Bahçedeki kayısı ağacı çiçek açmıştı. Bir telaş var bugün bu avluda. Aylardan April (Nisan). Kocaman bakır tencere içinde soğan kabuğuna yatırılmış yumurtalar kaynamakta.
Torunlar ocağın önünde fır dönmekte. Yumurtalar kızıl kırmızı tam tamına onbeş tane. Sepete yerleştirilmiş, soğuması beklenmekte. Kapının önünde mahalleden arkadaşlar, duyan gelmiş, bugün bu evde bir bayram havası.
Kucağımda bir sepet ve ben büyük bir heyecen içindeyim. Herkese yetecek kızıl kırmızı yumurtalar. Minik ellerde yumurtalar tokuşturulur. Yumurtası kırılan üzülür. Sağlam kalan sevinir.
Çocukluğumda mahallemizin bakkalında da satılan kırmızı yumurtaların iyi komşuluk ilişkileri yaşayan dini ayrı, kültürü ayrı halkların birbirine gösterdikleri hoşgörüydü. Aynı zamanda kadim kültürlerde dünyanın yeniden canlanmasını simgeleyen renkli yumurtalar.Kürtlerde Newroz, Hristiyanlarda Paskalya Bayramı’nın aynı tarih aralığında kutlanması rastlantı değildir. Her iki kültürde de bu bayramlar tabiatin uyanışı ve dirilişini temsil ederler.
Akşamdan mayalamış babaannem çörek hamurunu. Mahleb, rezene, kara çörek otu, büyük bir sofra serilmiş. Gelinler oturmuş hamur tahtası önüne. Babaannem böler böler alır hamuru bir güzel örer. Örgü çörekler yerleştirilir tepsiye. Üzerine gelinler yumurta sürer.
Fırıncı çırağı kapıda bekler. Mis gibi kokan bir karıştan daha uzun parlak yüzlü örgü çörekler. Torunların sayısı kadar yapılan bebek çörekler. Alırım elime bebek çöreğimi, kara çörek otundan gözleri, kara kara bakar bana, ona ninni söyler uyuturum koynumda. Diğer çörekler komşularla paylaşılır, gelen misafirlere sunulur.
Meğer Virjin kutlarmış Zadig Bayramı’nı. Bilen bilirmiş, bilmeyen de olup bitene, ikram edilene sevinirmiş.
Akşam serinliği çökmüş. Yıkanmış, paklanmış bazalt taşlı avlu. Eller kenetlenmiş. Ortada Virjin sağında, solunda torunlar. Halay horona, horon halaya karışmış. İki öne iki arkaya, öne ayak vurma kafaları sallama. “Derule delderule, derule delderule” türküsüdür söylenmekte olan.
Virjin yine o kıyamet gününe kilitlenmiştir. Tutamadığı, çekemediği anne ve yengesinin elini, bu kez minik ellere sıkı sıkıya tutunur bir daha bırakmamacasına. Hayaller yükselir, kanat çırpar geride bırakılanlara. Patiskadan beyaz bulutlar alır götürür Şebinkarahisar Kalesine. Kalenin dibinde taştan bir ev. Ceviz ağacından yapılmış oymalı çift kanatlı bir kapı önünde, üzerinden koca yıllar geçsede asil ve heybetli duruşuyla kökünden sökülemeyecek koca bir çınar.
Çiftter merdiven bağlar üst katı taş avluya, ruhunun güzelliğini taşlara katmıştır evi yapan Yervant usta. Cohar annesinin dizinin dibinde, gelinin büyümüş karnı ve elinde bakırdan bir sini, ne güzel içilir dibek kahvesi, nane likörü.
Virjin’in üzerinde uzun kırmızı bir fistan, onyedisinden günler alırken evrilir gençliğe. Bir Türkü tutturmuş yanık yüreğinde. Bir ses duyulur, Karahisar Kalesi’nde “hay qajer, hay gajer”. Mutlu zamanlar yaşanmaktadır. Sıcak yeni bir nefes yakında saracaktır bu koca güzel evi…
Bir toz, bir duman, bir kızıl kıyamet vurur savurur nar tanelerini. Sağ kalıpta yaşayanlar yaşayamanları yüreğinde yaşatır.
Virjin gözlerini aralar, kenetlenmiş eller, taş avluda, minik yüreklerle hala horonda. Gözleri dolu bir ah çeker yırtar zamanı. Gözler çivilenmiştir olduğu yere. Bir mırıltı, bir şarkı dökülür yarım kalmış yerinden, “lö berde, lö berde keçe deste min berde”.
Türkünün dili değişmiştir. Hangi dilde söylenir ilgilenmez.
Hatıratlar götürdüğü yerdir.
Kim bilir kimin elini sıkıca tutmuştur?
-Bırakma bırakma elimi… Sesleri çınlar kulağında…Çüngüş dağlarında bir yar. Kıyamet bu olmalı ey hak. Çığlık çığlığa, çırıl çıplak kadın bedenleri, fırlatılır kör kuyulara. kesilmiş saçlar, yığınlar halinde elbiseler bir ateş yakılmış, yakılacaktır birazdan.
Yaşananlardan utanacak yer, gök, yaradan …