Türkiye, Kürdistan coğrafyasında uyguladığı özel savaş rejimi ile toplumsal direnişi bastırma ve siyasi zeminleri parçalama stratejisini sistematik olarak sürdürüyor. Bu rejimin en somut aracı ise kayyum atamalarıdır. Kürdistan’da yürütülen bu savaş süreci, yalnızca bir çatışma olarak değil, aynı zamanda bir yönetim biçimi olarak işlev görüyor. Devlet, bu yöntemi kullanarak, Kürt siyasetinin ve demokratik eğilimlerin tüm zeminlerini ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Bu coğrafyada barışçıl ve demokratik eğilimler eritilip yok edilmeden, rejimin ayakta kalması mümkün değildir.
Kürdistan’da süregelen savaş, devletin siyasi muhaliflere, etnik ve dini gruplara, özgür düşünceye ve direniş hareketlerine karşı özel olarak uyguladığı psikolojik ve fiziksel baskı yöntemleri ile yürütülüyor. Geleneksel savaş yöntemlerinden ziyade, toplum üzerinde sürekli bir korku ve baskı atmosferi yaratılıyor. Bu tür rejimlerde, barış bile yeni bir savaşın hazırlık süreci olarak görülüyor; sözde barış süreci, baskının devamlılığını sağlamak için bir araç haline geliyor.
Devletin resmi ve gayri resmi kurumları aracılığıyla yaygınlaştırılan şiddet, toplum üzerinde sürekli bir baskı unsuru olarak kullanılıyor. Kayyum politikası ise bu baskı mekanizmasının en açık örneği olarak karşımıza çıkıyor.
Bu özel savaş rejiminde, şiddetin yanında psikolojik savaş da siyasetin temel bir unsuru haline getirilmiştir. Medya manipülasyonu, dezenformasyon, hedef gösterme ve propaganda gibi yöntemlerle toplumun zihinsel kontrolü yeniden biçimlendiriliyor. Medya, bu rejimde bir güvenlik aracına dönüştürülmüş durumda. Toplumun tüm kesimlerini “topyekûn savaş”a çekmek amacıyla, algı operasyonlarıyla muhalefet tehdit olarak gösteriliyor ve toplumsal direniş kırılmaya çalışılıyor.
Özel savaş rejiminde, topyekûn savaşa dâhil edilmeyen tüm unsurlar, terör kapsamına alınarak siyasetin dışına itiliyor. Polis, istihbarat ve askeri güçler yoğun ve sürekli bir şekilde devreye sokularak gözaltı, işkence ve tutuklama gibi baskı yöntemleri günlük hale getiriliyor. Artık siyaset yapmak, gözaltına alınma, işkenceye maruz kalma ve sindirilme tehdidi altında bir irade meselesi haline gelmiştir. Bu yöntemler, özel savaş rejiminin temel unsurları olarak toplumun her kesiminde hissedilir hale getiriliyor.
Türkiye’deki özel savaş rejimi, toplumu kontrol altında tutmak, direnci kırmak ve muhalefeti etkisiz hale getirmek amacıyla, devletin yasalarının ötesine geçen özel yöntem ve araçlar kullanılarak sürdürülen bir baskı mekanizmasıdır. Kürt halkına yönelik geliştirilen bu özel savaş yöntemi, toplumun her kesimine baskıyı yaymayı ve Kürt direnişini bastırmayı amaçlamaktadır. Kayyum politikası, bu baskı mekanizmasının en somut aracı olarak topluma dayatılmakta ve Kürt halkının demokratik iradesini yok sayarak siyasetin tüm alanlarını ortadan kaldırmayı hedeflemektedir.
Kayyum atamaları, Kürt yerel yönetimlerinin iradesini tamamen ortadan kaldırmaya yönelik olarak her geçen gün yaygınlaşmakta ve toplumun tüm kesimlerine bir baskı aracı olarak sunulmaktadır. Bu özel savaş rejimi, yalnızca Kürt siyasetini değil, aynı zamanda barışçıl ve demokratik tüm unsurları ortadan kaldırmayı hedefleyen bir yönetim biçimi olarak varlığını sürdürmektedir.
Türkiye rejimi, giderek ağırlaşan bir kriz içinde kendisini topyekûn savaş yöntemlerine daha fazla dayandırmaya başlamış durumda. Kürt toplumuna ve genel olarak ülkenin tüm kesimlerine yayılan bu özel savaş yöntemleri, aslında rejimin kırılgan bir zeminde ilerlediğini gösteriyor. İçinde bulunduğu krizin kökenlerini ortadan kaldırmak isteyen bu rejim, barış adı altında tasfiye planlarını devreye soksa da, bu planların hayat bulamayacağı anlaşılmıştır. Bu nedenle, tüm gücünü özel savaş yöntemlerine ve kapsamlı bir savaş stratejisine yönlendirme kararı almıştır.
Ortadoğu’daki gelişmeler de bu strateji ile bağlantılıdır. Rejim, “ya hep ya hiç” yaklaşımıyla hareket ediyor. İlk olarak, tasfiye temelli bir barış çözümüne yönelmeye çalışsa da bunun mümkün olmadığını gördü. Şimdi ise bu çözümü tamamen terk ederek ikinci bir seçeneğe, yani topyekûn savaş stratejisine odaklanmış durumda. Bu bağlamda kayyum atamaları, bu savaşın ihtiyaçlarına hizmet eden bir araç olarak değerlendirilmelidir.
Kürtler artık Türkiye siyasetinde hem barışçıl bir çözüme geçişte hem de savaş kararı alınmasında belirleyici bir güç haline gelmiştir. Kürdistan, mevcut koşullarda Türk siyaseti için bir çıkmaz, adeta bir bataklık haline gelmiştir. Rejimin kriz içinde kalıcı bir çözüm üretemeyeceği açıktır; ne savaşın ne de barışın bu rejimle Kürt sorununa kalıcı bir çözüm getirmiyecegi anlaşılmıştır. Türkiye, içinde bulunduğu özel savaş yöntemlerini Kürt coğrafyasının ötesine taşıyarak, topyekûn bir savaş atmosferini tüm ülkeye yaymaktadır.
Özel savaş artık sadece Kürt coğrafyası ile sınırlı değildir. Türkiye’nin tüm coğrafyasını içine alacak şekilde genişlemiş, topyekûn bir savaş politikasına dönüşmüştür. Bu nedenle, rejimin bu savaş politikalarına karşı direnişin de bir bütün olarak yürütülmesi gerekmektedir. Topyekûn savaş politikalarına karşı, toplumun her kesiminde topyekûn bir direnişin örgütlenmesi zorunlu hale gelmiştir.