Behice Feride Demir: Tencerenin Dibi

Yazarlar
    Dezenformasyon, enflasyon, işsizlik ve şiddetin yaygınlığı kültür ve sanat etkinliklerine olan ilgiyi azaltıyor. Buna medyanın artan propogandatif gücü ve bilgi arzının reklama dönüşmesini de eklediğimizde totaliter eğilimlerin güç kazanması kaçınılmaz oluyor. Evrensel hukukun iflas ettiği, sivil ve kültürel ağların itibar kaybına uğradığı ve ırkçılığın yükseldiği bu süreçte bunlara çare olabilecek herhangi bir siyasi alternatif şimdilik ufukta görünmüyor.
   Edebiyat, duygu ve düşüncenin bir taşıyıcısı olarak bu tür tehlikelere karşı durmaya çalışsada, teknolojinin kurumsal ve kitlesel gücü edebiyatın etkileşim alanını da sınırlandırıyor. Bu yüzden pek çok edebi eser ve etkinlik çeşitli gerekçelerle görmezden geliniyor ya da küçümseniyor. Görmezden gelinen sanatsal olguların başında edebi kitaplar geliyor. Genel olarak kitap okuma oranı azalırken, birde adı az duyulan ve pazara hitap etmeyen kitapların bilinmesi, duyulması daha çok şansa kalıyor.
“ Yağmuru görünce güldüm. Tencerenin dibi geldi aklıma. Evde çocukken tencerenin dibini yediğimizde, yemeyin, düğününüzde yağmur yağar diyorlardı. Benim kadar tencerenin dibini yiyen yoktu.”
    Bir çoğumuza tanıdık gelen bu ironi Gülazer Akın’ın Tencerenin Dibi adlı kitabından bir alıntıdır aslında. Gülazer Akın 1990’ların mücadelesinde yer alan genç bir kadın olarak dönemin DGM hukukuna göre müebbet cezası alan binlerce Kürt tutukludan biridir. Tencerenin Dibi’de Akın’ın bu yıllardan hareketle yazdığı ilk kısa romanıdır. Akın, kendi kuşağının topyekün devrim vaadiyle beraber Kürdistan taşrasının zamane doğallığını, renkliliğini ve çelişkilerini kaleme almış.

 

      Asrımızın en uzun savaşına sahne olan Kürdistan toplumunun, yaşadığı acı, belirsizlik ve ağır bedelleri direkt ya da dolaylı örneklerle edebiyatın merceğinden görmek önemlidir. Gülazer Akın, Tencerenin Dibi’nde bir nevi bu bedelin maddi, manevi parçalarını birleştirmeye çalışıyor. Elbette Kürdistan’daki sorunların salt askeri ve siyasi gelişmelerle sınırlı kalmayan birçok boyutu var. Ama Kürt taşrasının boşaltılması ile başlayan göçün kent ve kentli kimlik içinde ürettiği yaşama tutunma şekilleri bugün dahi anlaşılmış değil.
           Kitabın ana karakteri olan Dilber’in kaza  sonucu bir gözünü yitirmesi ile başlayan hikaye, bu talihsizliğe karşı Dilber’in ömür boyu süren isyanını yer, zaman ve mekana göre anlatıyor.
Kaza, kader ve kimliklerin iç içe geçtiği olay dizisinde siyaset, ekonomi, toplumsal kodlar, cinsiyet eşitsizliği ve etnik ayrımcılığın nasıl birbirine bağlı olduğunu Dilber’in karşısına çıkan olaylarda bir kez daha görüyoruz. Akın, olaylara bir romancı gözüyle mizahi ve insani açılar verse de Dilber’in hayatı bir kadının trajik hikayesi etrafında dönüyor.
Gülazer Akın, trajedi ile mizahi öyle sade bir dille işlemiş ki kısacık kitabı bitirmeden bırakmak neredeyse imkansız. Hafta sonunu trol savaşı ve hükümet reklamlarına ayırmak istemeyenler için Tencerenin Dibi farklı bir okuma olabilir.
Bugünlerde hapishanelerden tahliye olan veya tahliyesi hala engellenen Kürt tutuklulara dair çokca haber okuyoruz. Bu haberleri her okuduğumda aklıma Gülazer Akın geliyor.
Sahi yazar, edebiyatçı ve Kürt Gülazer Akın.
Neden içerde?
İyi pazarlar…

İlginizi Çekebilir

Birleşmiş Milletler: Gazze’de her beş kişiden dördü yerinden edildi
HEDEP yerel seçimlerde nasıl bir strateji izleyecek?

Öne Çıkanlar