Ali Engin Yurtsever: Bir Adım Ötesi 

Yazarlar

         Bir çekim merkezi görevini gören 14 mayıs seçimleri, devasa bir girdap gibi hayatımızı kendi içine çekiyor. Politikanın belirleyiciliğinin kaçınılmazlığı, bizlere başka bir alan bırakmamaya çalışarak tek gündem üzerine odaklanmamızı sağlıyor.

         Elbette her mücadelenin çeşitli aşamaları, çeşitli önem arzeden konuları olur. Uzun soluklu bir mücadeleyse bu: bazen önceliklerin sırası değişir. Temel hedefin gölgelendiği aşamalar, “ne oluyor” sorusunun zamana bırakılmış cevabını beklerken değil günlük, neredeyse anlık değişimler yorum yapmayı bile zorlaştırıyor. Ancak politik belirleyiciler ve karar alıcılar, yön verdikleri kitlelerle bağlarının kopmaması ve hedefe yürünmesi konusunda net, güvenilir ve sarsılmaz bir kararlılıkla hareket etmek zorundalar.

       Mücadelenin bu aşamasında neredeyse herşeyi erteleyip tamamıyla seçimlere odaklanmanın ne kadar gerçekçi bir çalışma olduğu üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Çünkü kitlelere yerleşen algı: 14 mayısa kadar sürecek karanlığın yerini 15 mayısta ışıl ışıl parlayan bir güneşe bırakacağıdır. Bunun böyle olmayacağını, güneş yerine karanlığın ötelendiği bulutlarla kaplı bir hayatın devam edeceği gerçeğini en azından bizler açısından böyle olacağını unutmamak gerekiyor.

      Umut beslemek, gerçekliği duygu ve düşüncelerimize göre eğip bükerek yanılsamalı bir gerçeklik oluşturmaya çalışmak bireysel veya toplumsal olarak olabilir ama gerçeklik kendisi dışında oluşturulan her yanılsamayı en beklenmedik bir anda öldürmek için bekler. Yanılsamanın oluşturduğu kabuğu parçalar geçer. Bu nedenle bu tür süreçlerde kitlelerin beklediğinin, istediğinin dışında düşünce ifade edenler eleştiri, hakaret ve dışlanmayla karşı karşıya kalırlar. Elbette gerçeği söylemekle, karşı cizginin düşüncelerini gerçek diye ifade etmeyi kalın çizgilerle ayırmak gerekir. Bu nedenle gerçeğin yanılsamaya sıkacağı kurşunların hedefi olmamak için neden-sonuç ve diyalektik bağlamında değerlendirme yapmak gerekir. Olası ve kitlelerin inanmaya hazır beklediği seçim sonuçlarının ne olacağı bir yana, kendi cephemize biraz bakalım.

         QSD genel komutanı Mazlum Abdi, geçen günlerde Türk devleti tarafından gerçekleştirilen bir suikast girişiminden kurtuldu. Gündemde gerekli karşılığını bulamayan bu suikast girişiminin sonuçları olacaktır ve bu sonuçlar gerek Türk devletinin politikalarını, Kürt-Kurdistan sorununa bakışını ve Rojava’nın konumunu etkileyecektir. ABD’nin bölge üzerindeki politikaları ve kalıcılaşarak belirleyici olmak isteğine karşı Türk devletinin bu cevabı karşılıksız kalmayacaktır. Nitekim ABD yaptığı açıklamada “konvoyda kendi askeri personelleri olduğunu” belirterek bir anlamda saldırının hedefi olduğunu açıklamıştır. Yansıyan bilgilere baktığımızda ABD saldırı olmaması konusunda Türk tarafını bilgilendirdiğini ama dikkate alınmadığı yönünde de açıklama yapmıştır.

    Görülüyorki, Türk devleti Kurdistan’ın ne bütünü, ne de bir parçasının uluslararası olarak tanınmasını engellemek için (çünkü salt askeri düzeyde kalmış bir mücadeleyi “terör” kapsamında tutmak kendileri açısından daha yararlı olacağı için) karşısına politik ve askeri olarak üstünlük sağlayamayacağı ABD’yi almayı bile göze almıştır. Yaklaşan seçimlerin tarihine bakacak olursak, bu süre zarfında Rojava, Şengal, Kobani gibi alanlara saldırı yapılması, hatta başarılabilirse Kurdistan özgürlük hareketi’nin yönetim kadrosuna da suikast düzenlemeyi veya esir almayı da planları içinde tutmaktadır. Bu Erdoğan iktidarından çok devlet politikasıdır. Çünkü (ciddi) bir devlet seçimde kullanılmak için hükümetlerin akıldışı davranmasını engeller. Elbette Erdoğan devletleşmiştir, veya devlet Erdoğanlaşmıştır tespitinin iç içe geçtiği bu süreçte her koşulda bu suikast girişiminin ciddiyetini anlamamız gerekiyor. Türk devlet yapısı içinde yer almayı “sevinç” saymak mı, kendi kendimizin içinde yer almak mı? Tercihimizin bizi götüreceği sonuç, bütün bir geleceğimizi belirleyecektir.

    Sadece seçimlere odaklanmak, Türk devletinin yürüttüğü kirli savaşı görmezden gelmek eksikliğine sürükler. Ortada bir savaş sürüyor ve Türk devletine karşı atılan her geri adım, kaybedilmiş bir alan anlamını taşıyor ve kaybedilen her alanın tekrar geri alınması tahmin edilenden de fazla bir emek ve süreç gerektirir.

     Toplumsal algıya göre oluşturulan “yanılsamalı gerçeklik” seçimlerden sonra belirli bir zaman diliminde demokratikleşmenin sağlanacağı ve şimdi “sorun” olarak görünen ne varsa çözüleceği yönündedir. Ancak gerçeklik ortada duruyor ve soruyor: “Kürt ve Kurdistan, yönetim şekli, siyasi tutsaklar, sürgünler ve hepsini içeren yasal düzenlemeler nedir, nasıl bir çözüm anlayışı içermektedir? Bunlara ilişkin bir netlik yok. Adeta, “biz herşeyi konuştuk ve görünür kılmadan yürürlüğe girmesini bekleyelim” havası var. Türk devlet yapısının içinde ortalama haklara sahip olmak beklenti ve hedef ise bu hedef sorunsuz gerçekleşir. Çünkü “Kürtler kardeşimizdir” söyleminden öteye birşey çıkmaz. Ancak hedef kendi kimliğimiz, kendi kültür ve öz yönetimimiz olacaksa, kendi toprağımızda özgürce ve diğer halklarla eşit kosullarda yasayacaksak, önümüzde daha zor bir dönemin bizi beklediğini bilelim. Seçimlerin Erdoğan tarafından bir şekilde yaptırılmaması, şaibe örtüsüyle örtülerek kazanılması veya ertelenmesi de akıldan çıkarılmamalıdır. İktidarı kaybetmesi karsiliginda kendisini bekleyen gelecegin korkusuyla Erdoğan kitlelere yönelik katliamın emrini bile verecektir.

      Baktığımız ağacın güzelliği gözümüzü kamaştırıyor ancak, ağaca bakmaktan ormanı görmeye fırsatımız olmayabilir.

İlginizi Çekebilir

Behice Feride Demir: Makalenin Makalesi
Hakan Tahmaz: TİP, ÖDP benzerliği

Öne Çıkanlar