Annem belaya baş kaldırmış, dört nala yol alan kahraman savaşçı. Kalbinde hikmeti, dilinde imanı avuç içine tükürüyor. “Hı”..!! Kazmayı vurduğu yerden nimet yeşeriyor.
Annemin kudretli zamanları…Yaşadığı coğrafya ekip biçmeye uygun. Birkaç tane de hayvanı var. Bu alanda dirençli çabalar gösteriyor. Üretken…Dağ eğilip selam duruyor. Taşı sıkıyor, su Munzur gözeleri cömertliğinde süt gibi akıyor. Uğradığı kadınlar meclisinin sevilen teyzesi…İhtiyaca cevap veren öncü. “Teyze sigara var mı?” Sigara paketi, sofranın tam orta yerinde.
“Buyursunlar”! Anaç, arkadaş, sırdaş. Ser verir sır vermez. Çok şakacı. Genç kızların sevgilisi annem. Matrak bir kadın. Esprili…Kendi kitabı var. Kitabın tam ortasından “vay beee!” dedirten anekdot düşerdi hayata dair. Her kesimden insan, onda gördükleri portreye göre bir isim takmıştı. Çocukların “kovboy teyzesi”. Babamın sülalesi onu “Areyiz spor” diye anardı…
Bir kahramanlık eylemi içerişinde. Bunu neden yapıyordu? Hiç düşünmedik. En azından bugüne kadar. “Yaptın da ne oldu?” sorusuna maruz kaldığı gün, virane bir şehirdi. Harabesinden bulduğum parçalarından esinleniyorum işte böyle. Yüz yıllar boyu süre gelen sıkı bir kültürün daimi görevlisi miydi, kurtlar sofrasında erkeksi niteliklere sahip ruhun elbisesine mi bezenmişti? Bu durum yapısından mı kaynaklıydı, yoksa içsel yapısından mı geliyordu? sorusuna cevabım; bence tüm bu bileşenlerin çıktısıydı annem.
Eğer bugün bu kadını yazma ihtiyacını duyuyorsam, bunun bende açıklaması var elbette. Yüzü kültürüne dönük olan annemin, öte yandan bize dönük olan yüreğini koruma iç güdüsünü, sevgisini, korkusunu, mecburiyetini, boyun büküşünü, insan üstü erkeksi niteliklere bürünerek yaşamak zorunda kalmasını, en önemlisi benliğinden vazgeçip o inanılmaz çabasının tanığı olmasaydım ona hakkını teslim etmekte zorlanabilirdim. Her şey bizim iyiliğimiz için. Her şey bizi korumaya yönelik. Onun bu kahramanlık eylemleri toplumun kurallarını ruhumuza işledi. Başka şansı var mıydı? Tabii ki hayır. En bariz örnekle siz hiçbir çocuğun misafirden öncelikli tutulduğuna tanıklık ettiniz mi kültürümüzde? Hayır..!! Tabi yaş aldıkça bilinç arttıkça her şeyden önemlisi meseleyi doğru okuyup kavrama geliştikçe insan değişime uğruyor.
Biz anlamlandıramadığımız o sürecin hâlâ “etki ve tepkisini” hem duygusal anlamda hem de yaralı ruhlarımızda taşıyoruz. Kimimiz onun iyilik hırkasını giyindik, kimimiz onun hırçın hırkasını…Kimimiz her ikisini birden. Hiçbiri; ne tek başına, ne ikisi birden tamamlayamadı bizi…
Her ne kadar feodal kültüre, inanca sahip ise de ilginçti. Kültürel kuralların “bir kısmı” kendine ait değildi. Bunları toplum için uyguluyordu. “İnsanlar ne der?” korkusu ya da amiyane deyimle, ”mahalle baskısı…” Tutucu değildi. Hiç değildi. Öyle ki bazı kurallar onun doğasına uymazdı. Böyle bir mizaçla doğmamıştı. “Önyargı” onun tanıdığı bir kalabalık değildi mesela. Hiç ihtiyaç da duymadı.
Bir gün yakın köyden bir kız evlendi. (Benimle yaşıt o vakitler en fazla 16 yaşında gibi). Annem tarlada çalışıyor. O köyden genç kadınlar geldiler. Annemi köylerine çağırıyorlar. Annem önce anlamadı. Sonra da “kızım kızım gözünüz aydın, benim ne işim var?” dedi. Teklifi kabul etmedi. Kızlar gitti. Annem, “Kızlık çarşafı nedir ayıp ya”dedi. Ben tabi okuldan aşınayım bu duruma. Annemin duruşu mutlu etti beni. Hatta hayranlık duydum. Annem farkında olmadan aydınlatmıştı beni.
Buna benzer bir olay da Cemal evlenince oldu. Gelin tarafı annemi aradı. “Eee dünür ne oldu müjdeli haberi ver…” Annem çok şaşkın beden dili, “ne diyor bunlar” der gibi. Nihayet anladı. “Amannn bütün sülalenizin gözü aydın olsun” dedi. Telefonu kapattıktan sonra sitem etti: “Ben nerden bileyim ne oldu.! Benim çocuğumla bu kız kaç yıldır geziyorlar. Kamplara gittiler, pikniklere katıldılar, böyle saçma soru sorulur mu?.!”
Ne güzel olurdu doğar doğmaz yürüyebilseydik değil mi..! Bir buzağı, bir civciv, bir kuzu gibi…Hemen derdimizi konuşabilseydik..! Emek harcanmadan. Hop.! Hayatın akışına karışsaydık. Olmuyor işte..!! İnsan tüm canlılar içinde, yıllar süren emek sonrasında büyüyen tek varlık…
Annelik meşakkatli iş. “Doğdun hadi yürü” diyemiyorsun. Çocuk yetiştirmek, sonra okuyacağın kitap değildir. O an okumak, o an çözüm olmak zorundasın. Annelik zaten içgüdüsel bir sonsuzluk. Çünkü düşünüyorum da, bilinçten yoksun bir anne hangi gücün dinamiği ile yol alabilirdi ki başka türlü. Eğer bir sömürüden bahsedilecekse ilk sırada “anneliğin sömürüsü” başlık bulmalıdır. Her kesimden haklarına el konulmuş anneler. O bir meslek değil. Onun okulu yok. Çıkarsız ebediyetçiler…!!!Dedim ya annem; kurallar içinde kuralsız ruha sahip. Güzellik (özgürlük) saklı bir kent. Üzerine giydiği kültürün baskıcı çirkinlik, 7 düvel gezgin. İşte nesiller boyu dünyadaki tüm kadınların çirkin takipçisi. Annem beri yandan öğretilmiş bir kader ve öğretilmiş bir çaresizlik…Bunlar üzerinden plansız bir hayatın acımasız getirisi içinde akış arıyor. Plan ne demekti? Buna dair bilgisi yoktu. Hangimizde bu bilgi var ki? Dolayısıyla hangi koşulların kararlılığını sürdürebilirdi ki? Kendimizi anlatmaya sıra gelir mi? Bakalım…!!! Bu evin hiç erkeği yok mu? Varla yok arasında. Ama önce annemin yeni emaneti. Gülizar nineden sonra işte kendi annesi…Mercan nine.
Bu iki yaşlı kadın şaşırtıcı derecede görsel benzerlik taşıyorlardı. Anneannem de gözlerden yoksundu. Anneannemi yaz tatili okul dönüşü görmüştüm. “Gülizar ninenin ikizi mi bu?” demekten kendimi alamadım. Fakat karakter olarak epey zıt kişilikleri vardı. Anneannem ona yapılan iyilikleri kendince yorumluyordu. Hiç hoşnut olmuyordu. Ve bu hepimizi çok incitiyordu.
Kaldığımız ev konum olarak iki dere ortasındaydı hatırlarsanız. Bu yetmiyormuş gibi tam kapı önünden araç yolu geçiyordu. Araçların tozu bir yana, kervanı hiç bitmiyordu. Geçen herkes çoğunlukla tanıdık. Bir soluklanma durağı gibiyiz. Hal hatır soruyorlar. Kimi aracıyla geçerken duruyor, kimi eşeği ya da katırı yüklü geçiyor. Kimi şehirden köye hafta sonu geliyor. Kaldığımız ev her halükarda “yol geçen hanı.” Bir bardak su. Demli bir çay. Sofrada ne varsa artık. Gelip geçen bu hancılar doğal olarak anneannemin halini, hatırını sorarlardı. (Annemin gizli beden diliyle “beni sorun nasıl davranıyor muşum? esprisi üzerine kızın sana nasıl davranıyor?” diye sorarlardı.Anneannem, “Allah razı olsun” cümlesini dahi içinde “şüphe” barındıran hissiyatla kurardı. “Niye ne oldu, sana iyi bakmıyor mu kızın” sorusunu şimdi düşününce, anneme bir yabancı yapsaydı bunu, o güler geçerdi. “İyilik yap denize at” misali. Ama o gün yüzündeki haritada incinen ruhunun resmi belirdi…
Annem yokluk ve kalabalık olmanın getirisiyle babamın da desteğiyle çokça yatak ve yorgan yapmıştı. Annemin marifetlerini saymakla bitmez. Yorgan ustasıydı. Annesinin yorganını ve yatağını açmış, yıkamış, kurutmuş, havalandırmış, çırpmış ve yün taramayla saatlerce yün taramış. Yatağını yorganını puf puf yapmıştı. Soruyu soran yolcuya, ”Şah Xanım’ın onun yatağını çocuklarınınki ile değiş tokuş yapmış” olabileceği söylüyor, buna kanaat getirmişti. Bunu adamın kulağına gizlilik içeren tonla iletiyor. Orda olduğumuzu düşünmüyor. Adam ona göre güvenilir biri. Aslında tanımıyor. Bu çok sinir bozucuydu…
Annem çektiği eziyete mi üzülsün, annesinin inkarına mı? Tüm bunlardan çıkardığım sonuç anneannemin de toplumun gözündeki yeri için çocuğunu suistimal etmesiydi.
Yine bir gün Hıdır abim, “Nine bana borç para ver söz geri vereceğim” dedi. Hıdır abim evin neşesi.Ninemin gözleri görmese de para birimini el yoklamasıyla tanırdı. Eh abim tatlı diliyle ikna etti. Ninem kat kat giyindiği elbiselerini aralayarak ellerini göğüslerinin arasında bir yerlere götürdü. Biz görmeyelim diye yönünü çevirdi.(Sessiz kıkırdıyoruz). Onu gözetliyor olabileceğimizi düşündü. “Bakmayın” diyor. Abim ” Nine biz arkamızı döndük merak etme.” dedi. Hepimiz başında yaptıklarını seyrediyoruz. Çıkardı parayı eliyle yokladı abime parayı uzatmadan, “söz ver geri vereceğine” diye dayatınca abim, “söz nine” dedi de öyle aldı elinden parayı.
Aradan vakitler geçti. Gece karanlık. Uykuya yakın bir vakit. Oturmuş yatağında eli çenesinde. Arada tavana dikiyor gözlerini sonra başını eğiyor, düşünceli. Eli geceliğiyle harp halinde mıncıklıyor. Her gece aynı…. “Hıdır cigeramın” dedi; ‘Sen benden para almıştın verecektin hani ne oldu param” dedi…
Abim de bütün sevecenliğini koydu ortaya. O arada gazete sayfasından para biçiminde kağıtlar kesti birkaç tane. Annem fısıltıyla , “o yutmaz” dedi; “Parayı tanıyor.” Abim aynı tonla, “dur biraz şaka yapalım” dedi. “Al nine paranı” deyip gazete kağıtlarını verdi eline. Ninem yokladı kâğıtları. Emin olamayınca diğer kağıdı yokladı. Suratı hınç doldu. Elinin tersiyle fırlattı kağıtları…
Abimin şakası anneannemin tepkisiyle mahcubiyete dönüştü. Ninem, kendiyle alay edildiğini düşünüp epey söylendi. Annem, “Çocuklar şaka yaptı” dese de ninem öfkesini kustu. Mercan nine düşünceli hallerden epey yoksundu. Kim bilir onun hikayesi neydi? Ruhsal halinin ceza tanrısı kimdi ya da kimlerdi? Bir vakit sonra Bursa’da yaşayan en küçük teyzem geldi. Kaldılar epey. Sanırım ben okula döndükten sonra annesini alıp gitmişti. Çünkü anneannemin gidişine dair zihnimde bir resim yok. Fakat gerçek şuydu ki; biz Gülizar nineden sonra anneannemizin inkarcı politikasını sevmemiştik. Galiba gitmesine sevindik. Garip olan, annemin bir annesi varmış duygusuna dahi sahip olamadık.
Yıllar sonra annemin yüzüne bakınca, “sen de bir annenin yavrusuydun, nasıl büyüdün acaba?” desem de, nasıl büyüdüğüne dair hiç bilgim olmadı. Üzücü evet…Babam hayattayken, annemin birkaç kız kardeşi babamın olanaklarıyla bize gelip giderlerdi. Annemin kız kardeşleri de annem gibi, “kadersiz” hayatlar seçmek zorunda kalmışlardı. Çoğu ya yaşından büyük bir adama varmıştı ya da annem gibi eşini genç yaşta kaybetmişlerdi. Ara ara annem uzaktaki kardeşlerine giderdi. Annemin gitmeye hakkı yokmuş gibi bu defada ablam isyan ederdi: “Ablasına gitmeyi biliyor ama…”
”Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” misali…