Baki Karadeniz: Hollanda’da Mülteci Karşıtı Algının Yükselişi ve Sağcı Siyasetin Rolü

Yazarlar

Hollanda’nın Noord-Brabant eyaletinde yaşayan bir arkadaşım, mülteci olarak ülkeye yeni yerleşmiş bir aile babası. İki çocuğu ve eşiyle birlikte burada hayata tutunmaya çalışıyor. Henüz entegrasyon kursuna devam ettiği için çalışamıyor ve geçimini belediyenin sağladığı sosyal ödeneklerle sürdürüyor. Bu ödenekler, büyük oranda çalışanların vergilerinden karşılanıyor. Hollandalılar sık sık yüksek vergi oranlarından şikayet ediyorlar; bu durum, mültecilerle ilgili olumsuz algıyı körükleyen unsurlardan biri haline gelmiş durumda.

Arkadaşım, bir gün Hollandalı komşusuyla ayaküstü sohbet ederken komşusunun iki ayrı işte çalıştığını öğreniyor. Yoğunluktan yakınan komşusuna neden iki işte birden çalıştığını soruyor. Komşusunun yanıtı ise çarpıcı: “Bir işte ailemi geçindirmek için çalışıyorum, diğer işte de senin ve ailenin geçimini sağlamak için.” Bu söylem, Hollanda’da mültecilere yönelik giderek sertleşen bakış açısının somut bir örneği. Mültecilerin, ülkeye yük olduğu algısı, sağ partilerin beslediği bir retorik olarak günlük hayatta kendine yer buluyor.

Sağ ve Faşist Partilerin Mülteci Karşıtı Söylemleri

Hollanda’da sağ ve faşist partiler, özellikle seçim dönemlerinde mültecilere karşı düşmanlığı körükleyen söylemleri sıkça kullanıyor. Toplumda var olan ekonomik sıkıntılar ve sosyal hizmetlerdeki aksaklıklar, mültecilerin sorumluluğuymuş gibi gösteriliyor. Bu partiler, halkın korkularını ve endişelerini manipüle ederek, mültecileri bir tehdit unsuru olarak sunuyor.

Örneğin, konut krizinin derinleşmesi, sağlık hizmetlerindeki aksaklıklar ve eğitimdeki tıkanmaların sorumluluğu doğrudan mültecilere yükleniyor. Sağ partilerin dile getirdiği iddialara göre, mülteciler konut dağıtımında öncelik verildiğ için Hollandalılar uzun süreler beklemek zorunda kalıyor, yabancılar sağlık hizmetlerini gereksiz yere meşgul ediyor ve üniversitelerde Hollandalı öğrenciler yabancı öğrenciler yüzünden yeterince olanaklardan yararlanamıyor. Bu iddialar, halkın kaygılarını artırarak, mülteciler ve göçmenler üzerindeki baskıyı daha da derinleştiriyor.

Günlük Hayata Yansıyan Hoşgörüsüzlük

Noord-Brabant’taki hikâye, bu hoşgörüsüzlüğün günlük yaşamda nasıl kendini gösterdiğine dair küçük ama önemli bir örnek. Mültecilerin ve göçmenlerin toplumun ekonomik yükünü artırdığına dair yanlış algı, artık komşular arasında dahi dile getirilebiliyor. Birkaç yıl önce dile getirilmesi mümkün olmayan bu tür söylemler, bugün çok daha geniş bir kabul görmüş durumda. Toplumda yayılan bu düşünce, mültecilere yönelik önyargıları ve ayrımcılığı besleyerek, toplumsal barışı zedeleme potansiyeline sahip.

Bu tür söylemlerin arka planında, ekonomik ve sosyal problemlerin kaynağını başka yerlerde aramak yerine mültecileri hedef gösteren bir siyaset anlayışı yatıyor. Hollanda’nın yıllardır süregelen konut, sağlık ve eğitimdeki yapısal sorunları, yanlış entegrasyon politikaları ve ekonomik sıkıntılara dayanıyor. Ancak sağ partiler, bu gerçekleri göz ardı ederek halkın dikkatini başka yönlere çekmeyi tercih ediyor.

Toplumdaki Duygusal Kopuşlar ve Kutuplaşmanın Artışı

Mülteciler üzerinden yürütülen bu politikalar, toplumda derin bir duygusal kopuşa neden oluyor. Hollandalılar, sağcı ve hatta faşist eğilimlere daha fazla yönelirken, mülteciler arasında da dışlanmışlık ve kırgınlık duygusu artıyor. Sağ ve faşist partilerin yaydığı söylemler, yalnızca mültecilerle Hollandalılar arasında değil, genel anlamda toplumsal bir kutuplaşmayı körüklüyor.

Bu kopuşun bir başka etkisi ise mültecilerin marjinalleşmesi ve demoralize edilmesi. Mültecilere karşı gelişen düşmanca tutum, yalnızca günlük hayatın bir parçası haline gelmekle kalmıyor, aynı zamanda mültecilerin topluma entegrasyonunu da zorlaştırıyor. Göçmenler, kendilerini giderek daha fazla dışlanmış hissediyor ve bu da toplumsal uyumun önündeki en büyük engellerden biri haline geliyor.

Yanlış Yönlendirme ve Siyasetin Rolü

Geert Wilders ve faşist partisi ile diğer sağ partilerin bu düşmanlaştırıcı siyaseti, esasen yıllardır uygulanan yanlış entegrasyon, iskan ve ekonomik politikaların üzerini örtmek için bir araç olarak kullanılıyor. Konut krizinden, sağlık hizmetlerindeki tıkanıklığa kadar birçok sorun, mültecilerin varlığıyla ilişkilendiriliyor. Oysa bu sorunların temelinde, hükümetlerin uzun yıllardır uyguladığı hatalı politikalar yatıyor. Ancak sağcılar, çözüm üretmek yerine mültecileri günah keçisi ilan ederek, toplumun dikkatini gerçek sorunlardan uzaklaştırmayı başarıyor.

Bu siyasi manipülasyonun uzun vadede hem Hollanda toplumu hem de mülteciler açısından ciddi sonuçları olabilir. Toplumda duygusal kopuşlar ve kutuplaşmalar daha da derinleşirken, mültecilerin topluma uyum sağlaması ve barış içinde yaşaması giderek daha zor bir hale geliyor.

Sonuç

Hollanda’da mülteci karşıtı algının güçlenmesinde sağ ve faşist partilerin izlediği politikalar belirleyici bir rol oynuyor. Bu partiler, konut, sağlık ve eğitimdeki yapısal sorunları mültecilere yükleyerek, toplumu yanlış yönlendiriyor ve kutuplaştırıyor. Beş on yıl önce dile getirilmesi mümkün olmayan mülteci karşıtı söylemler, bugün geniş bir kabul görmüş durumda ve toplumda duygusal kopuşlara yol açıyor.

Hollandalılar arasında sağa kayma ve faşizme eğilim artarken, mülteciler marjinalleşiyor ve dışlanıyor. Bu süreç, toplumsal barışı tehdit eden ciddi bir sorun haline gelmiş durumda. Sağcı siyasetin yarattığı bu düşmanlık ortamı, yalnızca mülteciler ve göçmenler için değil, Hollanda toplumunun geleceği için de büyük bir tehlike arz ediyor. Toplumda artan kutuplaşma, yalnızca mültecilere yönelik değil, genel olarak toplumsal barışa yönelik bir tehdit olarak karşımızda duruyor.

İlginizi Çekebilir

Avrupa Birliği’nde işsizlik oranı yüzde 5,9’a geriledi
İsrail: İran’ın balistik füzeleri hava üslerine isabet etti ama…

Öne Çıkanlar