Sanki tarih belirli bir noktaya kadar yaşandı ve orada kaldı. Daha ileri gitmek yerine geçmişte yaşanmış olayları kişileri, yerleri ve tarihleri değiştirerek tekrar tekrar yaşatıyor. Dönüp de tarihin sayfalarına baktığımızda benzerlikler bizi hayrete düşürüyor. İhanetler, zaferler, paylaşım konusu olan coğrafyalar yeniden yaşanıyor. Goethe: “Üç bin yılın hesabını göremeyen, karanlıkta yolunu bulamaz, günü gününe yaşar ancak”, derken nerden bilebilirdiki insanlık o hesabı görmemekte direnip, tarihin geçmiş sayfalarında kaybolurcasına yeniden yeniden yaşayacak ve ders almayacak?
Truva Atı yazımı çağları aşıp günümüze kadar dörtnala geldi, bu gidişle günümüzden de geleceğe dörtnala gitmeye devam edecektir. Bilinen mitolojidir, Truva Atı… Uzun süren savaş sonuca ulaşamamıştır, Akhalılar tahtadan büyük bir at yaparlar, içine askerleri yerleştirirler ve savaştan çekilir gibi yapıp Troya şehrinin kapısına bırakırlar. Bunu gören Troyalılar hediye sandıkları atı şehrin içine alirlary ve eğlenceye başlarlar. İlerleyen saatlerde tahta atın içinden çıkan askerler şehrin kapılarını açarlar ve dışardan gelenlerle birlikte şehri ele geçirirler. Böylece Truva atı o günden bugüne kadar nerede ve nasıl olursa olsun, bir ihanet söz konusu olduğunda dörtnala gelip gundemiy toza dumana katar ve kendisini hatırlatır.
Uzun süreli bir halk savaşı yürütüleceğini, bunun da çeşitli aşamalardan oluşacağını söyleyen Kurdîstan Özgürlük Hareketi yönetimi, görünüyor ki tarihe en uygun belirlemeyi yapmış, hayaller yerine nesnel gerçeklikleri göz önünde bulundurarak politik-askeri bir tutumla yoluna devam etmektedir.
Zamana yayılmış “Türk Tipi Sri Lanka” planı devam ediyor ama istedikleri gibi değil elbette. Ne tarihsel koşulların güncelliğini, ne değişen ve dönüşen Kurdîstan gerçekliğini, ne de curuyeny devlet yapılarının farkında olmayıp sadece “Kürtleri yok edelim de, bedeli ne olursa olsun” gibi gerçeklerden kopmuş bir düşüncenin esiri oldukları için, planları istedikleri gibi gitmiyor, gitmeyecek de.
“Çöktürme Planı” 2014 yılında MGK kararıyla yürürlüğe girdi ama asıl olarak Türk devletinin kuruluşundan beri bu plan yürürlükte ancak “çöktür(e)medikleri” için sürekli yenileyerek devam ediyorlar. Unutulmaması gereken bir tespiti yazmak gerekir: yönetimde bulunan iktidar ne kadar yetersiz olursa olsun, karşımızda 700 yıllık bir yönetim aklı ve tecrübesi var. “Akıl” derken, bunun açılımının, kurnazlık, oyunbozanlık, her türlü ahlaksızlık ve güvensizlik olduğunu anlamak ve bu tecrübeyi hafife almamak gerekir.
Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin yaklaşık olarak 40 yıllık isyanı halen devam ediyor. Tutuklamalar, sürgünler, zindanlar, yerleşim alanlarının yakılıp yıkılması ve daha birçok baskı politikasının uygulanması çaresizlik zincirinin halkaları gibi uzayıp gidiyor. 17 Nisan tarihinde başlayan yeni saldırı ve işgali daha da ilerleterek Kurdîstan Özgürlük Hareketi’ni tümden imha ederek kazanımları yok etmek girişimi, daha ilk günlerinden itibaren savaşa dönüştü. Elbette savaş, yüzyıldır devam ediyor ama gündeme bu yoğunlukta düşmesi ve böyle tanımlanması bizlerin de bu tanımı kabul etmemizi ve kullanmamızı gerektiriyor.
Kısaca anımsatmak gerekirse bu savaşa Türk devletinin uzun süredir Güney Kurdîstan’da alan tutarak ve üs kurarak hazırlandığı, bunu da hem kendisi hem de zaman zaman kendisinin yerine KDP’den hepsinin olmasa bile, yönetim kadrolarının çoğunun desteğini alarak, hatta Berzanî ailesinin gönüllülüğünün yanı sıra, kurduğu ticari ilişkileri baskı unsuru olarak kullandığı ve sorunun sadece PKK olduğunu empoze ederek, aslında Kürt ve Kurdîstan’a düşman olduğunu, aynı zamanda ABD, Avrupa devletlerinin de desteğini alarak askeri-politik savaş yürüttüğü biliniyor. Bütün bunlara ek olarak da geniş bir medya ağı ve teknolojinin gelişmiş olanaklarını da belirtirsek devasa bir gücün yürüttüğü savaşın boyutlarını görebiliriz. Bunun karşısında direniş içinde olan Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin ise halkına dayalı bir öz gücü ve hafif silahlarla yürüttüğü gücü dışında birşeyi bulunmuyor. Bu eşitsizlik karşısında bile başarılı olamadıklarını görüyoruz. Herhalde tüm dünyanın desteğini alsalar bile yine başaramayacaklar çünkü ne haklılıkları, ne güçleri, ne de yürüttükleri savaşı kazanmaya dair inançlarıvar.
Bu seferki askeri durumun uzun süreceği ve kuzey parçasında da siyasi alanda baskıların daha da yoğunlaşacağı düşünülüyor. Bir erken seçim yapılması ve savaştan elde edeceklerini düşündükleri “zaferi” de seçim yatırımı olarak öne sürmeleri olasılık dışı değildir. Daha geniş anlamda ise hedef olarak başta Rojava’da elde edilen Kurdîstan kazanımlarını yok etmek, direniş kırılırsa da geriye kalan ne varsa imha etmek hevesindeler. Konu arasında yazmak gerekirki, Kurdîstan özgürlük mücadelesinin Kuzey parçasında bulunan siyasi temsiliyeti de boğmak politikası karşısında, bu temsiliyetin izlediği tavır savaşın kavranması gerçekliğinden uzaktır. Demokrasi ittifakına katkı sunmak isteyen “dostlar” ise nedeninin açıklanması gereken bir tavra sahipler. Bu tavır açıkça taraf olmamanın getirdiği ikircikli bir durumdur. Şimdi değilse ne zaman? Bunca ağır gündemin içinde ise sanırım mizah da eksik olmasın diye bazılarının “Kürtler silahı bırakırsa, olumlu politik gelişmeler olacak” diye görüş belirtmeleri oluyor. Buna karşı birşey yazmaya bile gerek yok.
Berzanîler veya KDP açıktan savaşmak yerine örtülü bir şekilde taraf olmanın tercihinin getirdiği utancı bu noktadan sonra silemezler. Tutum değiştirseler bile kendilerine karşı duyulan güvensizlik hafızalardan silinmeyecektir. Yine de Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin yaptığı açıklamalardaki dikkatli üslubu takip etmek gerekir. Paris Komunu direnişinde K. Marx’ın söylediği bir söz gündeme düşüyor: “şimdi devrimci hareketin üslupta yumuşak, eylemde sert olmasının zamanıdır”.
Bu bir savaştır ve bu savaşta suskun ve tarafsız kalmak, gerçek anlamda Türk devletinin yanında yer almak demektir.
Truva Atı Akharlılar tarafından içine savaşçılar konularak Troya şehrinin kapısına bırakılmıştı. Günümüzde ise KDP tarafından içine Türk askerleri doldurularak Kurdîstan surlarının önüne bırakılmaktadır. Ancak Truva Atı’nın yeniden sahne alması da işe yaramayacaktır, başaramayacaklardır…