Kurdistan’ın sömürgeleştirilmesi sorunu uluslararası nitelik kazanmıştır diye yapılan teorik belirleme, neredeyse her gün kendini doğruluyor ve teoriyi geçip bir gerçeklik niteliğini kazandığını bize gösteriyor. Çünkü ABD başta olmak üzere AB ve Ortadoğu’da politik gündemin çoğunluğunu oluşturuyor. Bunun anlamını Marxist terminolojiye göre şöyle açıklayabiliriz: “her toplum çözeceği sorunları önüne koyar”. Özcesi, Kürt ve Kurdistan sorunu sadece bizim değil, birçok toplumun önüne gelmiş ve bir anlamda artık çözümünün sağlanmasını bekliyor. Bunu inkar etmek, “terör sorunu” diye nitelendirmek veya görmezden gelmek mümkün değil artık. Sadece askeri bir yöntemin kullanıldığı ve sınırlı bir çerçevede yürütülmeyen, farklı coğrafyalara yayılan, sömürge ve sömürgecilerin özellikle Türk devletinin toplumsal tabanlarının da değişmez gündemi haline geldi.
Bir sorun gündemi belirliyorsa veya işgal ediyorsa bunun ne sıklıkla olup olmadığı önemli değildir, önemli olan süreklilik göstermesi olduğu ve her sorun gibi sadece gündemde kalmayıp yeterli olgunluğa eriştiği için çözümü dayatacak olduğundan kaynaklı “sorun” olmak niteliğini geçmek üzeredir. Elbette toplumsal kesimlerin sorunu algılayışı ve çözüm yollarını da unutmadan geçmemek gerekir.
Ancak, bu sorunun çözümünün dayatılmasının değerlendirilmesini yaparken bardağı sadece dolu tarafından görmemek gerekir. Gündeme gelmesi sevindirebilir ama bu durum yanında büyük bir tehlikeyi de beraberinde getiriyor. Sömürgeci güçlerin, bugüne kadar sürdürdükleri ve kabul ettirmeye çalıştıkları sorunun kendi gözlerinden görülmesi tanımının değişmesi üzerine uyguladıkları insanlık dışı vahşeti daha da ağırlaştırarak devam ettireceklerini de unutmamak gerekir. Özellikle Türk devletinin savaş alanlarında kullandığı kimyasal silahları göz önünde bulundurursak, bireysel cinayetler işlenmesi aşamasının dalga dalga büyüyerek günün birinde toplumsal tabanı da kapsayacağını da kabul etmemiz gerekir. Örneğin geçen ay Rojava bölgesinde bombaladıkları hastaneler, eğitim kurumları, elektrik ve su dağıtım yerlerinin hedef alınması sivil yerleşim alanlarına yönelik olduğu için bundan kaynaklı savaşı yayacaklardır. Çünkü o saldırılara karşı Kürtlerden başka tepki gösteren olmadı, bakmayın devletlerin “kınama ve kabul edilemez” türünden baştan savma açıklamalarına, o saldırılar bir anlamda da tepki ölçmeyi hedefliyordu. Hitler, Polonya’ya askeri olarak saldırana kadar Avusturya ve o zaman Çekoslovakya adını taşıyan coğrafyada Südet bölgesini işgal ettiğinde de dünya yine aynı tepkileri göstermişti. Kapitalist devletler kendi çıkarlarına dokunmadığı sürece seslerini çıkarmazlar. Ayrıca Ortadoğu ülkelerinin bazılarının, Rusya, ABD ve AB paylaşımının hedefinde olan bir coğrafyada her ülke savaşan güçlerin gücüne göre tavır alacaklardır. Sömürgecilerin Kurdistan’dan defedildiği günün ertesinde bu devletlerin en üst temsiliyetlerinin ağzından Kurdistan’ın özgürlüğü selamlanacaktır, bugüne kadar hep böyle olmuştur çünkü.
Paris’te katledilen üç Kurdistanlının katilini azmettiren/azmettirenlerin kimler olduğunu büyük bir olasılıkla öğrenemeyeceğiz. Katilin de tıpkı Ömer Güney gibi bir şekilde ortadan kaldırılabileceğini da unutmayalım. Her polisiye romanda işlenen cinayetin sorumlusunu bulmak için tek soru sorulur: “bu cinayet kimin işine yaradı?” Biz de bu sorudan yola çıkarak “kimin işine yaradığını” bulabiliriz, inkar etse bile. Ancak sorun sadece işlenen cinayetle sınırlı değildir, birkaç mesajı da içermektedir. “istediğimiz yerde istediğimiz cinayeti işleriz, düşmanlarımızı her yerde öldürecegiz, bu sorunu demokratik yoldan değil, bildiğimiz yoldan çözeceğiz” gibi mesajlar bu cinayeti okuyabilenlere iletilmiştir.
Uzun yıllardır Avrupa’da saldırılara uğrayan ama Avrupa’nın bu saldırılara karşı gerekeni yapacağı umuduyla bekleyen Kürtler, Fransız polisinin, bir provokatörün yürüyüşçülerin arasına girmesine izin verince bu sefer yılların birikmiş öfkesiyle tam olmasa bile bir ölçüde patladı ve Fransa, katile gözaltı sürecini kaldırarak gösterdiği toleransı geri aldı ve tutukladı. Yeri gelmişken Fransa “Sarı Yelekliler” eylemleriyle sarsılırken, ABD’de siyahiler toplumsal hayatı yangın yerine çevirirken alkışlarla karşılayanlar, sıra Kürtlerin haklı öfkesine gelince yanan arabalara gözyaşı döküp, laf yetiştirme yarışına girdiler ve trajikomik bir hale düştüler çünkü Fransa devlet yetkilileri provakasyonun hata olduğunu ve kendi uygulamalarından kaynaklandığını açıkladılar.
Bir kez daha gördük ki hak alma mücadelesi öyle suslu sloganlar, içi boş programlar veya umut vaad eden geleceğin falcılığıyla gerçekleşmiyor. Sokaklara inenlerin gücünü ezip geçecek bir güç henüz bulunmadı. Bu bağlamda Kürtler nefes alıyorsa, o nefesin bedelini ödeyen Kurdistan Özgürlük Hareketi’ni unutmamak gerekir.
Türk devlet yetkililerinin Rusya, İran ve Suriye üçgeninde turlamaları, sadece bu devletlerin desteğinin ve izninin alındığını göstermesinin ötesinde, ABD, AB gibi devletlerin de izinlerinin alındığını gösteriyor.
Sömürge ile sömürgeciyi bir arada eşit koşullarda yaşatan bir yol henüz yok, hiç olmayacak da. Birinin varlığı diğerinin yokluğu demekse, kaçınılmaz olarak birinden biri yok olmak zorunda. Yok olacak olan biz Kürtler değiliz. Bin yılın öfkesi ve acısı bizi çelikleştirdi. Güneşin doğumundan nasıl eminsek, sömürgecilerimizin düşmanlığından da o derece eminiz. Atalarımızdan yadigar kaldı bize: “Bextê Romê tunneye”..