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, 2021-2022 eğitim-öğretim yılında 20 bin 265 öğrencinin, dil bilimcilerin Kürtçe’nin lehçeleri olarak kabul ettiği Kurmancca ve Zazaca derslerini seçmeli ders olarak seçtiğini açıkladı.
Türkiye’de 15 milyondan fazla Kürt yaşadığı düşünüldüğünde, bu resmi rakamın ne anlama geldiği, durumun tam olarak ne olduğu daha net anlaşılacaktır. Üstelik okullarda Kürtçenin seçmeli ders olarak seçilmesi için Kürtler arasında yoğun bir kampanya yürütülmesine rağmen rakam bu.
Diyarbakır, Mardin, Urfa gibi birkaç ilde sınırlı da olsa Kürtçe seçmeli ders olarak seçilebilirken diğer illerde özellikle batı illerinde, İç Anadolu’da, Karadeniz’de öğrenciler istese dahi bu dersleri seçme şansına, sistemden dolayı çok fazla sahip değiller, karşılık bulan bir tercih değil.
UNESCO verilerine göre Türkiye’de yerli ve anadil olarak 36 dil kullanılıyor. Yine UNESCO’nun Tehlike Altındaki Diller Atlasına göre, Türkiye’de Kapadokya Yunancası, Gagavuzca, Zazaca, Hertevince, Hemşince, Ladino, Abhazca, Ermenice, Abazaca, Adığece, Kabardey Şivesi, Mlahso batı Süryanice, Pontus Yunancası, Romanca, Süryanice, Turoyo, Ubıhça ve Lazca olmak üzere 18 dil tehlike altında. Ubik, Mlahso ve Kapadokya Yunancası tamamen yok olmuş durumda.
Kürtlerin anadil hakkı barışın kapısı
Türkiye’de, Suriye savaşı nedeniyle 5 milyon Suriyeli göçmenin 1 milyonu okul çağındaki çocuk. Bu Suriyeli çocukların büyük bir bölümü okul ortamından ve anadil eğitiminden uzak ve zor koşullarda yaşıyorlar. Bu gerçek Türkiye’nin eğitim haritasını daha da karartıyor.
Kürt Araştırmaları Derneği Eş başkanı ve dil bilimci Eyüp Subaşı 21 Şubat Dünya Anadili Günü vesilesiyle “eğitim dili olarak kullanılmayan bir dilin dar bir çerçevede kaldığını, dilin kendisini ileriye taşıyamayacağını, dilin ölmemesi ve gelişmesi için statüsünün olması gerektiğini hatırlatıyor.
Türkiye’de ilkokul ve ortaokullarda haftada iki ders saati “yaşayan dil ve lehçeler” adı altında seçmeli ders uygulaması bu açıdan yeterli olmadığı gibi, zaten büyük ölçüde siyasi nedenlerle uygulanmıyor.
Birleşmiş Milletler (BM), AGİT ve Avrupa Konseyinde yürütülen çalışmalarda; anadil, bireysel ve kolektif haklar olarak değerlendiriliyor. Özellikle kültürel haklar kapsamında birçok uluslararası sözleşmelerde anadilde eğitim hakkı koruma altında.
Son yıllarda Kürtlerde, özellikle de Kürt gençlerinde güçlü bir biçimde gelişen anadil hassasiyetini dikkate almadan izlenen politikalar, kullanılan Türk milliyetçisi dil ve uygulamalar Türkiye’nin geleceğini tehdit ediyor.
Türkiye’de çeşitli bahanelerle sokaklarda Kürtçe müzik yapılması engelleniyor, yasaklanıyor. TBMM’de Kürt milletvekillerinin Kürtçe konuşması bilinmeyen dil olarak tutanaklara geçiriliyor. Kürtçe konuşanlar sokakta, otobüste linç edilmek isteniyor, parklarda öldürülmeye çalışılıyor, bütün bunlar sıkça yaşanıyor. Mahkemeler Kürtçe savunma yapılmasına bin bir zorluk çıkarıyor. Kürt illerinde seçilmiş belediye başkanlarının yaptırdığı Kürtçe yol ve yer tabelaları kayyımlar tarafından kaldırılıyor.
Bu nedenlerle TBMM’nin üçüncü büyük milletvekili sayısına sahip HDP’nin Kürtçe Yol İzleme Komisyonu kurmak zorunda kalmış olması ülke yöneticileri için utanç vesilesidir.
Bütün bunlar; Türkiye’nin 21. Yüzyılda sürdürülebilir barışı sağlamaktan, çok kültürlü ve çok dilli toplumsal yaşamdan uzak olduğunu, bunu değiştirmek gibi bir istek ve amaçla hareket etmediğini gösteriyor. Aynı zamanda uluslararası sözleşmelerin, belgelerin ve buna sessiz kalan BM’nin de işlevsizliği, yetersizliği ortaya çıkıyor olsa gerek.