Bölgemizde yaşanan karmaşık güç mücadelesinde Türkiye, İsrail ve İran gibi önemli aktörlerin rolü her geçen gün daha belirginleşiyor. İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarını “hukuksuz işgal” olarak nitelendiren Türkiye, kendi bölgesel politikalarıyla çelişen bir tutum sergiliyor. Bu durum, Türkiye’nin Rojava ve Güney Kürdistan’a yönelik operasyonları ve İsrail’in bölgedeki askeri harekatları arasındaki benzerlikleri gözler önüne seriyor. Türkiye’nin bölgedeki emperyal amaçları, İran ve İsrail ile olan ilişkileri bağlamında incelemek ve Türkiye’nin bölgesel güç dengeleri üzerinde uyguladığı stratejiler irdelemek gerekiyor.
İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırıları, bölgesel statükoyu derinden sarsarken, Türkiye’nin bu saldırılara verdiği tepki, kendi stratejik hedefleriyle çelişen bir tutum sergilemektedir. Batı ve özellikle ABD’nin desteğiyle bölgede daha avantajlı bir konumda yer alan İsrail, bölgesel etkinliğini artırmak için yeni hamleler yapmaktadır. Bu durum bölgedeki bütün güçleri derinde etkilemektedir.
Türkiye’nin buna karşı çıkışının ne insanı ne de hukuki tarafı vardır. Türk dışişleri bakanı. “İsrail’in saldırısının bir an önce sona ermesi ve İsrail askerlerinin Lübnan topraklarından çekilmesi gerektiği savunulan açıklamada, “İsrail’in Lübnan’a kara saldırısı başlatarak bu ülkenin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü ihlal etmesi, hukuksuz bir işgal girişimidir.” ifadesi kullanıldı.
Türkiye bölgedeki etkinliğini sürdürmek için uluslararası hukuka ve bölgesel ittifaklara dayalı bir strateji izlediği de söylenemez. Ancak Türkiye’nin Rojava ve Güney Kürdistan’a müdahalesi, bu stratejinin samimiyetini sorgulatmakta ve bizzat kendisi bölgede savaşı yayan bir güç olarak bölgedeki istikrarsızlığı derinleştirmektedir.
İsrail, Lübnan’a müdahalesiyle bölgedeki güç dengesini Türkiye aleyhine çevirmeyi amaçlarken, Türkiye bu durumu kendi emperyal stratejilerine bir tehdit olarak görmektedir. Özellikle Kürdistan üzerindeki İsrail ve Batı destekli politikalar, Türkiye’nin bu bölgedeki etkisini zayıflatmakta ve Türkiye’yi bölgesel güç mücadelesinde geriye itmektedir. Türkiye, İsrail’i sınırlama amacıyla İran’ı bu sürece dahil etmek istemiştir, ancak bu girişimler Batı’nın İsrail’e verdiği güçlü destekle başarısız olmuştur.
Ayrıca Türkiye yi bu süreçte sınırlı tutmak için gene Kürdistan işgalinin önü açılmıştır. Türkiye’nin büyük bir askeri güçle Güney Kürdistan’ı işgaline sessiz kalınması nedensiz değildir. Bunu ABD ve Batı ve İsrail’in bölgede sürdürdüğü savaş stratejinin bir parçası olarak ele almak mümkündür . Türkiye’yi belli bir alana iterek İsrail’e stratejik bir hamle yaptırmak için başvurulan bir taktik olarak yorumlamak gerekir .
İran, Türkiye’nin Güney Kürdistan üzerindeki operasyonlarına karşı belirli bir sessizlik sergilemiş, ancak İsrail’in Lübnan’a müdahalesine karşı daha sert bir tutum almıştır. İran, bölgede hem İsrail hem de Batı ile karşı karşıya gelmemek adına Türki’yi yanında tutma amacıyla Güney Kürdistan’ın paylaşımında adeta zimmi bir anlaşma içine gitmiştir. İran, Türkiye’nin Güney Kürdistan’a müdahalesiyle İsrail’in bölgedeki etkinliğini sınırlamayı amaçlamış, ancak bu hamle, İsrail’in Batı’dan aldığı destekle başarısız olmuştur. Keza İran da Türkiye’yi bölgesel savaşlara iterek kendi stratejik çıkarlarını koruma çabasındadır.
İran’ın bu stratejik hesapları, Türkiye’nin bölgedeki emperyal amaçlarına sınırlamayı da içinde taşıyor. Bu aynı zamanda İsrail’in bölgesel hakimiyetine karşı bir tampon görevi üstlenmeyi getiriyor.
Diğer tarafta İsrail öncülüklü bölgesel bir savaşın kaçınılmaz olduğunu gören Türkiye, ABD ve Batı ile direk karşı karşıya gelmemek için İran’ı kullanmak istemiştir. İsrail’i sınırlandırmak için İran’ı bölgesel çatışmalara çekmek istemiş, ancak İsrail’in Batı ile olan güçlü ittifakı bu planı boşa çıkarmıştır.
Türkiye’nin bölgedeki emperyal stratejileri, bölgesel ittifaklar kurarak mevcut statükoyu koruma amacına dayanmaktadır. Türkiye, bölgedeki değişim süreçlerini kontrol altına almak ve küresel sistemin dışında kalarak kendi çıkarlarını maksimize etmek istemektedir. Bu strateji, Türkiye’nin Rojava ve Güney Kürdistan’a yönelik müdahalelerini de şekillendiren bir unsurdur. Ancak, İsrail’in bölgede oynadığı rol ve Batı desteği, Türkiye’nin bu stratejisini zayıflatmaktadır. İsrail’in Lübnan’a yaptığı saldırı ve Türk Dışişleri Bakanı’nın yaptığı açıklama bu yönüyle ele alınmalıdır. “ Lübnan egemenliğini ve toprak bütünlüğünü ihlal etmesi, hukuksuz bir işgal girişimi oluyor” da Türkiye’nin Güney Kürdistan’n işgali ne oluyor?
Türkiye, bölgedeki küresel değişim süreçlerine karşı durarak mevcut statükoyu koruma çabasındadır. Bunu, ‘Dünya Beşten Büyüktür’ adıyla yürütmek istiyor. Daha önce İslam konferansı yaptığı konuşma bu içerikliydi… İslam adına Osmanlı’nın oynadığı mezar bekçiliğini statükoyu koruma biçimde yürütmek istiyor . Ancak bu strateji, bölgedeki aktörlerince destek bulması mümkün değildir. Ölü doğmuş bir çocuğa bir ad koyma gibidir Bu strateji. Özellikle İsrail’in Batı ile kurduğu ittifaklar ve bölgedeki değişim süreçlerine öncülük etmesi, Türkiye’ye bölgesel liderlik oynama şansını vermemektedir.. Türkiye, bölgeyi kendi emperyal stratejilerine uygun şekilde şekillendirmek isterken, küresel süreçlerin dışında kalmakta ve bölgedeki liderlik iddiasını kaybetmektedir.
Türkiye, İsrail’e yönelik eleştirilerini uluslararası hukuk çerçevesinde dile getirirken, kendi bölgesel politikalarıyla çelişen bir pozisyon sergilemektedir. Türkiye’nin Rojava ve Güney Kürdistan’a müdahaleleri, bölgedeki statükoyu koruma çabasının bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Ancak İsrail, Batı’nın desteğiyle bölgesel değişim süreçlerine öncülük etmekte ve Türkiye’yi bölgesel stratejik hesaplarının dışında bırakmaktadır.
İran, Türkiye’nin Güney Kürdistan’a müdahalelerine sessiz kalırken, İsrail’in bölgedeki etkisini sınırlamayı amaçlamış, ancak İsrail’in Batı desteğiyle bu çabalar boşa çıkmıştır. Türkiye’nin bölgedeki emperyal stratejileri, mevcut ittifaklar ve küresel süreçlerle uyumlu olmadığı için ters bir etkiye yol açmaktadır.
Türkiye, bölgedeki güç dengelerini kendi lehine çevirecek politik kapasitesini yitirmiş durumdadır..Küresel değişime ayak uydurmayıp statükoyu ayakta tutmaya endeksli politikasıyla ne bölgesel liderlik rolüne oynayabilir ne de İsrail’in yaptığı hamleleri sınırlayabilir. Kürdistan her yönüyle kutsal gördükleri misak-i milli sınırları içerisinde tutarak ileri doğru hamle yapamaz bir duruma getirmiştir . Türkiye artık tıkanmış durumdadır . Bunu aşmak için daha önce kılıç çekip başını uçurmak istediği bütün güçlerle yeniden ittifak kurma arayışı içine giriyor.
Bu arayış bölge liderliğini önünü kesen ve stratejisinin boşa düşüren İsrail’in geliştirdiği hamleyi sınırlandırabilir mi? Dolayısıyla bu Türkiye’yi içten de vurabilecek bir hamleye dönüşme ihtimalindedir. Sonuç da uluslararası hukuk, toprak bütünlüğü ve siyasal egemenlik gibi ahlaki erdemler Türkiye’yi vuracaktır. Dolayısıyla İsrail’in gerçekleştirdiği bu hamle bir yönüyle Türkiye’nin yenilgisi anlamına gelecektir…
Büyüyen sancının bir nedeni de budur.
Bu dönemde Kürdistan daha fazla uluslararasılaşacaktır.. Savaş giderek Kürdistan merkezine doğru kayacaktır. Statükoyu korumak isteyen güçlerle statükoyu parçalamak isteyen güçlerin şiddeti yoğunlaşacaktır. Çünkü Kürdistan statükonun koruması ve parçalanmasında merkezi bir role sahiptir.
Kürdistan bu yönüyle de avantaj ve dezavantajları kendi içinde barındırıyor. Değişen dünya dinamikleriyle çatışmadan özgürlükçü bir ideolojiyi esas alarak hakların tarihsel kimliği üzerine inşa edilecek olan Konfederal bir sistemin inşasıyla savaşı sınırlandıran dengeli bir geçiş sürecinin öncü gücü haline gelebilir…