Ali Engin Yurtsever:  Toplumsal Çözülme  

Yazarlar

      Üzerinde sömürgeci yapının taraflarının anlaştığı bir konu hem gündemdeki varlığını koruyor, hem de sömürgeciyle beraber sömürgeciliğe direnen tarafı da çözüme yönelik adımlara zorluyor. Fakat, görünen gerçeklik sadece gündemdeki yerinin korunduğu ama çözüme yönelik adımların atılmayıp, kısmen çözümsüzlük politikasının üretildiği şeklinde belirginleşiyor.

     Tanım şu: :”Türkiye cumhuriyeti devleti ve milletiyle beraber bölünmez bir bütündür.” Doğal olarak bütünlüklü bir toplumsal yapının varlığını hem anayasal, hem de geleneksel olarak vurgulayarak günümüze kadar geldiler ancak Türk devletinin sınırları ve egemenliği altında bulunan, kuruluşundan günümüze kadar bir şekilde “kederde ve sevinçte” denilerek bir arada tutulan toplumsal yapının bir çözülme yaşadığı ve bu çözülmenin artık durdurulmasının çok zor olduğu gerçekliği kendini dayatıyor ve çözüm iradelerden bağımsız olarak kendini dayatıyor. Bir anlamda “önümüze çözeceğimiz sorunları koyacak olmamızın” arifesinde duruyoruz. Toplumsal yapı denildiğinde “ne anladığımızdan” yola çıkarak gerçekten bir “toplumsal çözülmenin” olup olmadığını anlayabiliriz.

Bir toplumun ekonomik ve politik ilişkilerinin bütünü veya üretim ilişkileri (ekonomik alt yapısı) diyebiliriz. “Türk toplumsal yapısı” bu anlamda kavramsal olarak yanlış temelde üretilerek yürürlüğe konuldu. Çünkü ortada gerçek anlamda bir toplumsal yapı yoktu. Cumhuriyet kurulmadan önce Ermeni ve Rumlara, daha sonra da Kürtlere soykırım uygulandı, geriye kalanlar da cebir ve şiddet kullanılarak cumhuriyetin idealize edilmiş “toplumsal yapısına” dahil edildiler. Oysa her ne kadar belirli alanlarda üretim ilişkileri anlamında geçmişten itibaren bir karşılıklık yaşanıyor olsa bile, toplumsallığın kültürel öğesinin belirleyiciligi  bu toplumlar nezdinde farklıydı.

Türk olarak addedilen topluluğa nazaran Kürtler, Ermeniler, Rumlar yaşadıkları coğrafyanın sahibiydiler, sonradan gelmemiş : kılıç zoruyla egemen olmamışlardı. Binlerce yıllık ev sahipliği bile bu üç halk arasında bütünleşmiş bir toplumsal yapının oluşması için gerekli koşulları tam anlamıyla yaratmamıştı. Ancak kılıcın gücü ve Bizans’tan Osmanlı’ya, Osmanlı’dan yeni cumhuriyete devredilen politik “saray kurnazlığı” sayesinde Türkler hem coğrafyanın sahibi! oldular, hem de toplumsal ilişkileri yaratıp dönüştürme gücünü belirli oranda elde ettiler. Ancak günümüze kadar kabul gören bir toplumsal yapı olmadığı için, oluşturulan bu yapay toplumsal yapı doğal olarak çözülmeye başladı.

      Toplumsal yapılar kısa sürede çözülüp dağılacak bir karaktere sahip değillerdir. Kuruluşları ve çözülüp dağılmaları zamana yayılır. Türk toplumsal yapısı eklentilerden oluşturuldu. Sömürgeleştirilen halkların bütün kültürel özellikleri (tarihleri, yemekleri, giyimleri, oyunları, masalları vb öğeleri) alınarak “binlerce yıllık Türk kültürü” diye dayatıldı. Yasaların koruması altında bulunan bu kültür dayatma zorbalığı devletin egemenliği altında bulunan toplumlar tarafından benimsenmedi. Ne devlet, ne de Türk halkı denilen yapı bin yıldır bulundukları yerde kabul görmek bir yana, kendileri de kendilerine dayatılan kültürü kabul edemediler. Göçebe kültürünün hüküm sürdüğü yaşam tarzı, doğal olarak yerleşik bir hayata geçemedi. Bir İtalyan mimarın şöyle dediği rivayet edilir:” Türkler, İstanbul’u 1453’te fethettiler ama hala yerleşemediler.”

    Oluşturulmaya çalışılan burjuva sınıfı, niteliksel olarak bu tanımdan uzak, devletin gölgesinde ve iktidarların yapısına göre servet biriktirdi veya kaybetti. Burjuvazinin tarihsel olarak Avrupa’da oynadığı devrimci rol, Türk devletinde gerçekleşmedi. En azından bir burjuva sanat, kültür gibi alanlarda kendini geliştirir, ilerici bir misyon üstlenmeye çalışır. Zaman zaman iktidarlar ile çatışır, çünkü kendi çıkarları gereği sömürüyü sorunsuz gerçekleştirebilmek için görece “demokratik” bir ortamın yaratılmasından yanadır. Oysa Kürt, Ermeni ve Rumların maddi birikimlerini ve devletin kendilerine yarattığı gelir kaynaklarını paylaşmakla yetindiler. Sınıfsal bir karakter taşımadılar. Böylece sadece “zengin” oldular, ama asla bir “burjuva” olamadılar. 

        1980 Askeri faşist darbesiyle daha da savunmasız hale getirilen işçi, emekçi ve ilerici direniş yapıları, sömürünün devlet destekli olarak soygun haline dönüşmesi karşısında yetersiz bir direnişe sahip oldular.     Kapitalizmin paradan başka bir amacı yoktur. Bunu sağlamak için insan, doğa, ahlak veya karşısına çıkacak her şeyi ezip geçmek için elinden geleni yapmaktan çekinmez. Aynı zamanda toplumsallığa yayılan bir kültür ögesi olarak kapitalizm insanı ve doğayı da kendine benzetir; ruhsuz, yabancılaşmış ve paraya hizmet eden bir yaratımdır bu.

Bu durum karşılığını buldu. Kendisini denetleyecek ve durduracak ahlaki sınırı geçen bir toplumsal yapı yaratıldı. Üretilen toplumsal gelirin bir avuç asalağın elinde toplanması, geri kalanlara ise sefaletin verilmesi bozukluğun en önemli nedenlerinden oldu. Yoksulluğu günbegün en ağır şekliyle yaşayan bir toplumun ahlaki değer yargılarının bozulmamasını beklemek, güneşin batıdan doğmasını beklemekle eş değerdir. Her gün dijital medyaya düşen haberlere bakıp “korkunç, inanılmaz, nereye gidiyoruz” diye kurulan cümleler bu durumun ifadesidir.

Kırk yıldır ivme kazanan ama AKP iktidarıyla birlikte hızlanan bir çözülme bu. Düzgün işleyen hiçbir yapıları kalmadı. Kara para aklamanın suçsuzluğu, Mafia örgütlenmesinin rahatlığı, hesap sorulmayan suçların çokluğu, din referanslı olması istenen yığınlar… Bir toplumsal yapı bozulan ekonomisini kısa bir sürede (gerekli kriterleri sağlayarak) düzeltebilir ama bozulan ahlaki değer yargılarını ancak gelecek kuşaklara devrederek düzeltir. Eğitimden ahlaka, kayırmacılıktan üretime kadar bozulan bir toplum bu. Temelinde de tarihiyle yüzleşmemenin yattığı bu hayat tarzı bir intihardan başka bir şey değil. Türk devleti kurumları ve halkıyla beraber bilerek ve isteyerek intihar ediyor; son noktayı ise Rojava ve Güney’e düzenleyeceği savaş hamlesiyle koyacak. Bu intihara çürümüş yapılarıyla birlikte eşlik eden Suriye, İran ve Irak sömürgecilerini de yazmamak olmazdı. Kurdistan’a silah çeken bu dörtlü çete, son kurşunu kendilerine sıktı.

    Bu devletin kurbanları olarak ne yapacağız? Bizim temel sorunumuz bu. Ya “ayrılamayız” diye biz de çürüyenlerin kervanına katılıp onlarla birlikte intihar edeceğiz, ya da katillerin intiharından sonra özgür bir yaşama sahip olacağız. Politik ve askeri olarak bütün Kürtlerin üzerinde düşünmesi gereken budur, başka bir şey değil.

İlginizi Çekebilir

Müslüm Yücel: Gandi, tecrit, AKCHP 
Myanmar’ı önce Tayfun sonra ölümcül seller vurdu

Öne Çıkanlar