“Jineolojî demokratik siyaseti tartışıyor” panelinde konuşan Sebahat Tuncel, baskılara karşı asıl meselenin “teslim olup, olmamak” olduğunu belirterek, “İki şeyden birini seçeceğiz; ya özgürlüğü ya köleliği” diye belirtti.
Dêrsim’de “Doğamızın ve irademizin gaspına izin vermeyeceğiz” şiarıyla düzenlenen 22’nci Munzur Doğa ve Kültür Festivali, 3’üncü gününde devam ediyor. Program kapsamında Seyit Rıza Meydanı, Ana Fatma ve Halvori’ye “Hafıza Rotası” etkinliği gerçekleştirildi. Bugünkü etkinliklere ise, siyasetçi Sebahat Tuncel, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Milletvekilli Ayten Kordu, Dêrsim Belediyesi Eşbaşkanı Cevdet Konak ile çok sayıda siyasi parti, sivil toplum örgütü temsilcileri ile çok sayıda kişi katıldı.
Ana Fatma ziyaretinde çerağ (mum) yakıldı. Buradan 14-15 Ağustos 1938 tarihlerinde süngü ve meşe odunlarıyla erkeklerin katledildiği, kadınların tecavüze uğramamak için kendilerini uçurumdan attığı Halvori’ye (38 kayalıklar) gidilerek çerağ yakıldı. Ardından da Munzur’a karanfiller bırakıldı.
SANAT SOKAĞIN’DA PANEL
Buradaki etkinliklerin ardından “Jineolojî, demokratik siyaseti tartışıyor” panelinin yapıldığı Sanat Sokağı’na geçildi. Moderatörlüğünü Dêrsim Belediyesi Eşbaşkanı Birsen Orhan’ın yaptığı panele, Sebahat Tuncel, Jin Dergi editörü Rojda Yıldız ve Demokratik Alevi Dernekleri (DAD) Eş Genel Başkanı Kadriye Doğan konuşmacı olarak katıldı.
Panelde ilk olarak söz alan Yıldız, toplumların bin yıllardır iktidarların sömürü politikalarına karşı demokratik siyaseti her yerde örerek, kendi hakikatini oluşturacak alanlar yaratmayı başardığını belirtti. Yıldız, “İnsanlık çok uzun yıllardır kendi toplumsallıklarını politika üreterek, yapmışlar. Yoksa nasıl birlikte yaşasınlar, gelenek, görenek inşa etsinler. Birlikte yaşayabilmenin kendisi iktidarın ortaya çıkmasıyla yapısal olarak bozuntuya uğramış. Tarihsel süreçte inancın iktidarlaşmasına karşı sürekli bir karşı koyuş olmuş, iktidarlara karşı asimile olma reddedilmiştir. Bu coğrafyada yaşanan isyanların kendisi, karşı koyuşların hepsi demokratik siyaset kültürünün inşası olarak bugün tartışılıyor. Ama maalesef son yüz yıllık siyasetin sadece bir temsili demokrasi sistemiyle yeterli kılınacak bir kavrama dönüştürülmesi, hepimizin politika algılarını yerle bir etmiştir” diye belirtti.
“Tekçilik” denilen toplumsal yapının, kadın hakikatinin reddi üzerine inşa edilmiş bir sistem olduğunu sözlerine ekleyen Yıldız, demokratik siyasetin toplumun sorunlarına çözüm olduğunu kaydetti. Yıldız, “Toplumdaki farklılıkları baz almak, onlara alan açabilmek aslında demokratik siyasetin en meşru meselelerinden biri” dedi.
GÜNÜMÜZÜN EN ÖNEMLİ BİLİMİ
“Jineoloji günümüzün en önemli bilimi” diyerek söze başlayan DAD Eş Genel Başkanı Kadriye Doğan da, kadının kaybedişinin toplumun kaybedişi olduğuna dikkati çekti. Kadının kutsal, yaşayan ve yaşatan olduğunu sözlerine ekleyen Doğan, “Alevi inancı kadın özgürlükçü yapısı nedeniyle bugüne kadar katliama uğradı. Aleviliğin jineolojînin özel alanına girmesi gerekiyor. Çünkü kadın özgürlükçüdür. Doğa da doğurgandır, kadın da doğurgandır. Alevilik doğaya zarar vermez. Bu inanç barışçıl, özgür, eşit, doğayı seven, koruyan bir yerde duruyor. Onun için örgütlenelim” ifadelerini kullandı.
‘JHAKİKAT YOLCULUĞU’
Son olarak konuşan Sebahat Tuncel ise, jineolojînin hakikat yolculuğuna işaret ettiğini belirterek, “Jineolojî yaşamın sırrına ermek için bir yolculuktur. Erkek kapitalist sistem bütün gerçekleri altüst etti ve bize yalan bir hikaye anlattı. Bu yalanı topluma inandırdılar. O yüzden bizde yeniden altüst ederek, gerçeği açığa çıkartacağız” diye belirtti.
DEMOKRATİK SİYASETİN TANIMI
Demokratik siyasetin genel olarak “Seçme ve seçilme hakkının olması, temel hakların güvencede olması, hukukun üstünlüğü, katılımcılık, şeffaf ve hesap verilebilecek olması” olarak tanımlandığını dile getiren Tuncel, şunları belirtti: “Bu önemlidir ama Türkiye’de bunların sadece biri geçerlidir. O da seçme hakkı ve sadece iktidar için geçerli. ‘İradeye saygı duyulması’ gerekiyor diyor ama Kürtler olunca saygı duymuyor. Türkiye’de Kürtlere özel bir hukuk uygulanıyor. Kürtler vatandaşlıktan çıkarılıyor. Hukuk ve siyaset aracılığıyla Kürtler baskı altına alınıyor ve demokratik siyaset alanı ortadan kaldırılıyor. Bir diğer mesele şeffaflık ve hesap verilebilirlik, şeffaflığı nasıl sağlayacağız? Mesela belediyenin belli gelirleri var. Bu para nereden geliyor, nereye gidiyor, toplumun ihtiyacına göre mi harcanıyor? Bunu halkın denetleyebilmesi gerekiyor. Şeffaflık denilen şey budur. Kayyım rejimi uygulamalarında bu kadar borç bırakmaları normal mi? Çalıyor, bu gelirler nereye harcanıyor, kime harcanıyor, kimseye hesap vermiyor.”
‘FAŞİZM HUKUKU VAR’
Hukuk alanının Kürtlerin en mağdur olduğu alan olduğuna dikkati çeken Tuncel, Türkiye’de “faşizm hukuku” olduğunu belirtti. İktidarın hukuku kendisinden olmayan herkese karşı bir araç olarak kullandığını dile getiren Tuncel, “Hukuk önemlidir. Çünkü iktidara karşı halkı, yoksulu korur. Türkiye’de hukuk halka, yoksula, ezilene karşı kullanılıyor. Dünyanın hiçbir yerinde siyasi soykırım operasyonundan bahsedilemez. Dünyanın hiçbir yerinde düşüncelerinizi söylediniz diye cezaevine girmezsiniz. Onlar için hak olan, Kürtler ve sosyalistler söz konusu olduğunda hak olmuyor. Türkiye’de ikili hukuk uygulanıyor. Gençler ‘Bijî serok Apo’ sloganı attığı, düşüncesini söylediği için gözaltına alınıp, tutuklanıyor. Bu şiddettir, zulümdür, faşizmdir. Başka bir şey değildir. Bu ülkede Kürtler adına ne varsa suç kapsamına alınıyor. Yaptığımız her faaliyet, terör faaliyeti haline geliyor. Bu ülkede konuşmak suç, konuşmadan nasıl sorunlarımızı çözeceğiz? Ancak demokratik siyaseti genişleterek sorunlarımızı çözebiliriz” diye belirtti.
‘YA KÖLELİK YA ÖZGÜRLÜK’
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın İmralı’da gerçekleştirilen görüşmeler sürecinde resmi olarak muhatap alındığına işaret eden Tuncel, şöyle devam etti: “O dönemde herkes konuşuyordu, çok mutluydu ve kendini özgür hissediyordu. Şimdi kimse konuşamıyor. Kimse gerçek düşüncesini ifade edemiyor. Buna teslim mi olacağız, ‘hayır’ mı diyeceğiz? Buna teslim olmak demek faşizmin kurumsallaşmasına yol vermemiz demektir. Seçme hakkı özgürlüktür. İki şeyden birini seçeceğiz; ya korkuyu ya cesareti, ya köleliği ya özgürlüğü… Sonuç itibariyle seçme hakkımızı elimizden alamazlar. Seçmek riskli bir iştir ama özgürlüktür. Bedeller verebiliriz ama başımız dik, her yerde onurumuzla yaşarız. Bize yakışanda budur.”
Panel, soru-cevap bölümünün ardından sona erdi.
/Mezopotamya Ajansı/