Merdan Dirlik: Türkiye’nin Ortadoğu’daki Stratejik Hedefleri ve Kürt Sorununda Çözüm mü, Tasfiye mi?

Yazarlar

Bahçeli’nin DEM Parti’ye uzattığı elin, siyasi amaçlar yanında askeri amaçlar da içerdiği görülüyor. Bu hamle, Türkiye’nin iç siyasetine yönelik Kürtlere dönük bir düzenleme arayışından ziyade, bölgede değişen dengelerin yarattığı dış politika krizinin bir sonucudur. Özellikle İsrail’in bölgede elde ettiği stratejik avantajlar ve Türkiye’nin Ortadoğu’daki inisiyatifini büyük ölçüde yitirmesi, bu hamlenin ardındaki temel faktörlerdir.

Tarih boyunca dış dengelere dayalı bir siyaset izleyen Türkiye, Ortadoğu’da aleyhine gelişen bu dengeler nedeniyle iç siyasette yeni arayışlara itilmiştir. Bahçeli’nin DEM Parti’ye yönelik hamlesi de bu arayışların bir ürünüdür. Ancak bu adım, Türkiye’nin çökmüş dış politikasını yeniden tasarlamak için bir fırsat yaratabilir mi? Bu, tamamen Kürt direnişinin göstereceği inisiyatife bağlı olacaktır.

Türkiye’nin bu barış girişimi, aslında Kürt iradesinin teslim alınmasına yönelik bir tasfiye planıdır. Kürt halkının direnişini kırarak, teslimiyete zorlamayı amaçlayan bu strateji, demokratik bir çözüm arayışından uzak olup, rejimin Kürtlerin imhasına yönelik stratejisinden vazgeçmediğini göstermektedir. Bu strateji, Türkiye’nin bölgedeki savaş politikalarıyla uyumlu olacak şekilde bir “çözüm” manevrası olarak geliştirilmiştir. Barış adı altında, savaş stratejilerine uygun sonuçlar elde etmek için bazı tavizlerle bazı kesimleri sürece dahil etme amacı taşımaktadır.

Gerçekte bu “barış süreci,” Rojava’da kurulmak istenen tampon bölgeye karşı Kürt direnişini kırma çabasıdır. Ancak Kürt halkı, bu tarihsel süreçten ders çıkararak, savaşın bölgeye yayılma olasılığını hesaplayarak dengeli politikalar geliştirmiştir. Özellikle Rojava’daki direnişin güçlenmesi ve bölgesel dengelerin Kürtler lehine değişmesi, Türkiye’nin Rojava üzerindeki savaş stratejilerini boşa çıkarmıştır.

Ortadoğu’daki büyük değişim süreci, Abraham Anlaşmaları ile daha da hız kazandı. İsrail’in Suriye üzerindeki baskıları ve İran’ın bölgedeki gücünün gerilemesi, yeni bir güç dengesi kurmaya başlamıştır. Bu süreç, Türkiye’nin bölgedeki rolünü de sınırlandırmaktadır. Türkiye’nin bölgedeki statükoyu savunan tek güç olarak konumlanması giderek sorgulanır hale gelmiştir. İran’ın zayıflaması ve bölgesel statükonun değişme ihtimali, Türkiye’nin önündeki en büyük engellerden biridir. Kürtler, bu süreçte kendi iradeleriyle bölgesel dengeyi değiştirme potansiyeline sahip olup, Türkiye’nin sınırlandırılması olasılığını artırmaktadır.

Bu noktada, Ortadoğu’daki tek işgalci güç olarak Türkiye’nin, Rojava ve Güney Kürdistan’daki işgali sürmektedir. Türkiye, tampon bölge oluşturma bahanesiyle bu işgali daha da derinleştirme çabasındadır. İsrail’in bölgedeki inisiyatifi ele aldığı bu dönemde, Türkiye’nin işgal politikalarını sona erdirmeden etkisini artırma şansı bulunmamaktadır. Aynı şekilde, Esad üzerinden Kürtleri baskı altına alma girişimi de İsrail’in bölgedeki inisiyatifini kırma çabası olarak şekillenmiştir.

Türkiye, Rusya ve İran’ın Suriye’deki güçlerinin giderek sınırlandırılacağını gördü. Sonuçta, Rojava üzerinde rejimin dönüşüme uğratılacağı korkusuna kapıldı. Bu, tarihsel olarak yeni bir sürecin başlangıcı olabilirdi. Rusya, bunu “Amerika Suriye’yi parçalamak istiyor” şeklinde yorumladı. Esad üzerinden Türkiye’yi Suriye’de daha etkin hale getirmeye yöneldi ve İran’ı da bu sürece katmaya çalıştı.

Türkiye, Rusya’nın bu girişimini kendi öncülüğünde bir cepheye dönüştürmeye yöneldi. Filistin-İsrail savaşı nedeniyle toplanan Arap ülkelerini bu amaçla kullanmak istedi. Burada, boşalan İran ve Rus etkinliğini fiilen doldurma dayatmasında bulundu.

İsrail, Türkiye’nin bu girişimlerini etkili askeri yöntemlerle kırma yoluna gitti. Rusya’nın askeri merkezinin içinde bulunan İran güçlerini vurdu. Elde ettiği üstünlüğü kıracak tüm girişimlere karşı askeri yöntemleri kullanmaktan çekinmeyeceğini gösterdi. Böylelikle Rusya geriletildi ve İran’ı zayıflatma engeli de sınırlanmış oldu.

Rusya ve İran’ın geriletilmesi ve Arap Birliği’nden beklediği desteği alamaması, Türkiye’nin giderek denklem dışında itilmesine yol açtı. İnisiyatifin bütünüyle İsrail’in eline geçmesi, Türkiye’yi derinden sarstı. Toprak bütünlüğünü ve siyasi birliği koruma adı altında Suriye üzerinde gerçekleştirmek istediği hamlelerle de İsrail’in inisiyatifini kıramadı.

Türkiye’nin Arap ve İslam Birliği adı altında bölge güçleri ile İsrail karşıtı bir cephe kurması mümkün değildir. Daha çok Suriye, İran ve Rusya üzerinde bir ittifak biçiminde bunu yürütmekle sınırlı kalacaktır. İsrail de Türkiye’nin bu gerçeğini çok iyi gördüğünde askeri saldırılarını yoğunlaştırdı ve İran’ı geriletmenin yanında Türkiye’yi de sınırlandırmış oldu.

Türkiye, Esad’ı bu konuda ikna etmek için Rusya’ya büyük tavizler vermiştir. İran’la da iş birliğine gitmiştir. Ancak bu çabalar başarısız olmuş ve Türkiye’nin elinde çeteleri devreye sokmak ya da askeri güç kullanmaktan başka bir seçenek kalmamıştır.

Türkiye’nin askeri müdahale ihtimali, bölgedeki zayıf koşullar göz önünde bulundurulduğunda oldukça risklidir. Gerileyen Rusya, yıkılma noktasına gelen İran ve büyüyen Kürt dinamiği, İsrail’in ele geçirdiği stratejik üstünlükle birleştiğinde, Türkiye’nin askeri müdahale şansını zayıflatmaktadır. ABD ve Batı, İsrail’in bu stratejik avantajını İran’ı daha da köşeye sıkıştırmak için kullanacaktır. Dolayısıyla Türkiye’nin bölgeye yönelik askeri bir hamlesi, hem bölgesel hem de uluslararası düzeyde ağır sonuçlar doğurabilir. Bu durumda hedef yalnızca İran değil, Türkiye olacaktır.

Türkiye’nin başvurduğu “barış süreci,” bu savaş stratejisinin bir parçası olarak şekillenmiştir. Rojava, savaş sürecinin ardından Kuzey Kürdistan’ın bir parçası haline gelmiş olup, Türkiye, Rojava üzerindeki stratejilerini Kuzey Kürdistan’a yönelik politikalarıyla bağlamak zorunda kalmıştır. Türkiye’nin Rojava ve Kuzey Kürdistan’daki stratejik hedefleri bu bağlamda iç içe geçmiştir ve bölgesel inisiyatif mücadelesinin bir parçası haline gelmiştir.

Türkiye’nin Kürt halkına sunduğu “barış” adı altındaki çözüm, aslında bir tasfiye stratejisidir. Bu girişim, Türkiye’yi sınırlandıran bir Kürdistan’ın ortaya çıkma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmaktadır. Türkiye, savaş stratejileri üzerinden geliştirdiği siyasi çözümlerle bu tehlikeyi savuşturmaya çalışsa da, Kürt halkının direnişi ve uluslararası desteği bu girişimleri boşa çıkarmaktadır. Barış sürecinin, aslında bir tasfiye planı olduğu açıktır ve Kürt halkının iradesi teslim alınmadıkça bu planların başarılı olma şansı yoktur.

Türkiye’nin bugünkü savaş mantığı üzerinden geliştirdiği siyasi çözümler, Kürt direnişini zayıflatma çabasıdır. Bu bağlamda, Bahçeli’nin DEM Parti’ye uzattığı el de bu savaş stratejisine dayalı çözümlerin bir parçası olarak görülmelidir. Ancak Kürt halkı, bu tarihsel süreçten aldığı derslerle gelecekteki mücadelesinde kararlı bir duruş sergileyecektir.

İlginizi Çekebilir

Trump: İç düşmanlara karşı ordudan destek alınmalıdır
Fikret Başkaya: Üniversiteyi nasıl bilirsiniz?

Öne Çıkanlar