“Bir mavi var yeşil olduğunu söyleyen bir tek benim olmadığım”
Sylvain Cavailles
*
Vahhab Ayhan’ın sergisinde gözümüze çarpan pek çok unsur var; izleyicinin ilk etapta gözden kaçırabileceği, fark etmeyebileceği detaylar: Daireler, semboller, dövmeler, motifler halılar ya da kilimler gibi işlenmiş imgeler. Daireler ve semboller, bize zamanı ve tarihi anlık olarak düşündürürken; kilimler, yerleşik olanın zamanla nasıl yabancılaştığının sinyallerini veriyor. Bu dönüşüm, bize yeni bir varlık sunuyor ve bu varlık, Ayhan’ın gerçek eylemine dönüşüyor; her bir resim, kendini ifade ediyor, kendini yaratıyor ve bilincimizde bu eylem kalıcı hale geliyor. Kültürel miras ve hafıza, resmin sınırlarını zorluyor. Ayhan’ın çalışmalarına dikkatlice bakıldığında -ister akrilik olsun ister yağlıboya- tümünde çocukluk anıları ve yazılmamış hikayelerin izleri bulunuyor. Bu izler, onun sinderesini (iyiyi kötüden ayırt etme yetisi) oluşturuyor; ancak Ayhan’ın sinderezi, korku ve günahların getirdiği vicdan azabından ziyade, kabul edilmiş bir ruh haline bürünüyor. Tuvalin dokusu da bize kanıt sunuyor; sanki tuval bir beden oluyor ve figürler ruha dönüşüyor. Bizlere ise yeni anlamlar keşfetmek düşüyor. Geleneksel ve evrensel motifler, onun tuvalinde -tesadüfen de olsa- bizimle diyalog kurarak gelişiyor. Çünkü bizde de bir dönüşüm mevcut ve bu dönüşüm; bazen ‘ben’ ve ‘öteki’, bazen ‘ben’ ve ‘ben’, bazen de ‘doğu’ ve ‘batı’ arasında gerçekleşiyor. Sergideki tüm eserleri incelemek mümkün ve bunlardan bazıları bize önemli ipuçları sunabilir
Göz/ daire
Doğa, çeşitli şekiller sunar ve bu şekiller içinde en dikkat çekici olanı dairedir. Ay ve güneş, binlerce yıldır tanrısal olarak kabul edilmiş ve dünyamızı aydınlatmıştır; gözümüzdeki daire ise “ruha açılan kapı” olarak tanımlanır. Mitoloji, din ve folklor boyunca daire, özellikle göz ile ilişkilendirilmiş ve gözlemleyen, bilen, kaydeden olarak betimlenmiştir. Horus’un ve Ra’nın gözleri bu simgelerin en bilinen örneklerindendir. Folklorde nazar boncukları ve tılsımlar da göz merkezli motifler olarak karşımıza çıkar. Doğu kültürlerinde sıkça rastlanan avuç içindeki göz figürü, tek tanrılı dinlerin ilki olan Yahudilikte “hamsa” olarak adlandırılır ve Allah’ın koruması altında olmayı ifade eder. İslam’da Fatıma’nın eli ve Hıristiyanlıkta Meryem’in eli gibi motifler de bu simgeleşmiş kavramlar arasında yer alır.
Sanat tarihi, gözün dairesel olan sembolik önemini ve onun çeşitli yorumlarını sıklıkla ele alır. Leonardo da Vinci, gözü insan bedeninin bir penceresi olarak tanımlar; ruhun, beden hapishanesinde kalmayı kabul ettiği aracıdır. Bu bakış açısı, Pablo Picasso’nun eserlerinde de yankı bulur, özellikle de Guernica tablosunda. Guernica, Picasso’nun İspanya İç Savaşı sırasında Guernica kasabasının bombalanmasına tepki olarak yarattığı bir eserdir ve tablonun en belirgin motiflerinden biri daire şeklindeki gözlerdir. Tablonun sol tarafında, büyük gözlü bir boğa figürü yer alır. Boğa, doğanın gücünü ve masumiyetini temsil ederken, aynı zamanda ölü çocuğuna yas tutan bir annenin figürüyle de insan trajedisine dikkat çeker. Tabloda dikkat çeken bir diğer figür ise mızrakla vurulmuş atın figürüdür. Atın üzerindeki daire şeklindeki ampul, iç savaşın yıkımını ve dünyanın karartıldığını simgeler.
Gündelik yaşamda, bir kişi ya sorguya çekilir ya da kendi içinde bir sorgulamaya girer. Eğer bir nesne çizgiyle çevriliyse, bu bir sorgulama işaretidir ve kişinin ruhsal yapısına dair ipuçları sunar; buradan endişe veya takıntı gibi sonuçlar çıkarılabilir. Ancak, eğer bir daire bir nesneyi içine alıyor ve onu kucaklıyorsa, bu durum anlama çabası, bir yol arayışı veya buluş olarak yorumlanabilir. Bütün bunların yanı sıra, elbette dile gelmeyen duyusal kaynaklar (gizem) da vardır ve bunlar göz ardı edilemez.
Dövme
Ayhan’ın eserlerinde zaman zaman dövme sembollerine rastladığımı hissediyorum; belki de gerçekten varlar. Dövme, dünyanın bütün kültürlerine yayılmış bir sanattır ve her ülkede kendine özgü bir anlamı vardır. İlk çağlarda kötü ruhlardan korunmak için bir tılsım olarak, egemenlik dönemlerinde ise efendi, köle ve askerler tarafından farklı amaçlarla kullanılmıştır. Günümüzde ise bir aksesuar olarak popülerliğini sürdürmektedir. Dövmeyle ilgili etkileyici tanımlardan biri Michel Tournier’ın “Gaspar, Melchoir ve Baltazar” (1980) adlı romanında bulunur: “Dövmeli biri ihanet etmez.” Romanın önermesine göre, “dövme ve sadakat” birbirine sıkıca bağlıdır; dövme, vücuttan ayrılmadığı için atılamayan ve sürekli bir koruma sağlayan canlı bir mücevher niteliğindedir.
Ayhan, “daire ve dövme” aracılığıyla bize sadece çevremizdeki nesnelerden oluşan bir dünya sunmuyor; aynı zamanda her nesnenin, hatta genellikle önemsemediğimiz bir çizginin bile kendi içinde bir dünyası olduğunu vurguluyor. Bir şey başka bir şeye evriliyor; ışık ateşe, ateş ışığa dönüşebiliyor ve her ikisi de camın içinde anlamını buluyor. Cam, kurguyu her zaman gizemli kılar ve izleyicide merak uyandırır; zamanı geçmiş ve gelecek olarak ikiye ayırır; çünkü cam, hangi şekli alırsa alsın, boşluktan bize bakan bir tünel açar ve biz de onun hüzünlü ve kusursuz güzelliğini, dokunulmazlığının kırılganlığı içinde yaşarız. Bu nedenle Ayhan, renk ve desenler aracılığıyla, bir uyarı niteliğinde, bir yerde durmamızı ve anın içinde kalmamızı öneriyor; çünkü oluşumun kendisini bir “olasılık” olarak görüyor. Doğrusu, oluşum, onun için üzerinde düşünülmesi gereken bir eylemdir. Bir şey (ister insan ister nesne olsun) dönüşecekse, bu anlık olmaz; eğer olacaksa, katmanlı bir süreçtir; bu gerçekleştiğinde, hikâye de çizgi ve renklerle akıp gitmeye başlar
Ayhan’ın daireleri, onun çizdiği resimler kadar, aynı zamanda iç dünyasını da yansıtır. Bu süreç gözle başlar; çünkü gözün yansıması daire şeklindedir. Daireler, Ayhan’ın doğup büyüdüğü yere de derin bir bağlantı kurar. Orada her şey bilinçli bir şekilde var olur; birçok kültür bulunabilir, ancak her biri kendi iç dünyasında yaşar. Herkes ve her şey kendi ışığında parlar; bu ışığın bir yüzünde gerçek bir tarih, diğer yüzünde ise anlatılamayan bir gerçeklik bulunur. Resim izleyicisi, şimdi, bu anlatılamayanı, kendi oluşturduğu alfabe üzerinden keşfedecektir…
Dokuduklarımız
Dokuduğumuz şeyler, dokunduğumuz şeylerdir. Bize dokunanlar, halı motifleridir. İlk başlarda nakarata benzerler ve her nakaratın, aynı olsa bile, yönleri vardır. Ancak en önemli yönü, bir yeri, bir yurdu, bir kesinliği ifade etmeleridir: Aşkla, ayinle, kozmik işleyişle yeryüzünü ve bizi gerçek bir yüzle taşırlar. Buradan bir ritim doğar ve bu ritim, tekrardan çok uzaktır. Her çizgi, tıpkı dikiş ipi gibi ince ve zariftir ve iz, bizde bir şey uyandırır. Nedir bu? Yanıt, silinmeyecek olan; çünkü silinmeyecek olan, katman katman işlenmiştir: Şimdi, geçmiş ve gelecek an’da birleşir. Slavoj Žižek’in belirttiği gibi, gerçek ve imge arasındaki sınır bulanıktır. Ayhan’ın sanatında bu bulanıklık yüzer ve izleyiciye, kendi ruhunun batık temellerinden oluşan dolambaçlı yollarda yürüme imkanı verir
Özetlemek gerekirse, Mardin’de gerçekleştirilecek olan Çağdaş Sanat Bienali ile eş zamanlı olarak açılacak sergi, Ayhan’ın eserlerinin mistik ve biçimsel araştırmasına tanıklık etmek için bir davet niteliğindedir. Sanatçının eserleri, hem içsel yakınlığın hem entelektüel anlayışın ve hem de geçmişle şimdi arasındaki çözülmez ilişkinin, antik dönemle bizi nasıl bağladığını sorgulatıyor.
9-21 Mayıs’ta Mardin 1. Caddede gerçekleşecek olan bu sergi; Uluslar Arası Mardin Bienali ile eş zamanlı olarak açılacak.
Ayrıca, sergiyle beraber Vahhab Ayhan üzerine bir monografi kitabı da çıkıyor. 9-21 Mayis tarihleri arasında gerçekleşecek sergisi vesilesiyle Türkiye’de, ardindan da sonbaharda Fransa’da yayımlanacak olan Genèse-Oluşum monografi kitabı yayımlanacak. Son dönem işlerinden yirmi yedi reprodüksiyon, yirmi iki sayfa detay ve Osman Damla, Fatih Tan ve Sylvain Cavaillès’ten iki dilli yazıları içeriyor.