Ali Engin Yurtsever: Savaşın İki Yüzü

Yazarlar

                Toplumların yaşamında bir kırılma yaratan ve bu kırılmanın da sosyal ve siyasal değişimlerde bulunduğu dönemler vardır. Onlarca yıl durgun akan bir nehir gibi kendi seyrinde yaşayan toplumlar birdenbire silkinir ve tarihi değiştirirler. Bütün bu değişimler kitlelerin eseridir, örgütler o devrimlere yön verir, altyapısını hazırlar ve daha iyi bir yaşam için ileri toplumsal ekonomik-politik ilişkiler dogrultusunda öncülük eder. Temel olarak bir başkasını kurtarmak adına mücadeleye katılmak anlayışı yanlıştır, hiyerarşi doğurur. Gerçek neden: mücadeleye katılanlar daha iyi bir yaşam uğruna katılırlar.

        Ortadoğu bir kırılmaya doğru koşar adım gidiyor. Hepimizin gördüğü bir gerçek bu. Engellemeye kimsenin gücü yetmeyecek. Ne barış çağrıları, ne savaşın geride bıraktıkları, ne de kitlelerin hayatının yıkılıp yakılacağı gerçeği bu savaşı durduramayacak. Bir yönüyle de bu yaşanması gereken bir sürecin zamanının geldiğini gösteriyor. Çünkü Kapitalizmin dönemsel bunalımlarının krize dönüştüğü zamanlarda, kitlelerin gelirleri düşer, devletler başta sağlık olmak üzere diğer giderleri kısarlar ve yarışa dönüşen bir silahlanma başlar. Elbette bu silahlanmanın sonu da bir savaşın çıkması ve silah stoklarının tüketilmesi olur.

     Savaşlarda hep aynı tabloyla karşılaşıyoruz. Bu tablo yenenlerin ve yenilenlerin gözünden hazırlanır. Yenenler: imkansızlık içinde kahramanlık yaratarak düşmana büyük kayıplar verdiren ve tarihin seyrini değiştirerek yeni bir tarih yazan zaferin sahipleri olarak, yenilenler ise haklı ama talihin ve tarihin haksızdan yana olduğu için yenildiklerini, düşmanların kitlelere yaşattıklarının insanlık suçu olduğunu yazan mağluplar olarak tabloyu hazırlarlar. Elbette ki tarihin tekerleği döner ve bir sonraki savaşa doğru hazırlık hemen başlar.

     Savaşların görünen bir yüzü bu tablodan oluşuyor. Ancak görünmeyen diğer yüzü var, gündeme getirilmeyen, getirilse de görünmez kılınmaya çalışılan diğer yüzü var: kitlelerin hayatında yarattığı ve telafi edilemez yıkımlar. Bir savaş bir toplumun bütün hayatını derinden etkiler. Hic kimse bundan kurtulamaz. Her savasta olduğu gibi bir avuc kapitalist, kendi çıkarını her şeyin üstünde tutan bir avuç fırsatçı dışında hiç kimse bedel ödemekten kurtulamaz. Savaş kararını almayan ama o savaşta her koşulda bedel ödeyen kitleler sağlık sorunları, ekonomik yıkımın getirdiği sefalet ve gelecek kaygısı ile baş başa kalırlar. Daha iyi bir gelecek vaad eden savaş ilk adımda o geleceğin temelini atar. Ancak gerisi kitlelerin kendi emeği olacaktır. Yaşanan travmalar, savaşta öldürülen insanlar geride kalanlara uzun yıllara yayılacak bir acıdan başka birşey bırakmayacaktır. Savaştan acı duymayan, kayba uğramayan zenginler ve fırsatçılar yeni dönemin de alkışçıları olacaktır.

        Yüz yıldır kesintili ama son kırk yıldır süreklileşen ve Kurdistan Özgürlük Hareketi’yle Türk devleti arasında süren savas, sadece bu iki gücü değil, kitlelerini de savaşın içine çekti. Farklılığı baştan belirtmek gerekir: Türk halkı bu savaştan Kürtler kadar etkilenmedi. Etkilendiği tek alan “ekonomik çöküntü” olmasına rağmen bunun bile farkında değil. Devletin kendisine anlattığı “dış güçler masalı” cazip geldiği ve herhangi bir konuyu bilgi düzeyinde araştırıp sorgulanmadığı için kendisine verilenle yetindi. N. Atsız’dan kalma ırkçılığın şaheseri olan “herkesin Türklere düşman olduğu ama Türklerin de emsalsiz bir kahraman ve adil olduğu” söylemi günü idare etmeye yetti de arttı bile.

  Türkler açısından savaş kuruluşlarından beri sürekli olan ve yaşamlarında belirgin bir yer tutan bir olguydu. “Yedi düvel” yalanı daha sonra “iç düşman” diye tabir edilen ve günümüzde de “iç ve dış düşman” diye anlatılan en sonunda da toplumsal yapısı tarafından gerçek olduğu sanılan bir manzumeydi. Trajikomik bir ibare olan “hain” kelimesi o kadar kullanıldı ki üzerinde düşünülmedi bile. Kürtlere, Ermenilere, Rumlara ve diğer baş kaldıran herkese söylenen bu kelimenin trajikomikliği şurdan kaynaklanıyor: “hain” ancak aynı saflarda olan ama ihanet eden için kullanılır, oysa Kürtler ve diğerleri Türk değiller, aynı toprağın, kimliğin ve kültürün ortak üreticisi değiller. Kendileri için kendilerinden gasp edileni geri almak için mücadele ediyorlar. Olsa olsa “düşman” demeleri gerekirdi ama bu kavramı kullandıkları zaman sömürgeci, işgalci olduklarını da kabul etmeleri gerekir. Bu nedenle bir “iç sorun” diye görmek istiyorlar.

Bu kadar uzun sürdürdükleri savaştan toplumsal olarak sağlam çıkmaları mümkün değildi, çıkamadılar. En başta oluşturmak istedikleri toplumsal doku bozuldu, diğer milliyetler kendilerinin farkına (Kürtlerin öncülüğünde) vardılar. Ancak bu kadar reddiye de bulunmak yalancı bir tarihin savunuculuğunu ve inanışını beraberinde getirdi. Güvensizlik, yalancılık, ahlaksızlık oranının dünya ortalamasının üzerinde olduğu bir ülke haline geldiler. Savaşın kendilerine nasıl döndüğünü idrak edemeyecek bir akla sahipler. Hem insanlıklarından, hem de ekonomilerinden yoksun kaldıklarını göremiyorlar. Savaşın ruhlarında açtığı ve kapanması uzun zamanlara yayılacak olan yaraları ve çürümeyi göremiyorlar. Sürüklendikleri ırkçılık ve körlük bataklığı sonları olacak.

     Kürtler ise bu savaştan bütün kayıplarına rağmen kendilerini yenileyerek, geliştirerek ve ulusal bilinçlerini yükselterek çıktılar. Elbette çok ağır bedeller ödediler. Mezarsız ölüleri var, hapishaneler ikinci adresleri oldu, sürgünler de ikinci vatanları. Her aileden mutlaka bir tutsak, bir gazi veya bir şehit var. Yaşamları dağıldı, Türk illerine savrulup tutunmaya çalışan ve hayatı yoksullukla geçen yüzbinlerce aile var. Halen dilleri, kültür ve kimlikleri ağır cezalara gerekçe oluyor. Ancak her şeye rağmen yenilmediler. Toplumsal çürüme kısmen yaşansa bile, gelecekte yeni ve özgür bir hayatın yaşanabilir olan hayali onları ayakta tutuyor. Dahası tehlikede olsa bile kurtarılmış toprakları var. Dünyaya yayılan Kürt halkının önümüzdeki yıllarda yükselecek olan diaspora temsiliyetinin getireceği olanaklar var.

    Savaşlar temel olarak kabul edilmese bile, sınıfsal ve ulusal savaşlar kabul edilen savaşlardır. Çünkü yapıcı bir yıkıcılığa sahiptirler. Çürüyen eskiyi tarihe gömüp, yeşeren yeniyi yaşatacak bir değişimi dayatırlar. Castro’nun dediği gibi: “bu savaşı biz kazanacağız, çünkü bizim sinirlerimiz daha güçlü”…

 

İlginizi Çekebilir

Müslüm Yücel: Sessiz salgın; Tecrit
Deyrizor: İran milislerine hava saldırısı düzenlendi

Öne Çıkanlar