Cem Şahin: Ortadoğu’ da Bir Umut Vahası; Rojava

Yazarlar

Rojava’ya gerçekleştirilen militarist kalkışmanın neyi yadsımak ve yok etmek istediğini iyi kavramak gerekmektedir. Rojava ne yapmıştır da İŞİD başta olmak üzere faşist güç odaklarının hedefi haline getirilmiştir. Şüphesiz bunu bağlı bulunduğu jeopolitikten ayrı düşünmek hata olacaktır. Ortadoğu gibi bir mekansal gerçekliğin politik tarihselliğini bilmeden Rojava’nın ehemmiyetini kavrayamayız. Kimlikler ve mezheplerin karşıt güç savaşlarına sahne olduğu Ortadoğu realitesi emperyalist vahşiliğin oyun sahnesi olmaktan kurtulamamış, her türlü sömürgeci pratiğin değişmez sahası durumuna dönüştürülmüştür. Emperyalist vahşiliğin kuklalarına dönüştürülen Ortadoğu ülkeleri ise halkları aleyhine sürdürülen sömürge işleyişin itaatkar aparatları durumuna evrilmiştir. 

Dünya tarihinde 200 yıldır aralıksız savaş sürecinin yaşandığı başka bir bölgenin olmayışı Ortadoğu üzerindeki analizlerin önemini epey dikkate değer kılmaktadır. Petrol ve doğalgaz zengini olan Ortadoğu ülkeleri kendi iç ihtiyaçlarına yetecek düzeyde petrollerinin bulunmasına rağmen emperyalist güçlerin mutlak denetim alanına dönüştürülmüştür. Aynı zamanda savaş sanayisi üzerinden gerçekleştirilen silah rekabetinin etüt alanı görülen Ortadoğu uzunca bir süredir kan, vahşet, göç ve soykırım kavramları ile anılmak durumda kalmıştır. Böylesi bir tarihsel talihsizliği bulunan Ortadoğu coğrafyası kapitalizmin en vahşi versiyonu olan emperyalist savaş patronlarının saplantılı tutumlarına kurban olagelmiştir. Bölgede savaş nedenleri bir dolu gerekçeye bağlı çıkarılmaktadır. En kışkırtıcı olanı ise yerel iktidar güçlerinin oluşacak sömürge şebekesinden aldıkları payı arttırmak ya da almalarına engel gösterildiği diğer güçlerle savaşa sokulmasıdır. 

Ortadoğu’nun kendine özgü tarihsel çelişkilerini iyi kullanan emperyalist yapılar yerel odakların savaşları ulusal ve din kisvesi altında gerçekleştirmelerini kolaylıkla mobilize etmektedir. Halkların ölümü ve travmatize olması uğruna yaşanılan bunca şeyin çözüme kavuşmamasının başat sorumluları emperyalist devletler ve onun yerli işbirlikçileridir. Hepimizin bildiği üzere emperyalizme bağımlı ülkelerin hâkim sınıfları iktidarlarını süreklileştirmek için küresel savaş yöneticileri ile çeşitli ilişkiler geliştirirler. Ticaretin temel mottosu olan kazan/ kazan ilkesi yerel odakların kurduğu ilişkinin temel kaygısıdır. Emperyal barbarlarda ülke içi sömürüyü tahkim etmek için böyle bir uzantıyı besleyip büyütmeye ihtiyaç duyarlar. Mesele bu bağlamda emperyalist sömürü çarkının sorunsuz dönmesidir. Ortadoğu savaş konsepti Avrupa savaş repertuarından biraz farklı bir tarza mahirdir. 

Savaş yerel güçler arasında çıkıyor olsa da asıl müsabaka büyük güçler arasındadır. Lakin arka planı ideolojik aygıtlarla manipüle edilen savaş süreci her daim vekiller aracılığı ile gerçekleşir. Çok gariptir ki yürütülen bir savaşta karşı taraflardan biri yenilmiş olsa dahi arkasındaki güç odağı yerel işbirlikçilerinden desteğini çekmediği müddetçe o devlet yıkılmamaktadır. Ortadoğu’daki ülkelerdeki sistemler bu şekilde ayakta kalmakta ya da yıkılmaktadır. Bundan ötürü kapitalizmin kendini yeniden üretmesi ve güçlenmesinin savaş politikalarının asıl sebebi olarak görmek abartılı bir analiz olmayacaktır. Peki insanlığın yok edilmesi pahasına süren bu savaş cenderesinden çıkması nasıl mümkün olacak ? Savaşı yaratan nesnel koşullar ortadan kaldırılmadan ne barış ne de demokratik ulus realitesi yaratılabilir. 

Yüzyılı aşan bir süredir devam eden savaşların mutlak kazananı halklar ve ezilenler değil, emperyalizmdir. Epey uzun bir süredir savaş ortamının kalıcı olarak ortadan kalkması için ne bir gelişme sağlanabildi ne de kayda değer bir ilerleme sağlanabildi. Şüphesiz Ortadoğu topraklarını hak ettiği demokratik değerlere kavuşturmak hiç de kolay olmayacaktır. Dünya emperyalistlerinin kendi sömürgeci geleceği pahasına ortaya çıkan sonuçlar güçlü talepler ve kurumsal adımlar atılmadan boşa düşürülemez. Ekoloji sorunundan, gelir adaletsizliğine, eğitim ve sağlıktan, politik adaletsizliğe, inançların bir arada özgürce yaşama arzusundan, ulusal kimlik problemlerine , eril şiddetin yaratmış olduğu cinsel sömürge ilişkilerine değin daha bir çok devrimci talebin somuta kavuşturulması olmazsa olmazlardandır. Arzu edilen yeni bir dünyanın temellerinin daha sağlam olmasını mümkün kılan talepler yukarda bahsi açılan politik hakların bedenleşmesiyle mümkündür. 

İşte Rojava devrimi, bu tür bir umudun gerçek yaşam akışına dahil olması için gerçekleşti. Yüzyıllardır sürdürülen kolonyal ve anti demokratik siyasetlerin anti tezi olarak kendini kurumsallaştıran Rojava deneyimi, Ortadoğu alanını demokratik ve eşit yaşam düşlerine kavuşturmak üzerine hıncahınç bir mücadele dirayeti sergiliyor. İŞİD başta olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin faşist baskılarına karşı koyarak büyüme çalışan Rojava devrimi ulus aşırı enternasyonal dayanışmanın biricik umudu haline gelmiştir. Dünya halklarının ortak dünya kurma düşünü hakim paradigma haline getirmeye çalışan Rojava alanı, dünyanın birçok komünist ve anarşist savaşçılarının canlı bir devrime tanıklık yaptığı yeni yaşamın tohumlarını yeşertmeye çalışıyor. Ki tamda bundan ötürü tekçi, sömürgeci ve kapitalist modernist güçlerin hedefi konumuna getirilmek istenmektedir. Rojava özelinde hayat bulan birlikte yaşama kültürünün oluşturduğu devrimci dinamik Suriye başta olmak üzere Türkiye ve diğer tekçi devlet uygarlıkları tarafından kendi sömürgeci bekalarına tehdit olarak kodlanıyor. Ortadoğu gibi amorf ve baskıcı politik geleneklerin tam ortasına açılan yeni bir güzergah olan Rojava devrimi Ortadoğu’da daha yaşanılır bir dünyanın mümkün olduğunu gösteriyor. 

Bir kadın devrimi olarak telaffuz edilmesi abartılı olmayacak olan Rojava devrimi kadın yaşamının köleden farksız görüldüğü Ortadoğu toplumları için evrensel kadın mücadelesinin en büyük kazanımlarından biri haline gelmiştir. Halk meclislerinin kurulduğu, halkların eşit temsiliyet ilkesiyle doğrudan karar süreçlerine dahil olduğu bu sistem barış düşlerinin imkansız olmadığı kanıtlayan bir kanıt örnek durumuna gelmiştir. Kürtler, kendi siyasal pratiklerini somutlaştıracak birlikleri korumak için Demokratik Toplum Hareketi’ni (TEV-DEM) ve Batı Kürdistan Halk Meclisi’ni (MGRK) kurarak kurumsallaşmasını daha sistemli bir düzenlemeye taşımışlardır. Yıllardır sürdürülen anadilde eğitim hakkı Afrin’de açılan kurslar sayesinde başka bir boyuta kavuşmuş, ilk defa Kürt çocukları kendi anadillerinde eğitim alma hakkı kazanmıştır. Halk meclisleri ile yönetilen bölgelerde, politikadan savunmaya, kültürel faaliyetlerden komünlere kadar belli siyasal inşalara gidilmiştir. Demokratik Ulus paradigması adıyla bölgedeki farklı inançlar ve kimlikler ortak bir yönetimde bir araya gelerek kolektif savunma gücü olan, Demokratik Suriye Güçleri’ni (QSD) kurmuşlardır. Kurumsallaşmasını her alanda büyütmeye çalışan Rojava deneyimi, 10 yılı aşkın bir süredir her türlü saldırıya karşı kendi devrimci dönüşümünü koruyarak eşit ve özgür bir Ortadoğu için üçüncü yol seçeneğinin tek çıkış yolu olduğunu gösteriyor. Yıllarca iç içe yaşamış din, dil ve halklar için tarihi bir fırsat olarak görülen Rojava devrimi beraber oluşturan aidiyetlerin birbirlerini tamamladıkları bir deneyime tekabül etmenin dışında, devrimin gücünü olabildiğinde savunan bir sisteme dönüşmüştür. 

Ve bugün yine Rojava devrimini boğmak üzerine hareket geçmiş güçler tarihin en büyük devrimci girişimlerinden biri olan Rojava deneyimini boğmak için askeri operasyonlarla yeni yaşam düşlerini tarihe gömmek istemektedir. Tekçi ve asimilasyoncu devlet organizasyonlarının temel korkusu kendi öz güçleriyle, kendi politik iradelerini devlet dışında ortaya koyan çözüm projelerinin yaygınlaşmasını önleyememek olarak anlaşılabilir. Korkuları halkların kendi iradelerini, birliklerini ortaya koymaları ve çözüm projeleridir. Ortaya attıkları tüm farklı bahaneler Rojava Bölgesini sömürgeleştirme çabalarından başka bir şey değildir. Halklar kendi demokratik yapılarını değiştirmeye çalışanlara karşı tüm farkılılığıyla direnerek devrimlerini sonuna kadar savunmakta kararlılar. Bölgenin demografik düzenlemesini değiştirerek Suriye topraklarında hak iddia eden Türkiye, Rojava devrimini alt etmek için her türlü kirli yöntemi kullanmaya teşne bir iktidar gerçekliğiyle yönetiliyor. Taksimde patlayan bombanın gayri meşru zeminine dayanarak hareket eden Türkiye Cumhuriyeti yeni bir operasyonla halkaların özgür ve özerk yönetimlerini ilga etmeye çalışarak sonuç almaya çabalıyor. Tarihin en gerici ve faşist geleneğini kendine rol model alan günümüz rejimi Kürtler üzerinden yaratılacak yeni korku ikliminin zaferle sonuçlanacağı düşlüyor. Her dönemin tekrar eden ezberleri olan faşist yöntemlerin devreye sokulması ile iktidarını sürdüreceğini düşünen şeflik diktası eninde sonunda Rojava’nın direniş ruhuna teslim olacaktır.

*

Cem Şahin

2015 Yılında Mersin Üniversitesi Gazetecilik bölümünden mezun oldu. Yerel basın olmak üzere birçok
muhalif yayın organında çeşitli görevlerde bulundu. Yıllardır çeşitli haber ajanslarına güncel ve politik
yazılar kaleme almaktadır. Aynı zamanda HDP basın komisyonu üyesidir.

İlginizi Çekebilir

Hakan Tahmaz: Demirtaş’a yapılan öneri ve muhataplık meselesi
Suna Arev: Bir Berlin Gezisi…

Öne Çıkanlar