Avrupa’da 60’lar ortasında başlayan, Türkiye’de 90’larda ancak popülerleşen post-modernizme içkin tartışmalar bugün Kürdistan Özgürlük Hareketi üzerinden “kimlikçilik” suçlamasıyla seçim döneminde yeniden gündemleşti.
Avrupa’daki sol, kimlik-özne tartışması yaparken, burjuva sivil toplumun dönüşüm parametresi devrimci mücadele hatlarından uzaklaştırmış, mücadeleyi burjuva demokrasisi içine sıkıştırmıştı.
Türkiye’de ise daha çok ulusalcı-sol, Kürt ve Kürdistan mücadele hattına “kimlik mücadelesi değil, sınıf mücadelesi önemli” diyerek geliştirdiği eleştirinin hem sorunun tarihsel köklerinden kopartmak hem de aktif mücadele alanından uzaklaşma eğilimi olarak açığa çıkıyor.
Peki Türkiye’de “kimlik mücadelesi”, Avrupa’daki gibi mi açığa çıkıyor? Türkiye’de, Kürt olmanın, kadın olmanın, LGBTİ+ olmanın maddi yaşamda karşılığı hala pek çok hak gaspı ile beraber, devletin geleneksel-sağ kültürel varoluşu ve politikaları kadına ve LGBTİ+lara şiddet ve cins kırımına doğru giderken, Kürt’lere ise doğrudan savaş olarak açığa çıkıyor.
“Kimlik siyaseti” diye küçümsedikleri, burun kıvırdıkları yer, kimlikle beraber “öznenin” kendisinde doğal olarak açığa çıktığı hakların faşist devlet elleriyle gasp ettiği mücadele alanıdır.
Özne, “Ben Kürt’üm” dedikten sonra, kültürünü aktaracağı diliyle, tarihiyle bir var oluş beyanında bulunur. Bir Kürt’ün, sadece Kürt olarak var olmasını yasaklayan anayasa karşı, Kürtsüz organize edilmiş topluma karşı, varlığını ortaya koyması ve devletle giriştiği mücadele “kimlik siyaseti” değildir elbette. Demokratik hak mücadelesine “kimlik mücadelesi” diyerek küçümseme hali, ezen Türk kimliği ile kendi “kapsayıcı” kimliğini yüceltmektir asıl olarak. Kendi üst kimliğine yeterlilik vererek bunu gerçekleştirmektedir zaten.
Bununla beraber, Türkiye’de burjuva devletinin tüm sınırlarını zorlayarak devrimci-demokrat bir hatta ilerleyen Kürdistan Özgürlük Mücadelesi, karşısına aldığı politik güce karşı, ekonomik-politik bir alternatifle açığa çıkarak, hem Türk devletinin kurucu ideolojisine ve yasalarına karşı demokratik mücadelesini veriyor hem de Özgür Kürdistan hedefiyle devrimci karakterini yitirmeden ilerliyor.
Sınıf Siyaseti mi?
“Kimlik siyaseti yapmayın” diyenlerin derdi işçi sınıfı mücadelesi de olmadığı açık.
Organize sanayi bölgelerinde, Kürt işçilere yönelik şoven saldırılar, mevsimlik işçilerin gittikleri yerlerde ırkçı saldırılara maruz kalması, çalışma alanlarımızda Kürtçe konuştuğumuz için işten atılmalar, mobbinge uğramalarımız, düşük ücret uygulamaları sınıf mücadelesine dahil değil midir?
Kürt’ün dili, fabrikalarda, atölyelerde Türk patronları tarafından da yasaklanmıyor mu? Zorla sürgün edilmiş Kürtler işçileşirken, ucuz işgücü olarak görülmüyor mu? Kayıtsız, merdivenaltı çalıştırmalarda Kürt işçilerin daha yoğun olduğu gerçeği önümüzde durmuyor mu?
Sürgün edilmiş, göçe zorlanmış Kürt halkının, Türk burjuvazisi egemenliğinde işçileşme sürecini incelemeyen, sınıf mücadelesi içindeki Kürt işçilerinin öznel talepleriyle birleşik hat öremeyen bırakalım bir sosyalist olmayı, demokrat dahi olamaz.
Türkiye Gerçekliğini Kavramak
Avrupa’da açığa çıkan burjuva sivil toplumu sınırları içinde tartışmalı bir alan olan “kimlik siyaseti” Türkiye’de bir suçlamaya dönüşmesinin maddi hiçbir yanı bulunmamaktadır.
Kadının, üretim ilişkilerinden kopartılarak eve hapis edilmesinden, iş yerlerinde, sokaklarda, ev içinde taciz-tecavüzden cins kırımına giden toplumda yürüttüğü mücadele, kimlik siyaseti olarak küçültülecek bir mücadele alanı değildir!
LGBTİ+ların Türkiye’de sağ-geleneksel kültürel yapısında, toplumsal varoluşlarının kabul ettirme mücadelesi kimlik siyaseti diyerek kenara atılacak bir mesele değildir.
Bu tartışmalar ekseninde doğa mücadelesinin kendisi bile, termik santrallere, HES’lere ve doğa kıyımına kadar genişlediği bir alanda, doğa mücadelesi görmezden gelinemez boyuttadır.
Kürt’ün, Kadının, LGBTİ+ların hem toplumsal-sosyal alanda hem de sınıfsal olarak bir kat daha sömürüye maruz kaldığı, varlığına doğrudan saldırıldığı, Kürt olduğu için, Kadın olduğu için, LGBTİ+ olduğu için katliama, öldürülmeye maruz kaldığı bir ülkede, kimliklerinin özgürleşmesi mücadelesi, devletin sınırlarına karşı yöneltilmiş mücadele hattını temsil eder.
Mücadeleden kaçma yöntemi olarak “Sınıf mücadelesi” diyenler, fabrikalarda, atölyelerde, iş yerilerinde Kürt’e, kadına, LGBTİ+lara yöneltilen saldırıları da görmezden geliyor, onların taleplerine karşı da duyarsız kalıyorlar.
Derdi mücadele olmayanın, mücadele alanlarında var olana karşı düşmanlaşarak “teori” uydurmaları, UKKTH dahil pek çok ilkeyi ise çiğnemeleri kaçınılmazdır.
Son olarak sloganlarımız, mücadele dinamiklerimizin özünü tarif etmek için ortaya konulduğunu unutmamalıyız. “Sınıfsal, Ulusal, Cinsel Sömürüye Son!” Sloganı Türkiye’deki mücadele alanlarının tam tarifini yapmaktadır.