Tarih boyunca bütün savaşların bir ekonomi politiği olmuştur. Ancak bu gerçekliğin bilincine varılmaması veya yeterli derecede dikkate alınmaması, ekonomi politiğin olmadığı anlamına gelmez. Ekonomi-politik sadece bir savaşın değil, bir toplumsal yapının da “üretici güçleri ve üretim ilişkileri” bağlamında geçmişteki, o andaki ve gelecekteki durumunu inceleyip anlamamıza olanak sağlar.
Ekonomi-politik genel anlamıyla klasik iktisatçılar tarafından kavramlandırılan bir tanım olarak kabul görse bile çoğunlukla Marxist ideolojide geniş bir alan kaplamıştır. Yazının konusu ekonomi-politik kavramının incelenmesi değil, içeriğinin parçalarından yararlanmaktır. Çünkü Kurdîstan’daki savaştan kaynaklı Türk devletinin sürekli bir çöküş sürecinin dile getirilmesinin verilerinin teorik temelinin de gerekçelendirilmesi gerekir.
Ekonomi-politik kısa ve yaygın tanımı olarak kaynak dağılımını ve toplam ekonomik etkinliğin belirlenmesini izleyen alan adı olarak da kabul edilebilir. Bir toplumsal yapının ekonomi-politiğini izlemek için teorik bir yöntem, bir temel oluşturmak gerekir. O toplumun geçmiş üretici güçleri ve üretim ilişkileri bağlamında yapılan inceleme duygusallıktan ve niyetlerden bağımsız olarak ele alınmalıdır. Politik mücadeleler kitlelere yakın gelecekteki zaferleri her zaman vaad ederler, bu anlaşılabilir birşeydir ancak toplumların ömrü insanların ömründen daha uzundur. Bir toplumun kurulması ve yıkılması uzun süreleri dayanır.
Sömürgeci Türk devletinin ekonomik yapısı uzun yıllar boyunca (çeşitli dönemlerde büyük devalüasyon uygulansa bile) bir şekilde üretim ve tüketim dengesini koruyarak kendini var etmiştir. Bunun iç dinamikler açısından karşılanabilirliğinin olmasının nedeni çeşitli sanayi dallarında üretim yapabilmesinden kaynaklanıyordu. Tarımsal ürünlerin üretim ve tüketim dengesi, genel ithalat-ihracat dengesi orta ölçekli her ekonomi gibi büyük oranda fark gözetmeksizin korunmaya çalışılıyordu. Belirleyici faktörlerden biri de toplumsal muhalefetin 12 Eylul faşist askeri darbesine kadar hayatın her alanında ağırlığını koyması oldu diyebilirim.
Bu muhalefet, devletin açıktan ekonomik-politik kararlar alarak emekçileri ve kitleleri daha da yoksullaştırmasını engelliyordu. yine de alınan kararlar elbette, bütün bu politikalar her kapitalist ülkede olduğu gibi her zaman emekçilerin aleyhine alınan kararlardan oluşuyordu. Bir avuç asalağın çıkarları gözetilmesine rağmen toplumsal yaşam genel dünya ekonomisine de bakarak tölere edilebilir bir noktadaydı. Toplumsal yapıyı oluşturan kitleler dış dinamikler açısından ise Türk devletinin coğrafi yapısının gerekliliği, kapitalizmin pazar oluşturma refleksi ile birlikte dikkate alındığında kuruluşundan itibaren desteklenen ve yönlendirilen bir ekonomi politik olduğu gerçekliktir.
Kapitalizmin yapısı gereği kar ve üretim ikilisinden vazgeçememesi, her ülkeyi sınırsızca sömürmesinin temel gerekçesi yapmaktadır. Ancak kapitalizmin büyük bir başarıyla uyguladığı ve dünyaya büyük bir oranda “özgür, demokrat, insan haklarına saygılı” bir sisteme sahip olduğu düşüncesini kabul ettirdiği, bunun böyle olmadığını dillendiren düşünceleri ise boğmaya çalıştığı bilinen bir gerçekliktir.
Türk devleti 40 yıla damgasını vuran Kürt isyanını bastırabilmek için ekonomik bütçesinin neredeyse hemen hemen hepsini savaşa ayırmış bulunuyor. Ne savaşa harcanan ne de dipsiz bir kuyuya benzeyen güvenlik politikalarının yarattığı ekonomik açıklar kapatılabilecek düzeyde değil artık. Elbette büyük bir devalüasyon yapmak veya hesapsızca para basmak ya da en son yapılacak olan halkın birikimlerine el koymak adımıyla geçici bir dönem daha kurtarılabilir ama savaş bütçesi dev bir mıknatıs gibi ekonomik politik her şeyi kendine çektiği için sonuç değişmeyecektir.
Birkaç örnek ekonomi politiğin hangi noktada olduğunu anlamamıza yardımcı olacaktır. 2018 yılında 200 puan olan cds (kredi risk primi), 2022 yılında 700 puana yükseldi. Resmi açıklamalarda bile enflasyon oranı %60 civarlarında, oysa tarafsız kuruluşlar %150 oranını belirtiyorlar. Oecd uluslararası öğrenci değerlendirme sınavında 72 ülkeden sondan ikinci sırada yer alıyor. Yani okuduğunu anlayıp, sorgulayıp düşünebilmekten yoksun bir gençlik var. G-20 ülkeleri içinde 21. sıraya düşülmesi bir yana 2022 yılı sonunda dünya ekonomik sıralamasında 22. sıraya düşmesi bekleniyor.
Böyle bir devletin bu veriler ışığında toplumsal yapısının sağlıklı olması beklenemez. Bozulan ekonomik yapı kaçınılmaz olarak topluma yayılacaktır. Toplumsal yapı bu gerçeklikten uzaklaştırılmak zorundadır, bunun için de savaş, mülteciler ve ünlü “dış güçler” söylemi geçerli bir kart olarak kitlelerin oyalanması ve biriken enerjinin dışa vurulması için öne sürülmektedir.
Net olan şudur: Türk devleti kendisinin bile durduracağını sandığı ama durduramayacağı bir toplumsal karışıklığın fitilini ateşlemiştir. Bu tür toplumsal sorunlar genelde küçük ve basit görünen bir nedenden dolayı alevlenen çatışmalar toplumun geneline yayılır. Barbarlığıyla övünen toplumun demokrasi kültüründen de yoksunluğu dikkate alınırsa tarihte az görülecek bir vahşet herkesin kapısını çalmak üzere bekliyor.
Ele geçirilerek yeniden düzenlenen askeri ve polis yapısı, oluşturulan bekçi birlikleri, Sadat, istihbarat servisleri, silahlandırılan tarikat örgütlenmeleri ve mülteci olarak getirilen cihatçı çeteler, olası bir toplumsal muhalefeti bastırmak için hiç çekincesiz kullanılacaktır. Devlet örgütsüz Gezi protestosundan gerekli dersi çıkarmıştır.
Yapmamız gereken bu öfke dolu birikmiş enerjiyi patlama noktasında yönetebilmektir. Yoksa patlamadan sonra enkazın altında kendimizi göreceğiz.