Yaklaşık 40 yıldır Hollanda’da yaşayan, Dersimli araştırmacı-yazar ve eğitmen Ekrem Yüzer, çalışmalarında ‘aydın sorumluluğunun’ etkili olduğunu ifade ediyor. Anadili Kırmançki’nin asimilasyon karşısında kaybolma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığını belirten Yüzer, buna bir aydın sorumluluğuyla karşı koymak amacıyla anadili çalışmalarına yöneldiğini söylüyor. ”Benim çalışmamı farklı ve anlamlı kılan rüzgara karşı bisiklet sürme eylemidir” diyor.
Ali Engin Yurtsever
Uzun yıllara dayanan ve kapsamlı bir çalışma olan ‘Cawidaniya Hiri’ (Bilincin Ölümsüzlüğü) adlı eserini yayımlayan araştırmacı-yazar Yüzer, eserinde tarihinden derinliğinden süzülüp gelen, çok kültüre, inanca ve etnik kökene ait deyişleri, söylenceleri ve şiirleri insan odaklı bir perspektifle sunuyor.
Yüzer ile anadilin insan, kültür ve ulus açısından önemini, yayınladığı eserini, yeni çalışmaları ve projelerini konuştuk.
Anadili ile ilgili çalışmalarınız kaç yıl geriye gidiyor, sizi bu çalışmaya iten ana etken nedir?
Sayın Yurtsever bana düşüncelerimi, duygularımı ifade etme fırsatı verdiğiniz için size teşekkür ederim.
Bende Anadili duyarlılığı doksanlı yıllardan itibaren ivme kazandı. Bunun birden fazla nedeni vardır. O yıllarda dünyada ve ülkemizde önemli gelişmeler yaşanıyordu. Sovyetler Birliği dağılıyor, iki kutuplu dünya düzeni sona eriyor; ülkemizde de adeta bir Kürt dirilişi yaşanıyordu. Bu gelişmeler daha önceki siyasi değerlendirmeleri ve paradigmaları sarsıyor ve sorgulatıyordu. Sovyetler Birliği’nin dağılması, orada yaşayan halkların önceden bilinenin aksine eşit ve özgür olmadıkları gerçeğinin görülmesi, benim kendimi sorgulamam yönünde önemli bir parametre oluşturmuştur. Bunun yanında Kürt coğrafyasında yaşanan zulüm, faili meçhuller ve köylerimizin yakılması, boşaltılması, bana 20. yy. ilk dönemindeki katliamları çağrıştırmış, bütün bu eski ve yeni trajediler beni derinden etkilemiş ve sorgulama sürecimi hızlandırmıştır.
Bir de aydın sorumluluğu etkili oldu. Fernando Pessoa’nın özlü sözündeki gibi, ‘Vicdan azabı değil, bilinç azabı çekiyorum.’ Aslında her ikisini de demek doğru olacaktır benim açımdan. Hem vicdan azabı, hem bilinç azabı beni bu çalışmaya itti diyebilirim.
Çalışmalarınızın ana hedefi nedir?
Yaptığım çalışmalar bir yanıyla anadilimi öğrenme, anlama, kavrama çalışmalarıdır. Bunun özgür ve demokratik ülkelerde sıradan herhangi bir insanın yaptığından farklı bir tarafı yoktur. Çünkü oralarda kendi anadiliyle konuşmak, eğitim yapmak, şiir, öykü roman vb. yazmak gayet olağan aktivitelerdir. Konuyu farklı kılan diğer boyutudur.
O da anadilim Kırmancki’nin resmi dil Türkçe dışındaki bütün diller gibi, yüzyıllık zorunlu bir asimilasyon karşısındaki durumudur. Zorunlu asimilasyona maruz kalan bütün diller maalesef çok kan kaybetmişlerdir. Bu diller içinde durumunu yakınen bildiğim Kırmancki konuşan insan sayısı gün be gün azalmaktadır. Bütün eğitimlerini Türkçe yapan genç kuşaklar, anadilleri Kırmancki’yi ya hiç bilmiyorlar ya da kendilerini daha iyi ifade ettikleri resmi dili tercih ediyorlar. İşte benim ve benim gibilerin çalışmasını farklı kılan, belki de anlamlı kılan, bu rüzgara karşı bisiklet sürme eylemidir. Benim birey olarak yapmakta olduğum şey (elbette başka bireylerin ve çevrelerin de) bu kadim dilin içinde bulunduğu olumsuz durum hakkında duyarlılık oluşturmak ve bunun sonucu onun yaşamasına cuzi bir katkı sunmaktır. Bunu uzun bir süreden beri yapmaya çalışıyorum. Sözlü veya yazılı bulunduğumuz ortamlarda sözünü ettiğim duyarlılığı oluşturmak için kelimenin tam anlamıyla çırpınıyoruz.
Dil ve kültür ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu soruyu sormanıza sevindim. Çünkü tartışmalar genellikle dil ekseninde yapılıyor, kültür boyutu fazla tartşılmıyor. Bilindiği gibi dil sadece bir iletişim aracı değildir, o aynı zamanda kültürel dokuları da içerir. Fransız sosyoloğ Pierre Bourdieu bu konuda şu tespiti yapar: ‘’ Dil bir inşadır, ama öyle bir inşadırki, diğer inşaların (kültürün ve diğer öğelerin) oluşumunu ve aktarımını sağlar.’’
Bu tespite katılıyorum. Özgür ve dinamik bir dil hayatın her alanında vardır ve bu alanlardaki bütün unsurları besler ve onlardan beslenir. Böylesi doğal bir süreçte dilin gelişmesi kültürü, kültürün gelişimi de dili olumlu yönde etkiler. Egemen güçler zorunlu asimilasyon politikalarıyla bu sürece müdahale ederek, bu doğal gelişmeyi engellemişlerdir.
Yüzyıllık bu politika maalesef sonuç vermiş; dominant olanın dışındaki dillerin gelişimleri sekteye uğramış ve dinamizmleri kaybolmuştur. Böylece anadillerini az bilen ya da hiç bilmeyen ve ait oldukları grup kültürüne giderek yabancılaşan kuşaklar yetişmiştir.
Anadili zayıfladığı ölçüde toplum kültüründe çoraklaşma ve bozulma başlar. Bunun emarelerini her alanda görmek mümkündür. Birkaç örnek: Eskiden büyükler küçüklere ‘ berxudar be!’ derlerdi; şimdi bunu gençlerin yaşlılara söylediğine rastlamak mümkündür. Kırmancki konuşanlar eskiden çalışan birine ‘rast biéro!’ derlerdi. Şimdi bunu söyleyenlerin azaldığını gözlemliyorum. Kırmancki ve Kurmanci taziye sözleri Dersim’ de şöyledir: ‘ Zerre xatıré to / dil xatıré te!’ Doğrudan acının hissedildiği yere (yüreğe) hitaben söylenen ve çok değer biçtiğim bu taziye sözlerinin yerini dominant olana bıraktığını gözlemliyorum. Bu duruma bir örnek daha vermek isterim. Eskiden aşiret adları tümüyle otantikti; Demenan / Demeno/ Demenıco, Heyderan / Heydero / Heyderıco gibi. Ama bu otantik isimler de aynı nedenlerden ötürü Demenan-lar, Heyderen-lar, gibi Türkçe ve Kurmanci iki çoğul ekin ( -an ve -lar) bir arada kullanıldığı garip bir değişime uğradı. Bütün bu örnekler anadilde ve kültürel dokuda kan kaybını, çoraklaşmayı gösteriyor. Anadili zayıflayıp dinamizmini kaybedince kültürü taşıma işlevini de yerine getiremiyor.
Bu durumu gözleyen toplum mühendisleri çok önceden başladıkları kültürel asimilasyonun ivmesini bilinçli olarak epeyce yükseltmiş görünüyorlar. Zamanlamanın, anadilini az bilen ya da bilmeyen kuşakların yaratıldığı döneme denk getirilmesi tesadüfü değildir.
Genelde Kürt Aleviliğine, özelde Dersim Aleviliğine ( Raa Heqi / Haqi -Réya Heq) yönelik (doğrudan) kültürel asimilasyonun tarihi de çok gerilere gider. Onun içini boşaltma, onunla et tırnak haline gelmiş Kürdi ögelerden, motiflerden arındırma, ona ait zengin terminolojiyi tasfiye etme, beslendiği tarihsel kaynaklardan izole etme ve unutturma gibi amaçlarını görmek mümkündür. Besbelli ki anadilini, kültürünü, mitolojisini ve tarihini bilmeyen kuşaklar isteniyor. Bunun niçin istendiğinin cevabını Howard Zinn’in şu özlü sözünde bulabiliriz. ‘Tarihi bilmiyorsan dün doğmuşsun demektir. Dün doğmuşsan her lider sana istediği hikayeyi anlatır.’ İşte bu iç boşaltmanın bir amacı da oraya kendi hikayelerini monte etmek içindir. Otantik (Kırmancki, Kurmanci) terminoloji buna engel teşkil ediyor, bu nedenle onun yerine uyduruk bir terminoloji ikame ediliyor. Bu durumu örneklemek istiyorum:
Dersim’in Pertek ilçesinin Zéve köyünde Yöre halkının Kırmancki ve Kurmanci olarak Horiya Xıdır olarak adlandırdıkları bir ziyaretgah ve aynı kutsal zatın türbesi vardır. Ziyaretgah’ı halkın ezici çoğunluğu böyle adlandırırken, bazıları ‘Sultan Hıdır/ Xıdır’ da derlerdi. Ama son yıllarda ‘Üryan Hızır’ denilmeye başlandı. Bu isim değiştirme sürecine katkı sağlayanlar için yöre halkının kendi kutsalına verdiği isimlerin ve onların kolektif hafızasının hiç mi kıymeti harbiyesi yoktur, diye sormak gerekir.
Dersim’de çokça bilinen bir mitolojik ateşle sınama öyküsü vardır. Öykü uzun ama kısa tutacağım. Öykünün bir çok versiyonu anlatılır. Bu versiyon detayına da girmeyeceğim. Alaattin Keykubat, Dersim’deki Bagin Kalesi’nde bir anlatıma göre, Kureş ve Dewreşé Gewr’i, diğer bir anlatıma göre Bamasur, bir başka anlatıma göre de, Seydsabun’un da bulunduğu (ki bu saygın şahsiyetlerin hepsinin kendi adlarını taşıyan Alevi Ocakları vardır ve manevi nüfuzları bugün de devam etmektedir) saygın Alevi şahsiyetlerini fırına atar, amacı ateşle sınamaktır. Kimine göre üç gün, kimine göre bir hafta sonra bu şahsiyetler keramet göstererek fırından sağ salim çıkarlar. Bunlardan Dewreşé Gewr, fırındaki küllerden ötürü kül rengine bürünür ve bu yüzden yöre halkı kendisini Dewreşé Gewr diye adlandırır ve bu adlandırma günümüze kadar devam eder. Ancak, Alevilik’le ilgili bir çok kitapta bazı kalemşorlar Dewreşé Gewr yerine ‘Derviş Beyaz’ adını tercih etmişlerdir. Kül renginin (gri), beyaz’ın ise (spi) anlamına geldiğini herkes bildiğine göre, neden Derviş Beyaz? Burada kasıtlı bir şekilde otantik isimler hedef alınıyor. Bu kültürel asimilasyona çok sayıda örnek verebiliriz, ancak fazla uzatmadan toparlamaya çalışayım. Kürt Aleviliğinde bir çok temel kavram bilinçli bir şekilde tasfiye ediliyor. Bunlardan biri ‘Pir’ sözcüğüdür, kökleri Avesta diline kadar uzanan bu kadim sözcük yerine ‘dede’ sözcüğü ikame ediliyor. Bu tür kadim kavramlardan korkuluyor, çünkü bunlarla istedikleri hikayeyi yazamazlar.
Kürtlerin dil, kültür, edebiyat ve tarih araştırma sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sayın Yurtsever,Kürtçe bilinenin aksine çok zengin bir dildir, sözcük hazinesi bakımından dünyada ilk on dil arasındadır. Wikipedia`nın verilerine göre Kürtçe 721.599 sözcük ile Dünyanın en fazla sözcüğe sahip 9. dilidir. Sıralama şöyledir:
1-İngilizce
2-Malagaşça (Madagaskar adasında yaşayana Malgaş halkının dili)
3-Fransızca
4-Rusça
5-Hırvatça-Sırpça
6-İspanyolca
7-Çince
8-Almanca
9-Kürtçe
Binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan Kürt Halkının sözlü ve yazılı edebiyat geleneği de eskidir. Kahramanlık destanları, mitolojik öyküler, aşk hikayeleri, stranlar ve klamlar bu edebiyatı zenginleştiren unsurlardır. Bu kültürel zenginliğin oluşumunda ve taşınmasında dengbejlerin (ozanların) önemli katkıları olmuştur.
İlk yazılı Kürt Edebiyatı eserleri Lorca ve Goranicedir. Baba Tahir-i Üryan’ın XI. yy. başlarında Lorca yazdığı ‘Dubeyti’ divanı Kürt edebiyatının ilk yazılı eseridir. Yine XI. yüzyılda Baba Serheng i Dewdani’nin Goranice yazdığı ‘Defteré Dewdani’ ilk yazılı Kürt eserlerdendir. İşte Baba Tahir-i Üryan’ın şiirinden güzel bir dörtlük:
‘’Her ew ku aşiqé can natirse
Aşıq ji zencir zindan natirse
Dılé aşiq weke guré birçiye
Ku ew ji heyheya şivan natirse.’’
XIV. y.y. da Mele Perişan Goranice eserler vermiştir.
XVI. y.y. Klasik Kürt edebiyatının yüksek bir ivme kazandığı dönemdir. Ali’yi Hariri, Ahmed-i Cezeri ve Feqi-yi Teyran gibi çokça bilinen Kürt edebiyatçıların eserleri bu döneme aittir. Ünlü Kürt edebiyatçısı Ehmedé Xani tanınmış eseri ‘Mem u Zin’i XVII. y.y. yazmıştır. Ehmedé Xani eserlerinde Kürtlerin bağımsızlığından sözeden ilk Kürt şairdir.
XVI. ve XVII. yy. Kürt edebiyatının ivme kazanmasının önemli nedenlerinden biri de Kürt beyliklerinin (Mirlerin) kurduğu ve koruduğu medreseler olmuştur. Kürt edebiyatının gelişme gösterdiği bu klasik sönemden yüzlerce eser günümüze kadar gelmeyi başarmıştır. Bu eserlerin dili genelde Kurmancidir.
Şeref Han tarafından 1597’de kaleme alınan Şerefname ise Farsça olarak yazılmıştır. 20. y.y. başlarında ise Kürt halkı üzerinde eşi benzeri görülmemiş acımasız katliamlar yapılmış ve sonunda Kürdistan dört parçaya bölünmüştür. Bu durum beraberinde ulusal Kürt hareketlerinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu milli eğilimler Kürt edebiyatına da yansımış ve böylece Kürt edebiyatı milli bir karakter kazanmıştır.
Kürt aydınlarından Celadet Ali Bedirhan ve birçok Kürt çevresi 1932’de Arapça Alfabe yerine Latin Alfabesini kullanmaya başlamışlardır. Böylece bir kısım Kürt Arap, bir kısmı ise Latin harfleriyle yazmaya başlamışlar ve bu birden fazla alfabe günümüzde de devam etmektedir. Bu yüzyılda Kürt halkına yönelik bilinen katliamların yanında dil ve kültür alanındaki yasaklar da zirve yapmıştır. Bütün bunlara rağmen Kürt Edebiyatı varlığını sürdürerek, bir çok önemli edebiyatçı yetiştirmiştir.
Bunlardan bazıları şunlardır:
Piremérd, Celadet Ali Bedirhan, Seyd Qaji, Erebé Şemo, Cigerxwin, Abdulla Goran, Husén Arif, Şérko Békes, Renas Jiyan, Mehmed Uzun, Mehemed Malmisanij, Yekta Uzunoğlu, Cemil Turan Bazidi, Bextiyar Eli, Helim Yusif…
Kürt edebiyatçılarının sayısı bundan ibaret değildir. Buradaki isimler en çok tanınanlarıdır, tabii yanılmıyorsam. Kürt şairlerden Selim Temo, 520 Kürt şair ve onların eserlerinden sözeder. Burada mümkün olduğunca sırasıyla yazılan ve yazılmayan bir çok edebiyatçı çağdaş Kürt edebiyatının temsilcileridir. Çağdaş Kürt edebiyatı bütün zorluklarına karşın gelişimini sürdürüyor.
Ancak, her şeyden önce Türkiye’de henüz Kürtçenin yasal bir statüsü yoktur. TBMM de Kürtçe konuşan hatiplerin konuşmaları bilinmeyen bir dil olarak tutanaklara yazılıyor. Kürt Dil Kurumları kapatılıyor. Kürtçe yayın yapan gazete ve dergiler yasaklanıyor. Kürtçe üzerindeki baskılar devam ediyor. Bu baskılardan ve özellikle Anadilde Eğitimin yasak olması gibi nedenlerle Kürtçe okuyabilen insan sayısı sınırlıdır. Bu nedenle (takip edebildiğim kadarıyla) Kürtçe okuyucular daha çok gramer ve sözlüklere de rağbet ediyor. Bütün handikaplarına rağmen Kürtçe Edebiyat gelişme trendi yakalamış görünüyor ve bunun gelişerek devam edeceğine inanıyorum.
Kırmancki / Dımılki/ Zazacanın tarihsel konumu size göre ne aşamada bulunuyor? Bir yok olma tehlikesi var mı?
Kırmancki / Dımlıki’nin çok güçlü bir sözlü edebiyat damarı vardır. Efsaneler, mitolojik öyküler, aşk hikayeleri, masallar, atasözleri, klamlar, lauklar, ağıtlar bu damarı besleyen unsurlar olmuştur. Ancak, yazılı edebiyat maalesef çok geç dönemlerde ortaya çıkmıştır. XIX y.y. sonlarında ve XX. y.y. başlarında Hezan ve Siverek’te bazı yazılı edebiyat örnekleri vardır. 1979’da ‘Tirej’ dergisi birkaç sayısında Kırmancki / Dımlıki’ye önemli oranda yer verir, ama onunda yayın hayatı kısa sürer, 12 Eylül darbecileri tarafından kapatılır.
1980’li yılların ikinci yarısında, yoğunlukla ‘90’lı yıllarda Kurmanci – Kırmancki ve Kırmancki – Türkçe yayın yapan dergiler oldu. Bazılarının yayın hayatı devam ediyor. Özetle Kırmancki / Dımılki yazılı edebiyat alanında son otuz-kırk yıldır bir ilerleme görülüyor. Sözlükler, masallar, atasözleri, şiirler az da olsa roman denemeleri, yazılı edebiyatın konularını teşkil ediyor. Tabii bunlar olumlu sevindirici gelişmelerdir.
Kırmancki diğer yasaklı diller gibi uzun süreli ve katmerli zorunlu asimilasyon politikalarına maruz kalmış, özgürce gelişimi engellenmiştir. Bu dilin yaygın olarak konuşulduğu Dersim gibi bazı şehirlerin asimilasyon uygulamalarında ‘Pilot Bölge’ olarak seçildiklerini hatırlamak gerekir. Buna ilaveten bilinçli bir insansızlaştırma politikası sonuç vermiş, insanlarımız Türkiye metropollerine ve hatta dünyanın bir çok ülkesine dağılmış durumdalar. Bütün bunlar ve başkaca faktörler sonucu Kırmancki konuşan insan sayısı gün be gün azalmaktadır. En olumsuzu da anadillerini az bilen veya hiç bilmeyen kuşaklar yetişmiştir. Bütün bunlar Kırmancki’yi yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bırakmıştır. UNESCO’nun 1999 da yaptığı bu yöndeki tespit duyarlı çevreler tarafından zaten biliniyor.
Hatırlanacağı üzere UNESCO ( Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü) Türkiye’de konuşulan şu dillerin yok olma riski ile karşı karşıya olduklarını açıklamıştı:
Kırmancki (Zazaca)
Kapadokya Yunancası
Gagavuzca
Hertevince
Hemşince
Ladino
Ahbazca
Adigece
Kabardey şivesi
Mlahso
Pontus Yunancası
Romanca
Süryanice
Turoyo
Ubıhça
Lazca
Yukarıda yok olma riski taşıyan diller kaybolduklarında bu halkların kültürel değerleri de kaybolacaktır. Bunu ülke ve dünya kültürel mirasının yoksullaşması olarak değerlendiriyorum. Kaybolma riski taşıyan diller konusunda alınması gerekli tedbirler bir an önce alınmalıdır.
En başta Türkiye’nin de 1992’de onayladığı BM Ulusal veya Etnik, Dinsel ve Dilsel Azınlıklara Mensup Kişilerin Haklarına Dair Bildiri, anadili konusunda ilgili devletlere sorumluluk yüklemektedir. Bu sorumluluğun yerine getirilmesi talep edilmelidir. Bu bağlamda Anadilde Eğitim talebi de gündemden düşürülmemelidir. Bunun yanında anadilde konuşma ve yazmanın teşvik edilmesi ve desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Kürt Dil Kurumlarının da Kırmancki’nin bu alarm veren durumunu dikkate alan politikalar geliştireceklerini umuyorum. Ülkemizde henüz kaybolmayan dilsel ve kültürel zenginliğin varlığını sürdürmesi dileğiyle!
Sayın Yurtsever size bu imkanı verdiğiniz için tekrar teşekkür ederim.