Ali Engin Yurtsever: Tokalaşmak ve Politik Anlamı 

Yazarlar

             Tarihsel anlatımlara göre tokalaşmak: bir barış göstergesi olarak kabul edilip elinde silah taşınmadığının görülmesi, böylelikle de savaştan kaçınılan bir davranış olarak gelenekselleşerek günümüze kadar gelen bir geçmişe sahip olarak kabul edilen bir davranış şekli diye tanımlanır.

     Henüz politikanın halka inmediği, temsiliyeti bulunan bireylerin ve partilerin gizli görüşmeler yaptığı, bu görüşmeleri yaparken veya bir konuda fikir açıklarken çeşitli yollara saptığı, farklı şeyler söylüyormuş gibi yapıp mesajlar verdiği dönemlerdeyiz. Örneğin Obama’nın başkanlığı döneminde Türk devletine karşı beyzbol sopası fotoğrafıyla verdiği mesaj… Türk devlet politikacılarının bu konuda da seviyesi aşağıda sürünüyor. D. Bahçeli Erdoğan’a arabesk şarkılarla mesaj veriyor, yaratıcılığı bu kadar. Açıklığın ve gerçekliğin bir anlamda (henüz) toplumsallaşamayıp hangi i̇deolojik düşüncede olursa olsun iktidar sahiplerinin elinde esir tutulduğunu dönemleri yaşıyoruz. Binlerce yıldır iktidarlar tarafından eğitilen, yönetilen ve doğru ile yanlışın, gerçek ile yalanın iktidar sahiplerine göre şekillenip günümüze kadar geldiğine baktığımızda, halkların ne ölçüde gerçekliğe hazır olduğuna ve gerçekliği kavrayacağına dair ileri sürülecek görüşün de haklılık payı yadsınamaz.

Bin yıldır sömürgeciliğin postalları ve kılıcı altında direnen Kürt halkının günümüzde dört parçasında yaşananlar en azından kendi açımızdan bu görüşü haklı çıkarıyor. Sömürgeci devletlere bağlılığın, işbirlikçiliğin ve direnişçilere karşı (direndikleri için) nefret duymanın karşılığında ileri sürülen “halkların henüz gerçekliğe hazır olmadığı) düşüncesi kısmen de olsa doğruluk payı içermektedir. Kuşaklar sonra yaşanacak dönemlerde, toplumsal ilişkiler devlete ihtiyaç duyulmayacak seviyeye geldiğinde o zaman politikacılar, partiler “sönümlenmiş” olacak. Gerçeklik felsefeye ihtiyaç duymayacak şekilde kavranıp toplumsallığa ait olacak.

    D. Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına gelip tokalaşması Türk basınının gündemine oturdu. Ne yıllardır insanlık ve savaş suçu içeren bombalar kullanılması, ne özgürlükleri ellerinden alınan siyasi tutsaklar, ne de sürgünler Türk basınının gündemine bu kadar gelmedi. Saldırganlıklarını gizleyip, barışçıl olduklarını öne sürmek değişmez tutumlarıdır zaten. Kuruluş yıllarında bazen düşüncelerini gizlemeye gerek duymuyorlardı; “Tunçeli Harekatı, Takrir-i Sükun Yasası” gibi. D. Bahçeli bu adımı atmasının gerekçesini de Erdoğan’dan aldığı talimata uygun olarak ve “barış gerekli” sözünü de ekleyerek attığını söyledi. Bizim cephemizden gelen eleştirilerin çoğunluğu (özünde haklılık olduğu inkar edilemez) duygusallık içermekteydi. Savaş hali kurallarını bile bir köşeye bırakarak yaptıkları zulmün haddi hesabı yok. Kaç cana kıydılar, kaç ocağı söndürdüler sayısını bile bilemiyoruz. Ancak politika duyguyla değil, akılla yapılır; gerçeklik bu, kabul etmekte zorlansak bile. Eleştiriye konu olacak nokta, belki tokalaşmak için arkadan koşturarak gelen vekillerin tutumu olabilir.

Hepimiz çok iyi biliyoruz ki bu “tokalaşmanın” altında bir iyi niyet yoktur. Özünde devletin, görünürde ise AKP-MHP’nin kısa dönemde uygulayacağı politikalara bir gerekçe oluşturmak için attığı bir adımdır, öyleyse bunu akıldan çıkarmadan hareket etmek gerekir. Cumhuriyetin kuruluş aşamasında da “tokalaşmanın” farklı türlerini görmüştük; “ortak vatan, hepimiz kardeşiz, özerklik verileceği” gibi. Sürecin faktörleri gelişen olaylara göre değişkenlik gösterecektir ancak şimdilik önümüzde duran faktörler: Anayasa değişimine yönelik destek beklentisi, “yumuşama politikaları” adı altında Rojava’ya yapılacak saldırıların Kürt tarafında “pasiflikle” karşılanması umudu, sayın Öcalan’ın üzerinde uygulanan tecridin kısmen kaldırılıp, duruma göre yeniden konulması ve belki de en önemlisi değişecek olan Ortadoğu haritasında Kürtleri kendilerine yedeklemek, yeni yüzyılda da var olan durumu sürdürmeye devam etmek olarak değerlendirilebilir.

    Hangi açıdan bakarsak bakalım devletin demokratik hakların teslim edildiği ve tanındığı bir noktada durmuyor oluşu en büyük gerçeklik olarak önümüzde duruyor. En önemli nokta: Kürtlerin bu devlete güveninin kalmadığı noktasıdır. “Tokalaşmadan” önce güvenin sağlanması adına atılması gereken hiçbir adım atılmamıştır. Siyasi ve hasta tutsakların durumu, işgal edilen topraklarımız, kendi anayasalarının tanıdığı hakları bile tanımayıp uygulanan faşizan tutumlar orta yerde duruyor. Şarkımıza, halayımıza, anadilimize ve renklerimize bile uyguladıkları düşmanlığı bırakmadan bir “tokalaşmayla” Kürtleri yumuşatacaklarını sanıyorlarsa veya bunu sevinçle karşılayıp “tamam, adım attılar” diye düşünen varsa; her iki düşünce de yanılıyordur. Halkın böyle ve gerçekliğe uygun düşündüğü bir süreçte bunları unutturacak bir birey veya parti yoktur, varsa da kendine göre bir doğru yaratmaya çalışıyor demektir. Ama doğru ile gerçekliğin arasında uçurum vardır.

D. Bahçeli yaptığı açıklamada yeni bir şey söylemiyor. “Aba altından” bile değil, sopayı açıkça gösteriyor. Klasik “terör, kardeşlik ve milli birlik” masalını bir kez daha dile getirirken devletin politikasının değişmeyeceğini bir kez daha teyit ediyor. “Türkiye partisi” olunması çağrısının altında; “taleplerinizden vazgeçin, bizim gibi olun” demek yatıyor. Biz de soralım:” gelin Kurdistan Partisi olun, terörle aranıza mesafe koyun, işgal ettiğiniz topraklarımızdan ve gasp ettiğiniz haklarımızdan vazgeçin.” Nedir bu dayatılıp durulan “Türkiye” sevdası, niye bu kadar “yücelerde” görüyorsunuz kendinizi?

    Sayın Öcalan’ın tecridinin kaldırılması ve fiziki özgürlüğünün sağlanması konusunda yürütülen hamlenin sağladığı toplumsal destek gerek AB, gerekse Türk devletini adım atma noktasına getirdi. Ortadoğu’da süren savaşın kaybedenlerinden olmamak için geçen yüzyıldaki gibi aynı politikaları uygulayarak bütünlüklerini koruyacaklarını sanıyorlar. Bu nedenle yakın bir süreçte sayın Öcalan ile görüşme sağlayıp, ardından da birkaç yasa değişikliği ile durumu kurtaracaklarını hesaplamak gibi bir tarihi hatanın içindeler. Çünkü ne tarihi koşullar geçen yüzyıla benziyor, ne de Kürtler geçen yüzyıldaki gibi örgütsüz, öndersiz ve mücadeleden yoksunlar. Tam tersi Ortadoğu savaşı bittikten sonra göreceğiz ki, 3. Yol anlayışı Kürtleri kendi hayatlarının söz sahibi yapacaktır. 

     D. Bahçeli tek elini uzatmıştı tokalaşırken. Tarih bize öğretti ki uzatmadıkları diğer elinde kafamıza vurmak üzere her zaman bir taş saklıyorlardır. Tokalaşanların sorumluluğu ağır bir şekilde omuzlarında duruyor.

     

    

    

İlginizi Çekebilir

Behice Feride Demir: Kürt Sosyal Medya Kanalları 
Nuri Fırat: Girê Mirazan: Sitûna 43an Çi Nîşan Dide?

Öne Çıkanlar