19 Ocak 2007… İstanbul; Halaskar Gazi Caddesi. Agos’un önü…Hrant Dink…Yüzükoyun düşmüş yere. Ensesinden vurulmuş. Öyle sahipsiz, yüzükoyun yatıyor…Üzerini gazeteyle örtmüşler…Ayakkabısının altı delik…
Türk devleti halklarımızın seçkin değeri, ortak vicdanın sesi Hrant Dink‘i taammüden katletti. Cinayet Marquez’in Kırmızı Pazartesi romanındaki gibi göstere göstere işlendi. Hrant’ın söylediği bir cümle nedeniyle ‘Türklüğe hakaret’ ettiği iddia edildi. Bu gerekçeyle önce siyasi lince tabi tutuldu, sonra da katledildi.
Hrant’ın kendisi de dahil, onunla ilgili gelişmeleri yakından izleyen herkes onun öldürüleceğini biliyordu. Zira, bu toprakların mazlumları ‘anlı şanlı’ Türk devletinin bu konularda nasıl tepki vereceğini biliyor ve ırkçı refleksi iyi tanıyordu. Hrant’ın ‘güvercin tedirginliğinin’ altında da böylesi bir ‘tarih bilinci’ yatıyordu.
Devlet kararını vermişti; Hrant’ı katledecekti. Çünkü, ‘’Son Türk devletinin kurucusu Atatürk’ün manevi kızı ve Türk dünyasının ilk kadın savaş pilotu‘’ olan Sabiha Gökçen’in aslında ailesi soykırımdan geçirilmiş bir Ermeni olduğunu ortaya çıkarmıştı. ‘Türklerin kahramanı’ Gökçen aslında bir Ermeni ‘kılıç artığı’ydı. Böyle herkesin bildiği ama kimsenin konuşmaya cesaret edemediği çok örnek vardı.
Çok sayıda, ‘Türk büyüğü’ aslında ‘’afedersiniz Ermeni’’ydi. İşte Hrant, Sabiha Gökçen gerçeği üzerinden bunu deşifre etmiş ve Türk ırkçılığına ağır bir darbe indirmişti. Bu yüzden MİT onu İstanbul Valiliği’ne çağırmış ve tehdit etmişti. Ardından düğmesine basılmışcasına ırkçı sistemin medyası, üniversiteleri, siyasetçileri, sözde aydınları, sözde sivil toplum örgütleri ve elbette cinayet şebekesi Jitem’in organizatörleri topyekün harekete geçmişti.
Hrant, bu nedenle öldürülmeden önce linç edildi. Cinayet derinlerde organize edildiği için, ‘’devlet millet el ele, birlik ve beraberlik içinde’’ işlendi. Katil tetiği böyle bir atmosferde çekti…Ermeni kimliği Türk ırkçılığın ‘öteki’si olduğundan, devletin polisi, devletin katilini ‘kahraman’ ilan etti. Türk polisi, katilin – çok da yakıştığı- Türk bayrağı önünde çekilmiş fotoğrafını, ‘Söz konusu vatansa geri teferruattır‘ sloganıyla süsledi…Dolayısıyla devlet suçunu gizlemedi; açıkça ‘ben öldürdüm, ben’ dedi.
Bu yüzden ‘’Hran’tın arkadaşları’’nın 16 yıldır sürdürdükleri adalet mücadelesinden de bir sonuç elde edilemedi. Katile kimin emir verdiği, cinayet kararının nerede, kimler tarafından alındığı bir türlü öğrenilemedi. Buna izin verilmedi.
Türk siyaseti ise bunun üzerine gideceğine; iktidarı ve ana muhalefetiyle Agos’un önünde yüzükoyun kanlar içinde yatmaya devam eden Hrant’ın ölüsü üzerinden oy devşirme ahlaksızlığı bile gösterdi…Aslında bu da bir tür ”Türk geleneği”ydi. Devlet öldürür, muhalefet sömürürdü…
Bugün itibariyle aradan tam 16 sene geçti. Hrant Dink, Türk-Ermeni meselesine insani bir pencereden yaklaştığı, soykırımın insani boyutlarını gündeme taşımaya çalıştığı için öldürüldü. İnsanlığın vicdanını temsil ettiği için, onun varlığından rahatsız, huzursuz olan insanlık düşmanları tarafından alçakça ensesinden vurularak öldürüldü.
Birçokları gibi Hrant cinayetinin de acısı ve öfkesi geçmiyor… Geçmiyor çünkü; 19 Ocak 2007… İstanbul, Halaskar Gazi Caddesi… Agos’un önü…Yüzükoyun düşmüş yere… Alçakça ensesinden vurulmuş Hrant, orada öyle sahipsiz ve ‘Yüzyıllık Yalnızlık’’ içinde yatıyor…
Ayakkabısının altı delik…