Bu bağlamda, İran’ın dini lideri Ali Hamaney’in, Şii milislere ve İran’a bağlı vekil güçlere İsrail’e karşı sert bir karşılık verilmesini emretmesi, bölgede İran-İsrail gerginliğini daha da tırmandırma potansiyeline sahip. Hamaney’in bu açıklamaları, ABD’nin bölgedeki askeri varlığına yönelik bir tehdit olarak değerlendirilebilir ve bu durum ABD’nin bölgeye daha fazla askeri güç sevk etmesine neden oluyor. Körfez’deki Amerikan askeri gücünün artırılması, İsrail ile ortak operasyonların yoğunlaşması, İran’a karşı bir hazırlık olarak görülebilir. Bu gerginlik ortamı, Orta Doğu’nun jeopolitik yapısında Kürt coğrafyasının stratejik konumunu bir kez daha gözler önüne seriyor.
Bölgede yaşanan bu gerginlik, Kürt coğrafyasını doğrudan etkileyebilir. Kürtlerin bu çatışmada nasıl bir konum alacakları, bölgedeki büyük güçlerin Kürtlere olan yaklaşımlarını değiştirebilir. Türkiye’nin Kürt meselesine yönelik baskıcı politikalarının, bu yeni jeopolitik konjonktürde daha da sertleşmesi muhtemeldir. Ankara, bir yandan İran ve İsrail gerilimiyle şekillenen süreçte kendini koruma refleksi geliştirirken, diğer yandan iç politikada güvenlikçi söylemlerini artırarak iç cephedeki pozisyonunu güçlendirmeye çalışıyor. Özellikle Erdoğan’ın son dönemde sınır güvenliğini “bir boydan bir boya” sağlama hedefi, Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki Kürt bölgelerine yönelik askeri müdahalelerinin süreceğinin işaretini veriyor.
Bu süreç, Kürtler için hem riskler hem de fırsatlar içeriyor. İran’ın zayıflaması, Kürtlerin yeni kazanımlar elde edebileceği bir fırsat penceresi açsa da, bu fırsatların etkin bir şekilde değerlendirilebilmesi için Kürtler arasında ortak bir stratejinin oluşturulması gerekiyor. Ne yazık ki, Kürt hareketlerinin içindeki siyasi ayrılıklar ve farklı çıkarlar, bu tür bir stratejinin uygulanmasını zorlaştırıyor ve bu zayıflıklar, tehlikeleri de artırıyor. İran’ın zayıflaması Türkiye’ye yönelik endişeleri tetikleyerek, Türkiye’nin Kürt bölgelerine yönelik daha sert politikalar izlemesine neden olabilir. Ankara, Kürt hareketini kontrol altında tutmak amacıyla askeri ve diplomatik hamlelerini yoğunlaştırarak kendi güvenlik çıkarlarını koruma çabasını sürdürüyor.
ABD’deki seçimler ve olası yönetim değişiklikleri, bölgedeki durumu daha da karmaşık hale getirebilir. ABD’nin yeni yönetiminin şekillenme sürecinde, geçiş döneminde Türkiye gibi ülkeler, bölgede mevcut durumdan yararlanarak kendi hedeflerine ulaşmaya çalışacak. Bu çalkantılı süreçte, Türkiye’nin Kürtlere yönelik baskısını artırması ve Kürt hareketini bastırmak için yeni fırsatlar kollaması beklenebilir. Kürt meselesinin uluslararası bir boyut kazanarak ABD ve Avrupa kamuoyunda daha fazla dikkat çekmesi, Türkiye’yi daha sert adımlar atmaya itebilir. ABD’nin bu operasyonlara yönelik itidalli yaklaşımı, kara operasyonlarını sınırlamaya yönelik telkinlerle dolu olsa da, Türkiye’nin kararlılığını değiştirmekte yetersiz kalabilir.
ABD seçimlerinden sonra da Orta Doğu’da bir geçiş sürecinin yaşanacağı ve bu sürecin en az birkaç ay süreceği öngörülüyor. Bu belirsizlik ortamında Türkiye, Kürt meselesini askeri, siyasi ve diplomatik anlamda kontrol altında tutmaya yönelik stratejilerini yoğunlaştırabilir. ABD’nin yeni yönetimi ve dünya genelindeki siyasi dengeler şekillenene kadar Ankara, bu geçici belirsizlik sürecinde fırsatları değerlendirerek Kürt hareketini daha da baskı altına almaya çalışabilir.
Özetle, Orta Doğu’daki bu askeri hareketlilik, Kürtler için büyük riskleri beraberinde getiriyor. Kürt hareketlerinin mevcut ayrılıkları ve stratejik eksiklikleri, bu süreçte Kürtlerin karşılaştığı riskleri daha da artırıyor. Bölgenin jeopolitik dengeleri hızla değişirken, Kürt coğrafyasının büyük güçler arasındaki çatışmanın merkezine çekilmesi, Kürtlerin siyasi geleceğini etkileyecek önemli bir etken olabilir. Ankara ise, bu gelişmeleri kendi iç politikasını güçlendirmek için bir fırsat olarak değerlendiriyor ve Kürt meselesinde sertleşen tavrını koruyarak, Kürt hareketini baskı altında tutmaya yönelik stratejisini sürdürüyor.
Bölgenin kısa vadeli geleceği belirsizliklerle dolu; ancak şu anki konjonktür, Kürtler için hem fırsat hem de risklerin ağır bastığı bir süreç sunuyor. İran’ın bölgedeki etkisinin azalması Kürt hareketleri için potansiyel bir avantaj yaratabilirken, Türkiye’nin sertleşen tavrı ve bölgeye yönelik askeri operasyonlarının yoğunlaşması, bu avantajların hayata geçirilmesini zorlaştırabilir.
Bölgedeki yeni güç dengeleri içinde, Kürtlerin tarihi bir fırsat penceresi yakaladığını söylemek mümkün; ancak bu fırsatları değerlendirebilmeleri, ortak bir Kürt stratejisi oluşturup oluşturamayacaklarına bağlı.