Yektan Türkyılmaz: Kürtler politik bir kumarın içine çekilmek isteniyor

GündemSöyleşi

Kürtlerin siyasi ve diplomatik bir kumarın içine çekilmek istendiğini söyleyen tarihçi Yektan Türkyılmaz, “Bunun ne Öcalan’da ne Kürt hareketinde karşılığı olabilir. Kürt hareketinin aklını küçümsememek lazım” dedi. 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim’de Meclis’in yeni yasama yılı açılışında DEM Parti Eş Genel Başkanlarının elini sıkması sonrası Kürt sorununun çözümüne dair “yeni süreç” tartışmaları sürüyor.

Tarihçi ve kültürel antropolog Yektan Türkyılmaz, Kürt sorununun çözümüne de içine alan tartışmaları Mezopotamya Ajansı’na (MA) değerlendirdi. 

Mezopotamya Ajansı’ndan Mehmet Aslan’ın Türkyılmaz ile yaptığı röportajın tamam şöyle:  

Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına giderek el uzatması ve sonrasında yaptığı açıklamalar gündemdeki yerini koruyor. Bahçeli’nin elini uzatması hamlesini nasıl okudunuz?

Şöyle bir başlangıç yapayım; CHP, İYİ Parti ve kendi eski Ülkü Ocakları üyelerine karşı da benzer bir siyaseti yapan birisi (Bahçeli). Bir tek ötekiler de değil. Neredeyse kendi müttefiki dışında kalan herkesi ya düşman ya terörist ya hesap sorulması gereken bir kişi ilan etmekten çekinmeyen birisi bu. İlk başta bunu söylemek lazım. Son 10 yılda beterin beteri bir dönem gördük. Akla gelmedik gerekçeler ile insanlar toplanıyor. Şimdi bu el meselesini çok konuştuk ve gördüğüm kadarıyla konuşmaya da devam edeceğiz. Çünkü aslında herkesin oturup iyi düşünmesi lazım. El uzatma meselesi beraberinde sizi pasif konuma sokan bir eylem. Pasif durumdasınız orada. Size bir el uzatılmış. Eylemin aktörü karşı taraf olmuş. Siz ondan sonra buna müdahil olup olmama konusunda veya nasıl dahil olacağınıza karar veriyorsunuz. El uzatmaya ve zamanlamasına bu kişi karar vermiş. El uzatmadaki garip kısım; ısrarla el uzatmanın ‘Kıymetini bilmeniz gerekiyor’ diye hatırlatmada bulunan birisi tarafından uzatılmış. 

 “Kıymetini bilmeniz gerekiyor” söyleminin aynı zamanda bir tehdit olduğunu mü söylüyorsunuz? 

Öyle görünüyor. Sen bugüne kadar verdiğin hesaplar dışında, ayrıca ‘Benim elimi sıkmamanın, elimi havada bırakmanın da bedelini verirsin” diye uzatılmış bir el. ‘Muktedirin kim olduğunu bilinecek bir ilişkiye var mısın? diye uzatılan bir el.  

El uzatma durumunun Bahçeli ile iktidar partisinden isimlerin gündeme getirdiği “çözüm arayışıyla” ilgisi yok mu? 

Çözüm üzerine oturup iyi düşünmemiz lazım. Kürt sorununun çözümünden neyi kastediyoruz? Kürt hareketinin birçok bileşeninin kafasının karışık olduğu yakın dönem tartışmalarının ortaya çıkardığı bir acı gerçek. Mesela DEM Parti’yi örnek vereyim; acı acı görüyorum bu durumu. DEM Parti’nin, bir tek karşısında devlet kalsa –ister Devlet Bahçeli olsun ister gerçek devlet- “Bizim somut çözüm önerimiz şudur” ya da “Tam olarak şu sorunu çözmek istiyoruz” diye bir hazırlığının olmadığını gördüm.

Hangi noktalarda bir kafa karışıklığı olduğunu biraz daha açar mısınız 

Ne istediği konusunda bile. Özerklik mi istiyorsun? Anadilde eğitim mi istiyorsun? Ayrıca bu mesele nasıl tartışılmalı? Bu konularda da. Zaten karşı tarafa cesaret veren de buradaki kafa karışıklığını görmeleri. Buradaki farklı sesleri fark etmeleri. Diğer bir söyleyeceğim de şu; Biz Kürt sorununu çözelim diyoruz ama şimdi Kürt sorununun çözümünden kasıt silahlı çatışmaların bitmesi ise Türkiye zaten geniş çaplı, etkili bir silahlı çatışmanın olduğu bir zemin değil artık. Başka bir şeyi çözmeye çalışıyoruz. Peki çözmeye çalıştığımız şey ne? Kürt sorunu bir anlamda anadildir bir anlamda ulusların kendi kaderini tayin hakkıdır. Devlet aktörleri çok iyi farkındadır ki Kürtler bir statü kazandıkları zaman bu başka bir statü konusunda hak taleplerini kuvvetlendirecek. Dolasıyla burada aslında konuştuğumuz şey bir fantezi. Bu fantezi de şu; hem ülke içinde hem de dışında Kürt hareketini bugünkü rejimin çizgisine getirmek.

Geçmiş dönemlerde iktidar doğrudan süreci yönetir ve sahnedeydi. Ancak bugün Bahçeli’nin sahnede olduğunu görüyoruz. Bununla nasıl bir mesaj verilmek isteniyor? 

Buna iki tür cevap vereceğim. Birincisi; rejim defakto kimin elinde onu görüyoruz. Kürtleri, en Kürt karşıtı sayılan figür ile karşı karşıya bırakmak. Devlet ne yapmaya çalışıyor? Ayrı bir şey. Siz ne yapmaya çalışıyorsunuz? Ayrı bir şey. Şimdi de Kürtlerin tarafından bakalım. Şimdi Devlet Bahçeli’ye bir konum atfediyorsunuz. Ama Devlet Bahçeli bugün devleti temsil etmiyor. Devlet Bahçeli bugün resmi iktidar ortağı bile değil. Kürt tarafı bunu nasıl kabul eder? Asıl hikaye bu. Hangi sıfat ile kabul ediyor?

 Bahçeli’nin muhatap olmadığını mı ima ediyorsunuz?  

Muhatap olsun da hangi sıfatla muhatap olacak? Şimdi biri elini uzattı, tanımıyorsunuz bu kişiyi. Sen hangi özelliğin ile benim karşımdasın? Hangi kapasite ile karşımdasın? Bunu sormadan devleti temsil ettiğini varsaymak, devletin ve rejimin işleyişini onaylamak demektir. Bir kere şunu sormak lazım: “Hangi sıfat ile benle konuşuyorsun?” Muhatap olarak görmemek diye bir lüks yok. Muhatap olarak mutlaka göreceksiniz. Ama şunu söylemek durumundasınız; Devlet bey, ben sizin elinizi MHP Genel Başkanı olarak sıkarım. Ben sizin elinizi otomobil koleksiyoncusu olarak sıkarım. Ama ben sizin elinizi Türkiye Devlet’inin temsilcisi olarak sıkamam. Çünkü değilsiniz. En azından Anayasaya göre değilsiniz. Beğen, beğenmeyin mevcut konuma göre değilsiniz. En başta siz hangi konumda olduğunuzu bilmem lazım. Burada olan şey A’dan Z’ye Kürt sorununun hem Türkiye’de hem Ortadoğu’da hem de dünya gündeminde gerektirdiği özen ve ciddiyetten uzak. Bu sorun çok çetrefilli bir sorun. “‘Terörist başı gelsin, son verdiğini duyursun” ya da “Size bir fırsat penceresi sunduk, yoksa başınıza daha kötü şeyler gelir” sözlerindeki gariplik bir yana, cumhurbaşkanı ortada yok. MİT Başkanı ortada yok. Diğer bakanlar ortada yok. Siz Bahçeli ile neyi konuşuyorsunuz? Bahçeli’ye sormak durumundasınız; Hangi sıfat ile? Türklerin Başbuğu sıfatı ile mi konuşuyorsunuz? MHP Genel Başkanı olarak mı konuşuyorsunuz? Çok temel bir soru bu. 

Bahçeli’nin “çözüm ve barış” noktasına geldiğine dair de yorumlar da var. Buna ihtimal veriyor musunuz? 

Buna ben pek ihtimal vermiyorum. Tabii şunun altını çizmek lazım; Kürtler sıkıntılı bir durumdalar. 40 yıldır savaş olan bir ülkede, Mardinli, Dêrsimli, Diyarbakırlı olan insanlar bir gün huzur yüzü görmedi bu yaşlarına gelene kadar. Barış talebi Kürtler için ekmek su gibi bir talep. Bu işin bir kısmı. Diğer kısmı ise barış talebinin manipüle edilmesi. Bu neden önemli? Başka süreçler de yaşandı. En son süreci ele alalım. Hatip Dicle’nin verdiği bir mülakat var. İlgilenenler buna baksın. Bu rejim süreci nasıl ilerletmiş. Ne olmuş ne bitmiş. “Bu süreçleri de deneyelim ne kaybedeceğiz?” deniliyor. Bunu denemekten neden çekiniyoruz biliyor musun? O süreç başlarken olduğunuz noktaya bakın ve bittiği noktaya bakın. Kürtler daha mı iyi durumda? Yoksa daha vahim durumda mı?

Yeni süreç tartışmalarını Ortadoğu’daki yaşanan gelişmelerden bağımsız ele alabilir miyiz? 

Kürt sorunu bir tek Türkiye’nin sorunu değil, bölgesel sorun. Kürt hareketi de bir tek Türkiye’de değil, aynı zamanda bölgede söz sahibi bir hareket. Zaten biz bu damdan düşer gibi el uzatma çıkmadan başka bir şey ile sarsıldık. İsrail, Türkiye’yi tehdit ediyor. Buna karşı ne yapmamız lazım? İç cephe oluşturmamamız lazım. Bu rejimin çok sevdiği bir kelime var; fırsat. Bu İsrail tehdidi laflarının arkasında da aslında İsrail’in tehdidi değil, burada esas olarak düşündükleri şey İsrail’in 7 Ekim süreci sonrasında Türkiye için sunacağı fırsatlar. Bunu bir fırsat olarak görüyorlar. Nerede, özellikle Suriye’de fırsat olarak görüyorlar. İsrail’e atfedilen insanlık dışı eylemleri tümü Efrin’de, Kürtlerin yaşandığı bölgelerde, Türkiye tarafından yapılıyor. Yani İsrail’in savaşın yayılması ile beraber Ortadoğu’nun değişik bölgelerinde artırdığı baskının Suriye rejimini daha sallantılı bir duruma getireceğine dair bir varsayım olarak görüyorum. Bunu fırsat olarak görüyor. Yoksa İsrail ile karşı gelmek ile alakası yok. Bunlar işin fantezi kısmı.

Türkiye’nin rejimin Ortadoğu’da bir çizgisi de yok. Şu anda Türkiye Ortadoğu’da yok. Bu söylemler üzerinden tekrardan oyuna girmek istiyor. Türk kamuoyuna silah bırakma falan diyorlar. Mesela nasıl silah bırakacak? Burada dert bu değil. Daha fazla operasyon yapmak istiyor. Kürtlerin gücünü kendi projeleri lehine çevirmek istiyor. Ben buna fantezi diyorum. Çünkü Kürt hareketini ufaktan bilen birisini bunun gerçekçi olmadığını bilir. Bu rejimin 10 küsur yıldır bir taş üstüne bir taş koyduğu gördünüz mü? Yıkım rejimi bu.

Bahçeli “Ne Kandil, ne de Edirne; adres İmralı’dan DEM’e uzansın” açıklaması da yaptı. Bununla ne yapmaya çalışıyor?  

Burada rejim lehine aktif bir çaba görüyoruz. O da şu; Kürt hareketinin farklı unsurlarını çakıştırmak istiyorlar. Bunu başarabileceğini düşünüyor ve açık bir şekilde ifade ediyor. Siz tutup Kürt hareketinin başka bir bileşenini kriminalize ederseniz bu rejimin yaratmaya çalıştığı duruma kolaylaştırıcı olmaya başlarsınız. Kürt hareketinin tüm bileşenlerinin gayri resmi olan bir bileşeni yoktur. Muhatap olma kapasitesi olmayan bir bileşeni de yoktur. Burada kamuoyu önünde konuşması gereken, en rahat olan DEM Parti’nin çok dikkatli olması lazım.

 DEM Parti nasıl bir pozisyonda olmalı?

 DEM Parti, bir önceki süreçte aracı konumundaydı. Bu çok büyük bir problem. DEM Parti, aracı değil, platform haline dönüştürmek istiyorlar. Platform değil, taraftır. Bu meselenin tarafı. Devlet biri ile görüşmek istiyorsa görüşür. DEM Parti, aktif olarak bu meselinin tarafı olmalı. Bu mesele ile ilgili “bizim de çalışmalarımız var” demeli. Mevcut tabloda Kürt hareketi bileşenleri çakıştırılmak isteniyor. DEM Partinin içinde gelen sesler… Bunun önünü açmamalı.

Bir kere şunu anlayalım. Kürt hareketi bileşenleri gayrimeşru değil. Özellikle tedbirli olunmalı. Tekrar kritik bir an geliyor. Şu rejimin Kürtleri davet ettiği yer kumardır. Kumar masasıdır. Kürtler Türkiye’de siyasi, Ortadoğu’da diplomatik bir kumarın içine çekilmek isteniyor. Bunun ne Öcalan’da karşılığı olabilir ne Kürt hareketinin bir biriminde olabilir. Ne de tabanda karşılığı olabilir. Siz Kürtleri yayılmacılığının aracı olarak kullanmazsınız. Kürt hareketinin aklını küçümsememek lazım. Bu kişiler 40 yıldır Ortadoğu’nun en zor yerinde hayata kalmış siyasi figürler. Yanı sıra Ortadoğu’da birlikte yaşamanın güncel tek paradigmasını üretmişler.

 Ortadoğu’da bir harita değişikliğinden bahsediliyor ve bunun Kürdistan coğrafyasını da etkileyeceği belirtiliyor. Var mı böylesi bir durum?  

 Bir şey kaynıyor Ortadoğu’da. Herkes bir harita değişikliği bekliyor. İsrail’in Kürtler ile bir ilişkisi var mıdır? Tabii ki de vardır. ABD’nin de vardır. Herkesin de vardır. Bu küresel bir sorun artık. Ancak şu ana kadar gördüğümüz, İsrail’in Türkiye’yi strateji müttefik olarak görmekten uzak değil. Yani burada bazı Kürt kesimleri bunun Kürt hareketinin pozisyonu ile ilgili olduğunu düşünüyorlar. Ben buna katılmıyorum. Kürtler arasında İsrail’in en yakın gördüğü oluşum KDP. Türkiye’de DEM Parti’nin rakipleri konumunda olan gruplar KDP’ye yakın duruyor. Bunlardan birisi de HÜDA-PAR. HÜDA-PAR, İsrail’e karşı anti-semitik bir yerde duruyor. Bu KDP ile İsrail’in ilişkilerini zedeliyor mu? Hayır. Daha stratejik bir şey var. Ortadoğu’da bir büyük Kürdistan meselesinin şartlarının da aktörlerinin de olmadığını düşünüyorum. Herkese konuşup Birinci Dünya Savaşı falan filan diyor da aktörü yok. Bunun aktörü kim? Yok. KDP hiç değil. YNK mi? Değil. PKK mi? PKK’nin öyle bir talebi yok. Karşı tarafta bir korku kaynağı yaratılmak isteniyor. Kamuoyu ile siyaset üzerinden bir korku çubuğu yaratılmak isteniyor.

 Abdullah Öcalan sık sık “Kürt-Türk ilişkisi” bağlamında barışa dikkat çekiyor. Yarın bunu mümkün kılmak mümkün mü? 

Aslında tarihte yeni olan, Kürt-Türk savaşıdır. Kolektif irade ile talep öne sürmeleri çok yakın döneme ilişkin bir durum. 1960 sonrasına denk gelen bir şey. Öncesini daha başka ele almak lazım. Dolasıyla Kürt kolektif kimliği bu yeni haliyle ortaya çıktığından beri aslında da tamamen çatışma üzerinden çıkıyor. Çünkü bu dönem aynı zamanda Kürtlere ait her şeyin yok sayıldığı bir dönem. Adı, dili, coğrafyası, siyaseti… Yapılacaksa da yeni bir şey yapılmalı. Eskinden Kürt-Türk kardeşliği denilen şey, aslında bir Osmanlı barışı idi. Osmanlı barışı Suni kimliği etrafında yapılan bir barıştı. Aynı zamanda Kürt-Türk-Arap barışını da yanına koymanız lazım. Artık Kürt-Fars barışını da yanına koymanız lazım. Bu hareketin fikriyatı da bu değil mi? Devlet açısından söylüyorum; eğer büyük bir savaş için bunu istiyorsa fanteziden ibaret olur. Bir Misak-i Milli lafları dönüyor 

Dünya deyip abartmak istemiyorum; ancak bölgedeki meseleye, gerginliğe ve bu çatışmaya insani, evrensel ve barışçıl tek reçeteye sahip grup Kürt hareketidir. Çünkü farklı grupların, insanların bir arada yaşayabileceği savını ortaya atan bir hareket. Bunu nasıl yapacağı konusunda örnekler sunuyor. Seküler bir reçetesi olan bir hareket. Dolasıyla Kürt-Türk kardeşliği, barışı kulağa hoş gelebilir ama bağlamına bakmak lazım. Siz bununla ne yapacaksınız? Örneğin Kürt-Türk barışını Bahçeli’nin eline verdik, Erdoğan’ın eline verdik. Ne yapacak bununla? Ortadoğu’ya daha fazla mı barış mayası çalacak? Öcalan’ın bunları kastettiğini düşünmüyorum.

 CHP’nin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

 Önceki sürece göre düşünürseniz olumlu. Türkiye çok dipten gelen kuvvetli bir dönüşüm baskısı içinde. Bütün veriler karşımızda duruyor. Ekonomik adalet talebi çok önde. Sekülerizm ile ilgili talep çok önde. Bir de üçüncü talep var; eşit vatandaşlık, yurttaşlık. 31 Mart seçimlerde DEM Parti seçmeni, rejimin karşısında çok net savundu. Bir sol yükseliş potansiyeli var. DEM Parti seçmeni rejim karşıtlığı en kuvvetli dile getiren bir  taban. El birliği ile kaçan bir fırsat var. Pazarlık ötesinde bu rejimi değiştirmek üzerinden bir barış süreci gelişmeli. Bakıyorsunuz CHP’nin bir barış projesi yok. Bu ülkenin temel partisiyiz diyorsunuz. Başkasının hamlesi üzerinden iyi kötü pozisyon alıyor. Biz de bunu konuşuyoruz. CHP’nin projesi iyidir kötüdür demiyoruz, konuşmuyoruz. Çünkü yok.

Yönetime gelme iddiasında olan bir partinin Kürt sorununun demokratik çözümüne dair neler yapması gerekiyor? 

 Biri çıkıp “Bu sorun çözülmeli ve şu şekilde çözülmeli” demeli. Aktörleri “şöyle böyle olmalı” diye somut olarak ortaya koymalı. Bunlar hala mı korkuyor? Bahçeli’nin “Öcalan Meclis’e gelsin” dediği bir ülkede eğer hala korkunun arkasına sığınıyorlarsa o zaman niyet sorunu vardır. Demek ki bu konular bu kadar da korkulacak konular değilmiş. Sizin niyetinizin olmadığını anlarım ben.

 Kürtler dışında kalan diğer toplumsal kesimler sürece nasıl dahil olabilir? 

Türkiye’nin muhalif kesimleri de DEM Parti’nin tabanı da büyük ihtiyatla yaklaşıyor. Kürt hareketinin etrafındaki kesimler şu anda belirsizlik içinde ihtiyatlı konuşmaya çalışıyor. Benim gözlemlediğim bu. Bu İsrail meselesi Türkiye’de manipüle ediliyor. Rejimin iki yüzlülüğü zaten aşikar. Bunu konuşmamıza gerek bile yok. Öte yandan şöyle bir garip tablo var; dünyanın hiçbir yerinde insanların hala kendini ifade edebildiği ülkelerde bile İsrail-Filistin konusunda bu kadar büyük bir birlik olmadı. İnanılmaz bir şekilde herkes İsrail karşısında durdu. Böyle bir tablo var. Rejimin mobilize etmeye çalıştığı enerjilerden biri bu. Burada bir sorun var. Bir kere Kürtler açısından baktığın zaman Kürtlerin bir yanıyla İsrail’i savunmaları mümkün değil. Dünya bakışları dolasıyla mümkün değil. Ayrıca karşı tarafın, Filistinlilerin, Lübnanların maruz kaldığı hallere de bakarsak Kürtlerin tarihini andırıyor. Kürtlerin yaşadıklarını andırıyor. Efrin aklımıza geliyor. Sınır dışı saldırılar dediğimiz zaman Rojava (Kuzey ve Doğu Suriye) akla gelmiyor mu? Siz hem İsrail’i destekleyemiyorsunuz hem de mobilize olmuş bu hale koro tutamıyorsunuz. Hep 3’üncü Yol deniliyor, şu anda en elzem olduğu noktalardan birindeyiz.

İlginizi Çekebilir

Merdan Dirlik: Emperyal yayılma projesini barış demogojisi ile yürütmek istiyorlar
İstanbul Vali Yardımcısı Can Aksoy, Esenyurt’a kayyum olarak atandı

Öne Çıkanlar