Toplumların yüzyılda yaşayacağı değişimleri görünen olguların ışığında diyebiliriz ki bir kaç yıla sığdıracak gibiyiz. Sosyal ve siyasal değişimin kapısını büyük bir gürültüyle çaldığı Ortadoğu ülke yönetimleri, kendilerini de içine çekecek olan bu sürecin ne zaman ve ne şekilde olacağını bekliyor ve güçleri ölçüsünde hazırlık yapıyorlar. Ancak yüz yıldır değişmeden bekleyen bu yönetimlerin hazırlıktan anladığı sadece güvenlik politikalarını daha da sertleştirip, güçlendirmek. Çünkü iktidar kaybedilince, varlıklarını da kaybedeceklerini biliyorlar. Fakat bir defa taşlar yerinden oynadı. Gerek enerji yolu, gerek kapitalizmin sınırları engelsiz aşarak pazarını genişletme politikası önünde engel oluşturan bu devletlerin yönetim anlayışları, gerekse kendi kaderini çizmek için tarih sahnesine çıkan başta Kürt halkının mücadelesi Ortadoğu’da geri dönülmez bir sürecin belirleyicileri oldular.
İsrail’in başta ABD olmak üzere Avrupa devletlerinin de desteğiyle sürdürdüğü savaş şimdilik Lübnan eksenli olarak devam ediyor. İsrail İran’ın cephe gerisini savaş gücünden düşürdüğü ölçüde veya savaş dışı bıraktığına inandığı anda Suriye’ye yönelecek, orayı da kendince güvenli hale getirdigi anda Iran’a doğru yol alacaktır. Bu sürecin uzun yıllara yayılmayacağı ortada. Bu nedenle savaşın kendisine de uğrayacağını gören Türk devleti de hazırlıklarını sürdürüyor. Toplumsal olarak çözülmeye giden devletin bu savaşı göğüsleyecek gücü yok. Bu nedenle hem güney Kurdistan, hem de Rojava genelinde işgal ettiği yerleri tahkim ederek elinde tutmaya çalışıyor. Savaşın yarattığı karışıklıktan yararlanarak buralarda kalıcı bir sınır çalışması yürütüyor.
Kuzeyde baskı altında yürüttüğü ve doğuda da İran’la anlaşmaya çalışarak karşılıklı güvenlik arttırarak uyguladığı politikayla şimdilik kendini güvende hissediyor. Ancak bunların yetersiz olduğu ortada. Bu nedenle birdenbire ortaya atılan barış sürecinin aslında yeni olmadığı görülüyor. Henüz uygulanan planın gerisi hakkında bilgimiz yok. Kürt cephesinden kimlerle, ne zaman ve hangi konularda görüştüler, görüşme olmadıysa neyi planlıyorlar şimdilik bilemiyoruz. Kürdistan özgürlük hareketi bu konuda açık bir politika izleyerek gerekli bilgilendirmeyi yapıyor ancak ağır tecrit koşullarının sürdüğü İmralı hapishanesinde Kürt halk önderi Öcalan ile konuşuldu mu, hangi şartlar öne sürüldü, anlaşma sağlanan veya sağlanmayan konular var mı, bilemiyoruz. Ömer Öcalan ziyaret sonrası yaptığı açıklamada Kürt halk önderinin kısa bir açıklamasını kamuya iletti. “Tecridin sürdüğünü ve çözüm konusunda teorik ve pratik gücünün olduğunu” bildirdi sayın Öcalan.
Türk devletinin Kürt ve Kürdistan gerçekliği konusunu henüz tam anlamıyla kavramadığı, Kürtlerin değişimini göremediği, bundan kaynaklı genel geçer ve netliği olmayan açıklamalarla süreci götürmeye çalıştığı görülüyor. En geniş örgütlülüğe, direniş gücüne ve politikasına sahip Kürt hareketini basit bir kaç açıklamayla oyuna getireceğini düşünüyor. Oysa talepler ortada: Dolmabahçe’de de açıklanmıştı, yetmediyse basına verilen röportajlarda da defalarca dile getirilmişti. İşgal edilen yerlerden çekilinmesi, anadil eğitim hakkının verilmesi, esir tutsakların hemen bırakılması, anayasa ve kanunlarda yapılacak değişikliklerle yasal güvencenin sağlanması gibi ilk anda atılması gereken adımların bile atılmadığı halde Kürt cephesinde gedik açmaya çalışmak gibi kurnazlıklarla zaman kazanılmaya çalışılması son haftalarda koparılan gürültünün sadece sıradan bir yaygara olduğunu gösterdi.
Daha muhatabı bile belirsiz bir tanıma sokmaya çalışıyorlar. Sayın Öcalan’ın gelip “tasfiye ediyoruz” demesini bekliyorlar. Kendilerini böyle bir düşünceye mi inandırmışlar, yoksa Kürtleri mi saf sanıyorlar belli değil. Bu sorunu çözmek istiyorlarsa ilk elden sayın Öcalan’ın tutsaklığını kaldırmaları, tutsakları bırakmaları, anadil eğitiminin önündeki engelleri kaldırmaları, anayasal güvenceleri sağlamaları ve sayın Öcalan ile birlikte Kürt hareketinin belirlediği temsilcilerle ve parlamentoda bulunan DEM Parti’nin de içinde olduğu geniş bir heyetle masaya oturmaları gerekir. Kürt hareketi de yaptığı açıklamada basit, sıradan kurnazlıklar içeren politikalardan vazgeçilerek sorunun ciddiyetini kavramaları konusunda uyarmasına rağmen henüz bir karşılık olmadığını herkes görüyor.
Öyle “elimizi uzattık” türünden boş konuşmaların karşılığı belki Türk halkında propaganda içeriğinde olabilir ama Kürt halkının nezdinde bir karşılığı yoktur. Son iki gündür Rojava’da yerleşim alanlarını bombalayıp onlarca sivili katlettiler. Kuzeyde mahkemeleri hız kesmeden ceza yağdırıyor. Uzatılan elin her defasında demir bir yumruk olduğunu gördük. Ayrıca “örgüt silah bıraksın” çağrısı ne ölçüde gerçekçidir? Ortadoğu cehennemi bir yana, Kürtlerin elinde silah varken bunca zulmü yaşatan devlet, o silah bırakıldığında bin beterini yaşatacaktır. En ağır ve en büyük silahlara sahip olup, savaş ve insanlık suçları işleyip, sonra da Kürtlere dönüp “o silahları bırakın” demek üçüncü sınıf bir kasaba politikacısının açıklamalarından öte değildir.
Kabul edilsin veya edilmesin en düşük başlangıç noktası Kürtlerin asgari ölçülerde kendi kendilerini yönetecek bir idari yapıya sahip olmaları gerçekliğidir. Her bir ceza maddesinin Kürtlerin boynuna takılan prangadan farksız olduğu bu devlete teslim olacak bir tane direnişçi yoktur. Sorunu çözmeye yönelik olmayan bu sürecin adı: Türk Tipi Süreç, başka bir şey değil.
Masaya çağırıyorsanız önce üslubunuzu düzeltin, daha sonra konuşulmasının bile gereksiz olduğu temel hakları tanıyın. Bin yıldır tanıyoruz sizi, yetmez mi bu tecrübe?