“(…) İstanbul’da belli ilçelerde ve başka kentlerde DEM Parti ile girdikleri kent uzlaşısı başlı başına bir gösterge sayılabilir. Öte yandan Kurdistan’da herhangi bir biçimde DEM Parti’nin önünü kesecek ataklara kalkışmaktan uzak durmaları bir sağduyu göstergesidir.(…)”
Yukarıda kesit Ertuğrul Kürkçü’nün Mezopotamya Ajansı’na verdiği bir röportajdan…
Öncesinde kurucusu olduğu Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) seçime üç beş gün kala Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM-Parti) ‘Üçüncü Yol” olarak tarif ettiği tutumunu ‘eşit mesafecilik’ olarak nitelemiş ve İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nu destek açıklaması yapmıştı.
SYKP’nin bu açıklamasından önce ise SYKP geleneğinden olan Ahmet Saymadi T24’e “DEM-Parti PM üyesi” unvanıyla demeç vermiş, DEM-Parti’nin İstanbul’da CHP ile uzlaştığını açıklamıştı. Saymadi’nin açıklamasını DEM-Parti Merkez Yönetim Kurulu (MYK) sert bir açıklamayla yalanlamış, Saymadi için “Kişisel egolarına, gündem olma dürtülerine yenik düşerek partimiz hakkında hayal ürünü senaryolar yazanların halkımız ve partimiz nezdinde hiçbir hükmü ve karşılığı yoktur,” ifadeleri kullanılmıştı.
DEM-Parti MYK’sının açıklamasından sonra da tartışmalar devam etti. Bu kez Ertuğrul Kürkçü “Lenin olsa…” başlıklı bir yazıyla adeta MYK açıklamasına cevap verdi:
(…) Kaldı ki, DEM Parti ve önceli Halkların Demokratik Partisi (HDP) bu açıdan daha kuruluşunda, kendisi oluşturduğu genetik kodlarında çoğulculuğu, çokluğu, bileşenlerin ve yerellerin özerkliğini temel ilke olarak belirledi. “Demokratik merkeziyetçilik” kavrayışını “demokratiklik” esasına doğru büyük bir güçle bükerek “merkeziyetçilik”i görelileştirmekle Türkiye politik hayatına yepyeni bir karine kazandırdı ve bütün parlaklığını bu ilkenin saat gibi işlediği dönemlerde kazandı. (…)
CHP’de manzara iç açıcı değil
Hatırlayacaksınız, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde DEM-Parti’nin ardılı olduğu Yeşil Sol Parti AKP’ye kaybettirmek için ‘gövdesini taşın altına koyarak’ Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklemişti. Daha öncesindeki 2019 yerel seçimlerinde de AKP’ye hezimet yaşatmış, CHP’ye nefes aldırmıştı.
Buna karşılık CHP adına akılda kalan tek şey Kürt siyasetçilerin tutuklanmasına vize veren “Hukuka aykırı ama evet” açıklamasıyla dokunulmazlıkların kaldırılmasına “evet” oyu vermeleriydi. Demokratik değerlere ihanet eden bu tutum, Ümit Özdağ ile yaptığı sözleşmeden de anlaşıldı ki Kılıçdaroğlu’nun temel karakteriymiş.
Oysa demokratik değerler etrafında Kürt siyasetiyle samimi bir birliktelik, 2012-2015 sürecindeki atmosferi yaratabilirdi. Bu fırsat ne yazık ki Kılıçdaroğlu ve ekibi tarafından heba edildi. CHP’deki yeni yönetimin ne yapacağına dair emareler ise henüz belirginleşmiş değil. Yeni yönetimiyle CHP, 80 yıllık ‘Alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete’ siyasetine son verecek mi, göreceğiz.
CHP irade gaspına sessiz kaldı
Kürt kentlerindeki belediyeler kayyım eliyle gasp edildiğinde CHP yine ortalıkta yoktu. Daha üç beş gün önce Van’ın iradesini gasp etme girişimine karşı da CHP’nin tutumu, dört kişilik sembolik bir heyet göndermenin ötesine geçmedi. Oysa CHP Genel Başkanı Özgür Özel İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile birlikte derhal Van’a gidebilir, “Demokratik değerleri savunacağız,” diyebilirdi.
Cumhuriyet tarihinde olup bitene, bu süreçte CHP’nin rolünden bahsetmeye gerek var mı? CHP’nin Kürt sorunu bağlamında cumhuriyetin 80 yılıyla samimi bir yüzleşme yapmak zorundadır. Ancak bu yüzleşmeden sonra Türkiye demokratik değerlere doğru yol alabilir.
CHP rüştünü ispat etmek zorundadır
Hâlihazırda CHP’de böylesi bir yüzleşmenin izine rastlamak mümkün değil. Seçim öncesi yapılan şirinlikler, dost meclislerinde söylenen sözlerin bir kıymeti harbiyesi yoktur. Öyle “Sen beni destekle, gerisine bakarız” ile olmaz; açık, şeffaf, samimi bir tutum, bir yol haritası olmak zorundadır.
Buraya kadar çizmeye çalışılan CHP manzarası içinde Kürkçü’nün açıklamalarını anlamak mümkün değil. Deyim yerindeyse sinekten yağ çıkarmaya çalışmış. Oysa bugünlerde gasp edilmeye çalışılan Bitlis, Kars ve diğer bazı kentlerde, CHP’nin aldığı oyları DEM-Parti oylarına eklediğimizde, taşımalı seçmenlere rağmen belediyeleri DEM-Parti kazanabilirdi.
Matematik yalan söylemez; Kürt kentlerinde AKP’nin taşımalı seçmenlerle ‘kazandığı’ belediyelerdeki sonuç tablosuna bakmak yeterli, CHP’nin oralardaki rolü taşınan seçmenlerin rolünden farklı mı?
Bu çerçeveden bakıldığında CHP’nin henüz demokratik değerleri ‘Kürtler dâhil’ bir şekilde savunacak bir pozisyonda olmadığı, bu yönüyle rüştünü ispat etmek zorunda olduğunu net bir şekilde ifade etmek gerekir.
- Yol doğru anlaşılmalıdır
Daha vahim olan ise DEM-Parti’nin ‘3. Yol Siyaseti’nin ‘eşit mesafecilik’ şeklinde çok sığ bir değerlendirilmeye tabi tutulmasıdır. Kürt siyasetine 7 Haziran seçimlerinde de, 31 Mart seçimlerinde de kazandıran 3. Yol’dur. Bunu görmeyip popülist, dar hesapçı yaklaşımlara tenezzül edilmesi üzücüdür.
- Yol ‘ne o ne bu’ya indirgenemez. 3. Yol, Kürtlerin, emekçilerin kendi gündemleriyle siyaset yapma becerisidir. 3. Yol, Kürtlerin, emekçilerin sorunlarını kendi öz güçleriyle çözme, bunun kurumsal yapısını ortaya çıkarmadır. 3. Yol, radikal demokrasinin, halkın yönetime doğrudan katılımının örülmesidir.
Alışılmış Türk siyasetinin kodlarıyla bu tutumu anlamak, bazı kesimler için oldukça zor, bunu anlamak mümkün. Ancak ısrarla tutumlarını dayatmaları kabul edilemez. Zira Kürt siyasetinin ideolojik-politik hattı nettir. Bu hattı savunacak halk desteğine, örgütsel kudrete de fazlasıyla sahiptir.