Emma Goldman’ın seçimlere dair ünlü sözü şöyledir:” Oy vermek bir şeyleri değiştirseydi yasaklanırdı”. Bu söz ilk bakışta bütün seçimlerin gereksiz olduğunu düşündürüyor. Hiç kuşkusuz bu söz söyleyenin i̇deolojik duruşunu yansıtmakla birlikte temel olarak günümüzde sistemlerin önümüze sürdüğü ve adına “demokratik seçimler” dediği, alternatifin sistem içinde aranmasının gerekliliği üzerine söylenen eleştirel bir sözdür. Emma Goldman bir anarşist olarak bakarak çözümü toplumsal hiyerarşiye, otoriteye ve politik süreçlere eleştirel olarak yaklaşmanın gerekliliği üzerine kurmuştur. Geleneksel demokratik süreçlerin değişimi engellediğini söyleyerek toplumsal dönüşüm için daha radikal yöntemlerin gerekliliğini vurgular.
Genel olarak kapitalist sistem şaşmaz bir şekilde E. Goldman’ı doğrulayarak birkaç yılda bir yapılan, gelenle giden arasında bir farkın olmadığı ve bunu da oy verenlere kabul ettirerek adına “demokrasi” dediği tiyatroyu seçimler ve değişim diye oynuyor, oynatıyor. Elbette “sol” cepheden de bakınca en azından günümüze kadar “seçimlerin” de (Paris Komünü) dışında benzer bir şekilde geliştiğini yazmak gerekir. Parti yönetiminin en üst düzeyinden başlayarak oluşturulan listeler “işçi sınıfının” temsilcileri olarak “seçildiler”. Hantallaşan bir yönetim silsilesi değişim ve dönüşümü gerçekleştirdiğini söyleyerek kendini var etti.
Halen kısmen de olsa devam eden bu anlayış domino taşlarının yıkılması gibi sosyalist devletlerin yıkımında önemli rol oynadı. Kitlelerden bağımsız siyasi bir süreç gelişti. Böylelikle Paris Komünü’nün ilkelerine döndük. Neydi o ilkeler; seçilenlerin halkın oyuyla seçilmesi ve görevlerini yapmamaları halinde geri çağrılmaları, ücretlerin hemen hemen aynı düzeyde olması, yasama ve yürütmenin birleştirilmesi, karar alma süreçlerine halkın katılımı… Bazılarını yazdığım bu ilkeler elbette egemen sınıf olan burjuvazinin ilkelerine tersti bu nedenle günümüzde uygulanan ve her seçim döneminde de “şimdi halk konuşacak” gibi süslü sözlerle halka onaylatılan tiyatroyu “demokratik seçimler” olarak kabul ettirdiler.
Ana motor görevini Kürtlerin üstlendiği ve Kuzey ve Doğu Suriye’de yapılacak olan seçimlere baktığımızda sürecin temel olarak halka dayandığını görebiliriz. Adayların seçimi, kadınlar açısından pozitif kota, yönetim şekli ile bu seçimlerin klasik burjuva seçimlerine benzemeyip toplumun bütün kesimlerini içine alan, geleneksel demokratik işleyişin çok ötesinde bir anlayışın uygulandığını gösterip hayata geçirmeye çalışmaktadır. Dört bir yandan yükselen itiraz seslerinin içinde sadece “dost ve uyarıcı” niteliğe sahip olanların sözleri yol göstericidir, diğerlerine bakıp “kapitalist seçim sistemini doğal” kabul edip de, kendi kaderini çizmeye kalkan, bir toplumsal sözleşmeyle yola çıkan halklara dayatmada bulunanlara cevap vermek zaman kaybı olacaktır. Hiçbir devrim cetvelle çizilmiş düz bir çizgi, saf rengin elde edilerek oluşturulduğu bir tablo değildir. İnsanlığın geçmiş birikimlerini dışlamadan, toplumsal çoğunluğunu oluşturan kitlelerin katılımıyla elde edilen ve edilecek tecrübelerin ışığında gelişen bir yönetim biçimidir. Bu nedenle Kuzey ve Doğu Suriye (KDS) seçimleri de oluşmuş ve oluşacak hataları da değerlendirerek devam edilen yolda bir kazanımdır. Ortadoğu’nun geleneksel diktatörlük cumhuriyetlerinin seçim tiyatrolarına karşı yerinde ve haklı bir itiraz, yeni ve uygulanabilir bir sistem anlayışıdır.
30 Mayıs’ta yapılması beklenen seçimlerin 11 Haziran’a ertelendiğini duyuran yönetim bir erteleme daha gerçekleşmezse 11 Haziran’da kendi iradesini belirleyecek. Alınan bu kararın daha mürekkebi kurumadan Türk devleti bu kararı kabul edilemez olarak gördüğünü ve gereğini yapacağını açıkladı. Bölgenin huzurunu bozacak bir karar olarak nitelendirdi. “Huzur”dan ne anlıyorlarsa artık. O “huzur” başka bir ülkenin toprağının 8835 kilometrekarelik bir bölümünü işgal ettiklerinde bozulmamış, yüzbinlerce insanı kitlesel göçe zorlayarak demografik yapıyı değiştirdiklerinde bozulmamış, on binlerce i̇nsanın kanını dökünce bozulmamış ama orada yaşayan halklar kendi kaderleri üzerinde söz sahibi olmak isteyince hemen bozulmuş. Bunun için Suriye rejimi ile konuşup ortak bir şekilde bu alanlara saldırmayı, bu olmazsa kendilerinin saldıracağını ilan ediyorlar. Başta DAİŞ olmak üzere örgütledikleri çetelerle Suriye’de iç savaşın tarafı olup devirmeyi hedefledikleri rejime şimdi hiçbir şey olmamış gibi “hadi gelin Kürtlere beraber saldıralım” diye teklifte bulunmanın rezilliği bir yana, üstüne üstlük neredeyse her ülkeye Kürtlere savaş açması için yalvar yakar oldular.
ABD yaptığı açıklamada seçimlerin yapılmasının “uygun bir zaman” olmadığını belirtmiş. Anlaşılıyor ki ABD’nin çıkarları öne çıktı. Seçimler bu doğrultuda tekrar ertelenebilir. Ancak günün sonunda ortaya çıkacak olan gerçek sudur: Kurdistan’ı sömürgeleştiren diğer devletler gibi Türk devleti de sömürgeci bir güçtür. Ortadoğu’nun yeniden şekillenecek sınırları ve yönetimlerinde diğer sömürgeci devletler gibi Türk devleti de varlığını koruyamayacak, değişime uğrayacaktır. Kürtler mutlaka kendi kimlikleriyle yaşayacaklardır. Dünya insan haklarının üstünlüğünün olduğu ve gözetildiği bir dünya değil. Ne geçmiş savaşlardan, ne de yapılan soykırımlardan vazgeçilmiş değil. Bunu bilen devletler rahat davranıyorlar, çünkü hesabı sorulmuyor. İsrail ve Türk devleti bu anlamda her türlü vahşeti uygulamaktan çekinmiyorlar. Bu nedenle, bu anlayışı durduracak olan halkların kendi öz güçleriyle yürüttükleri mücadeledir başka birşey değil.
KDS yönetimi ABD’nin bu açıklamasını değerlendirip seçimleri erteleyebilir. Türk devleti geçici bir taktik üstünlük sağlayabilir. Fakat tarihin akışının tersine çevrilmesi artik mümkün değil. En fazla biraz daha yavaşlatabilirler. Ancak Kürtlerin özgürlüğe susamışlığına, mücadelenin görkemli direnişine ve dünyaya yayılan dinamikliğine baktığımızda diyebiliriz ki: çok değil, birkaç yıl içinde bütün dünya Kürtlerin yeniden tarih sahnesine görkemli bir şekilde çıkışını saygıyla selamlayacaktır.
Emma Goldman’la başladık, öyle bitirilelim: oy vermek kapitalist düzende asla yasaklanmayacaktır çünkü değiştireceği bir şey yoktur.