Nuri Fırat: Alişêr Efendi; Kitap Dolusu Sandığına Ne Oldu?

Yazarlar

Yakın dönem Kürt tarihinin önemli isimleri arasında kuşkusuz Koçgirili Alişêr Efendi de yer alır ve hikâyesiyle Kürt milliyetçileri için eşsiz bir yere sahip olan isimlerden biridir. 

Öncelikle pek çok tarihî Kürt şahsiyet gibi, ne yazık ki, Alişêr Efendi hakkında da pek az bilgi bulunuyor. Bilebildiğimiz bilgilerin neredeyse tek bir kaynağı var; o da Nuri Dersimi’nin aktardıklarıdır ve bunlar da sınırlıdır. Kuşkusuz Koçgiri ve Dersim meseleleri hakkında yazılmış pek çok kaynak var ve bütün bu kaynaklarda Alişêr Efendi’den de bir şekilde bahsedilir. Ama bahsettiğim gibi, aktarılanlar neredeyse tamamen Nuri Dersimi’nin aktardıklarından öteye gitmez. 

Alişêr Efendi vesilesiyle bir kez daha görebildiğimiz bu eksikliğin iki nedenine işaret edilebilir. Birincisi; Kürtlerin çabasının eksikliğidir veya yeterince kendi tarihlerini yazabilme imkan ve kabiliyetinden yoksunluklarıyla ilgilidir. İkincisi ise, muhtemelen çok daha önemlidir ve bu da, sömürge millet olmanın dezavantajlarından kaynaklanıyor. Bu yüzden Fırat Aydınkaya, yakın dönem Kürt tarihinin bir diğer önemli ismi olan Cibranlı Halit Bey ile ilgili portre yazısında önemli bir hususa dikkat çekmişti. Aydınkaya’ya göre, örneğin “Cibranlı Halit Bey gibi sömürge ortamlarında doğup büyüyen ve hayatını anti kolonyal mücadeleye adayıp, bu yolda başını verenlerin hayat öyküsü [söz konusu] olduğunda mikrofon hiçbir şeye yaramaz. Yaramaz çünkü sesinin hatta başının kesilmesi üzerine kurulan bir düzen söz konusu olduğu için belgeye, şahitlere, hatta biyografiyi muhtevalandıracak bütün hatırat deposuna el konulmuştur. Kamuya kapatılmıştır, yadigar olarak arkasında bıraktığı kılıç dahi şehir pazarlarında satılmıştır. Muktedir sadece hayatına değil ölümden sonrasına da el koyup, mirasını dahi dizayna kalkışmıştır.” (Aydınkaya 2024)

Hakikaten de durum bundan ibarettir. Klasik ifadeyle, tarihi kazananlar yazar, kaybedenler değil. Bu vecizeyi neredeyse Kürt tarihiyle ilgili her hususa uyarlamak abartılı bir genelleme olmayacaktır. Bu yüzden bizzat Kürtlerin kendi kaynaklarını bulup ortaya çıkarmaları ve hikâyelerini yazmaları önemlidir. 

Bu hususlara dikkat çektikten sonra Alişêr Efendi’ye dair bazı hususlara bakabiliriz ve en son bizzat Nuri Dersimi’nin yazdığı biçimiyle kısa hayat öyküsünü aktaracağım. 

Alişêr Efendi, ilkin Sivas Koçgiri aşiretlerinin reisi olan Mustafa Bey’in katibi olarak karşımıza çıkar. Katipliğinden söz ederken, sıradan bir yazıcılık işi yaptığı anlaşılmamalıdır; bilakis anlaşıldığı kadarıyla bir tür siyasi danışmanlık kastedilir, ki Alişêr’in daha sonraki faaliyetleri de bunu haklı kılıyor. 

Mustafa Bey, Koçgiri aşiretleri reisi olarak önemli bir nüfuz ve güce sahiptir ve bu nedenle Osmanlı padişahı Abdülhamid, yanında tutabilmek için ona paşalık unvanını vermişti. Ancak bu elbette Kürtleri kontrolde tutmak için Abdülhamid’in söz konusu dönemde başvurduğu riyakârca bir politikadan ibaretti. Nitekim bir süre sonra Abdülhamid’in emriyle Mustafa Bey, planlı bir suikast sonucunda zehirle öldürülmüştü. 

Mustafa Bey’in yerine Koçgiri aşiretlerinin idaresi, oğulları Alişan Bey ve Haydar Bey’e kalmıştı. Alişêr Efendi de bu kez bunların katipliğini yapmış ve onların döneminde çok daha fazla öne çıkan bir sima olmuştu. 

Alişêr’in Kürt tarihindeki önemli çıkışlarından biri Birinci Dünya Savaşı yıllarında görülür. Osmanlı askeri iken, savaş sırasında Osmanlı’yı terk ederek Rus Çarlığı ile iş tutmuştu. Bunun nedeni, Kürtlere dair sahip olduğu projedir. Alişêr Efendi, Ruslar tarafından himaye edilecek bir Kürdistan projesini savunmuş ve bunun için Osmanlıya karşı Rusya ile işbirliğini tercih etmişti. Aynı dönemlerde Bedirxan Ailesinin bir üyesi olan Abdürrezak Bedirxan da benzer bir siyasetle Ruslarla işbirliği halindedir. İkisinin herhangi bir ilişkisinin olup olmadığı hususunda ne yazı ki dikkate değer bir bilgi bulunmuyor. 

Alişêr Efendi’nin Rus Çarlığı ile işbirliği halinde Dersim’de bazı bölgeleri kontrol ederek özerk yönetimini ilan etmesi ve bölgedeki Türk varlığına son vermesi son derece önemlidir. Zira aynı dönemlerde Kürtlerin ağırlıklı olarak Osmanlı idaresi altında ve din kardeşliği siyaseti çerçevesinde hareket ettikleri belirtilebilir ve dönemin Kürt milliyetçileri olarak kabul edilebilecek kişi veya oluşumların siyaseti de, yine Osmanlı çatısı altında en fazla kültürel ve belki kısmen de siyasi özerklikle ilgilidir. Ve fakat Alişêr ve Abdürrezak Bedirxan gibi isimler bu genel eğilimin aksine bir siyasete sahipler ve esasında kabul etmek gerekir ki, siyaseten dönemin Kürt milliyetçilerinin ortalamasının üstünde görünüyorlar. Elbette işbirliği içinde oldukları Rusların birkaç yıl sonraki durumları veya dönemsel siyaseti hakkında ne derece öngörülü oldukları ayrı bir mevzu. Nitekim 1917’den sonra Rusya’da sosyalistler iş başına gelince, Alişêr’in de, Abdürrezak Bedirxan’ın da, hatta Doğu Kürdistan’da Simko Ağa ve Güney Kürdistan’da Mahmud Berzenci’nin de pek çok isteği karşılıksız kalır. 

Kürtlerin hak ve özgürlüğüyle ilgili milliyetçi düşünceleri ve projeleri Alişêr Efendi’yi Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra yeniden tarih sahnesine çıkarır. Mustafa Kemal, Osmanlı’nın enkazında yeni bir devlet kurmak için çabalarken, onun karşısında Koçgiri Kürtleri çıkar ve onlar da Kürtlerle ilgili projelerini hayata geçirmek için hareket ederler. 

Mustafa Kemal, 1920’ye gelindiğinde Ankara’da Millet Meclisini kurarak bir nevi yeni devletin kuruluşunu ilan eder ve kuruluş aşamasında son derece dikkatli bir siyaset izler. Öyle ki, Mustafa Kemal yeni kurduğu Meclisin ve devletin sadece Türklere değil, Kürtlere ve diğer Anasır-ı İslamiyeye de ait olduğunu söyler. Ama elbette Mustafa Kemal için bunu söylemek bir zaruretti; zira destek arayışındaydı ve esas projesini hayata geçirebilmesi için daha birkaç yıla ihtiyacı vardı. Nitekim çok değil, üç yıl sonra, 1923’teki Lozan Antlaşmasıyla uluslararası alanda kabul ettirdikten sonra yeni kurduğu devletin bir Türk devleti olduğunu dünya aleme duyurdu. 

Mustafa Kemal, 1920-23 aralığında Kürtlerden epey fazla destek aldı ve Kürtleri yanında tutabilmek için Mecliste onların vekilleri namına pek çok kişiye mebusluk da verdi. Aslında bu yeni bir siyaset değildi; Abdülhamid de örneğin Kürtleri yanında tutmak için önüne gelene madalya, nişan, para ve paşalık unvanı dağıtmıştı. Mustafa Kemal de benzer bir “din kardeşliği” siyasetini yürürlüğe koymuştu, 1923’e kadar da bu böyle olacaktı. 

Kürtlerin önemli bir kesimi Mustafa Kemal’in ikiyüzlü siyasetine destek verirken, bazılarının şüphesi vardı ve bu nedenle kendi gündemlerinin peşindeydiler. Bunlar arasında 1920’lerin hemen başında öne çıkan Koçgiri Kürtleri yer alıyordu. 

Mustafa Kemal 1919’da Erzurum’dan sonra Sivas’ta da kongre yapıp yeni devletin kuruluşuna hazırlanırken, bu iki kongreye bazı Kürtleri de davet etmişti, bazıları daveti kabul etmiş, bazıları da etmemişti. Örneğin Erzurum kongresine, 1925’teki Şeyh Said İsyanının liderlerinden Şeyh Said ve Cibranlı Halit Bey katılmamıştı. Sivas kongresi için Mustafa Kemal, Alişan Bey ve bazı rivayetlere göre Alişêr Efendi ile Nuri Dersimi gibi bazı Kürt milliyetçilerini de davet etmişti. Dersimi’den öğrendiğimiz kadarıyla sadece Alişan Bey davete katılmıştı ve Mustafa Kemal ile görüşmesi epey gergin geçmişti. Zira Mustafa Kemal, Alişan Bey’e tehditkar biçimde Koçgiri’deki faaliyetlerinden haberdar olduklarını vesaire söylemişti. Elbette buna karşın Alişan Bey de, bir bakıma kendisine aba altında sopa gösteren Mustafa Kemal’in niyetinin farkındaydı. Bu nedenle Alişan Bey, Haydar Bey, Alişêr Efendi gibi isimlerin öncülüğünü yaptıkları Koçgiri’deki Kürtler daha en başında hak ve özgürlüklerinin garantisi için harekete geçilmesinden yanaydılar. Nitekim öyle de yaptılar. 

Dersim ve Koçgiri bölgesinden ve elbette Kürdistan’ın başka bölgelerinden pek çok Kürt şahsiyet Mustafa Kemal’in davetini kabul edip Ankara’da mebus koltuğuna otururken ve hatta Kürt kıyafetleriyle boy verirken, Koçgiri Kürtleri kendi kaderlerini kendileri tayin etmek için harekete geçmişti. 

Esasında Koçgiri Kürtlerinin tam olarak ne istedikleri konusunda farklı görüşler var; örneğin bazı kaynaklara göre müstakil / bağımsız bir Kürdistan fikri savunuluyordu, ancak döneme dair belgelere bakıldığında, daha ziyade özerk bir oluşumun savunulduğu görülüyor. Nitekim Koçgiri’nin öne çıkan isimleri Alişan Bey, Haydar Bey ve Alişêr Efendi’nin İstanbul’daki Kürt Teali Cemiyeti ile ilişkileri vardı, hatta bölgelerinde cemiyetin şubesini de açmışlardı. Cemiyet lideri Seyid Abdülkadir’in yaklaşımı Kürtlerin Türklerle ortak hareket etmesi ve bunun karşılığında özerk idari haklar elde etmek yönündeydi; anlaşıldığı kadarıyla Koçgirililer de bunu esas alıyordu. Bununla birlikte, başta Alişêr Efendi olmak üzere Koçgiri’nin Kürt liderleri İttihatçı kabul ettikleri Mustafa Kemal’i güvenilmez buluyorlardı.

Koçgiri Kürtleri, hak ve özgürlüklerinin kabul edilmesi amacıyla 1920 boyunca Ankara’yla temaslar kurmuşlardı ve bu süre boyunca yer yer çatışmalı hal alan gerginlikler de yaşanmıştı. Ankara, bu yıl boyunca büyük oranda oyalama siyaseti izlemiş ve bu arada Koçgiri’yi kırımdan geçirecek ordunun hazırlanması için çalışmalar yürütmüştü. 1921’in ilkbaharından itibaren Mustafa Kemal’in emriyle Koçgiri’ye ordu gönderilmiş ve yaşanan çatışmaların ardından Kürt güçleri yenilmişti. Yüzlerce kişi katledilmiş, Kürtlere ait yerleşim yerleri yakılmış, mal ve mülkleri talan edilmiş ve binlerce kişi yerinden yurdundan edilmişti. (Ayrıntılı bir bilançoyu içeren Mehmet Bayrak’ın notları için bkz. Dersimi 1992; ayrıca Akyürekli 2024) 

Koçgiri’de olup bitenler, daha 1920’lerin başında Mustafa Kemal’in Kürt inkarına dayanan ceberut siyasetinin ilk örnekleri olmuştu; 1925’ten sonra çok daha beter biçimde Kürtler bastırılmaya ve Türkleştirilmeye çalışılacaktı. Bu da Alişêr Efendi ile Alişan Bey’in başını çektiği Koçgiri Kürtlerinin Mustafa Kemal konusunda ne derece haklı olduklarını gösteriyordu. 

Koçgiri’de Kürtlerin yenilmesi ve katliama uğraması, karşılarındaki gücün pervasızlığı kadar, Kürtlerin milli bir tutumdan yoksunluğu ve biraz da tutarsızlığıyla ilgiliydi. Örneğin Alişêr Efendi Koçgiri’deki mücadeleye destek için aylarca Dersim aşiretleriyle temaslar kurmuş ve pek çoğu destek sözü vermişti. Ancak daha sonra pek çoğu çeşitli menfaatler karşılığında Mustafa Kemal’in safına geçmişlerdi. Bu da, özellikle Dersim’deki Kürtlerin tarihsel yanılgılarının eşlik ettiği dramatik bir durumdu. Zira istedikleri kadar Mustafa Kemal’den yana görünsünler, Koçgiri Kürtlerinin yaşadıkları sondan kurtulamayacaklardı; çok daha beter biçimde örneğin 1937-38’de soykırıma uğrayacaklardı. Hakeza Kürt Teali Cemiyetinin etkisizliği ve desteksizliği, yine Sünni Kürtlerin bu sıralarda başka dünyalarda olmaları vesaire de dönemin Kürt siyasetinin başarısızlığını gösteriyor.

Koçgiri yenilgisi sonrasında Alişêr Efendi Dersim’e geçmiş ve Seyid Rıza ile temasta kalmıştı. Koçgiri’deki katliamdan bir süre sonra Mustafa Kemal, bir af çıkarmıştı. Alişan ve Haydar beyler bu af kapsamına alınmasına rağmen, Nuri Dersimi’ye göre, kendisi ve Alişêr Efendi affın dışında tutulmuştu; ancak pazarlıklar sonrasında ikisi de af kapsamına alınmıştı. Ama elbette bu affın amacı da Alevi Kürtleri bir şekilde yatıştırmak ve Kürtlerin hak ve özgürlük davasından uzak tutmaktı. Nitekim bir süre sonra Sünni Kürtlerin dahil olduğu hadiselerde, Mustafa Kemal Alevi Kürtlerle ilişkilerine çok daha fazla önem verecekti, yeter ki bu kez Alevi Kürtler Sünni Kürtlerden uzak dursunlar! Ama sadece bu da değil elbette, örneğin 1926’da “Koçuşağı İsyanı” bahanesiyle Dersim’de yüzlerce kişi öldürülmüş, yerleşim yerleri yakılmış, yüzlerce insan yerinden sürülmüş ve böylece 1937-38 Dersim Soykırımının bir tür ön denemesi yapılmıştı. 

Mustafa Kemal olup bitenleri unutmuyordu. Nitekim Koçgiri isyanı liderlerinden Alişan ve Haydar bey kardeşlere, 1933’te Mustafa Kemal’in emriyle bir suikast düzenlenmişti. İddiaya göre, Zara Kaymakamı, Alişêr Efendi’nin eşi Zarife hanımın kardeşi Gaxur’u menfaat karşılığında ayartmış ve Alişan ve Haydar beylere bombalı bir suikast yaptırmıştı. Alişan Bey ölmüş, Haydar Bey ise yaralı kurtulmuştu. Benzer trajediyi, daha sonra Alişêr de yaşayacaktı. 

Koçgiri yenilgisi sonrasında Dersim’e yerleşen Alişêr Efendi, Kürtlük davasından vazgeçmemişti; aksine Seyid Rıza ile yakın temas halinde siyasi faaliyetlerini sürdürmüştü. 1937’ye gelindiğinde, Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal’in ifadesiyle “Dersim Çıbanı”nın kökten hal edilmesi işine başlamıştı. Kürtler de katliam saldırılarına karşı kendilerini savunmak için Seyid Rıza liderliğinde dağlara çıkmış, silah kuşanmıştı. Alişêr Efendi, bu kez de Dersim’de Kürtlerin hak ve özgürlüğü için mücadele ediyordu. 

Nuri Dersimi’nin aktardığına göre, “Daha fazla insan kanı dökülmesini önlemek gayesiyle, Seit Riza, Alişerin İran ve ya İraka iltica ederek, Fransa ve İngiltera hükümetlerinin tavassutunu dilemesini kararlaştırmıştı.” (1952:276 Yazım hataları korunmuştur) Ancak Seyid Rıza ve Alişêr Efendi’nin bilmediği önemli bir mevzu vardı. Bu da, Seyid Rıza’nın yeğeni Rayber’in (Rehber’in) Dersim’deki soykırım harekatının başındaki general Abdullah Alpdoğan ile işbirliği içinde olduğuydu. Rayber, Dersim’den ayrılacağından haberdar olunca bir gün önceden beraberindeki birkaç kişiyle Alişêr’in yanına gitmiş ve bulundukları mağarada, 9 Temmuz 1937 günü, arkadan Alişêr’e ateş edip öldürmüştü. Orada bulunan Alişêr’in eşi Zarife karşılık vermiş ve Rayber’in adamlarından Vanklı Efendi’yi öldürmüştü. Nihayetinde Rayber, Alişêr ve eşi Zarife’nin başını keserek soykırımcı Alpdoğan’a götürmüştü. 

Peki, Nuri Dersimi’nin “Kürtlüğün ve insanlığın yüz karası olan ve Kürdistan kurtuluş savaşları tarihinde adı ilelebet lanetle anılacak olan alçak” şeklinde nitelediği Rayber’in akıbeti oldu? 

Bunun cevabını da, dönemin bir diğer önemli Kürt milliyetçisi olan Zinnar Silopi’nin (Kadri Cemilpaşazade) yazdıklarından aktarayım: 

“Seyid Riza merhum idam edildikten sonra sıra kardeşi oğlu Rehbere gelmişti. Türkler Rehberin Amcasi Seyid Riza ve vatani aleyhine yaptığı ihanete mükafat olarak TIŞAN mevkiinde kendisi ile oğlunu kurşuna dizdikleri gibi peyami köyündeki evini de işgal ederek karisini ve diğer alesi efradini anadoluya nefi ettiler. Hain Rehbere yapilan bu muamelelerden her Kürt ibret almalıdır.” (Silopi 1969:175. Yazım hataları korunmuştur.)

Nuri Dersimi’nin ifadesine göre 75 yaşında dramatik biçimde Dersim dağlarında katledilen Alişêr Efendi, yaşadığı dönem itibarıyla Koçgiri ve Dersim bölgelerinde epey etkili bir siyasetçidir. Dersimi, Alişêr Efendi’nin Kürt Teali Cemiyeti ile ilişkileri olduğunu yazar ve yine onun yazdıklarına bakılırsa, Alişêr Efendi, dönemindeki pek çok Kürt milliyetçisinden çok daha ileri düzeyde bir Kürtlük mefkuresine sahipti. Örneğin Alişêr Efendi, 3 Mart 1920 tarihli Kürt Teali Cemiyeti Başkanlığına yazdığı mektubunda, “Her İslam toplumunun kendi kaderini kendi belirleyerek yaşamak hakkına sahip olması”na ve “dünyaca kabul edilmiş” “herkesin kendi yöre ve çoğunluğunu idare etmek” ilkesine vurgu yapmıştı. Ve ardından Alişêr Efendi, “Sanki bu Kürdistan topraklarını Turan denilen Türkistan’dan arkalayıp getirmişler de dindaşlarına da veriyorlar” diyerek Mustafa Kemal’e ve İttihatçı siyasetine tavır almış ve şunu savunmuştu: “Hak hakdır. Kürdistan Kürdistan’dır. [Kürdistan] Irken dinen bir bütündür ve ayrılamaz. Hakk’dan meşru bir hakka kimse el uzatamaz. Herkesin hakkına haksızlıkla el uzatan zalimdir.” (Bkz. Uçar, Akpınar 2024)

Bazı Kürt kaynaklarına bakılırsa, Koçgiri ve Dersim’deki Kürt direnişinin esas planlayıcısı ve aklı Alişêr Efendi idi. Türk devletinin bazı yetkilileri de bu şekilde düşünüyordu. Bu durum, kuşkusuz Alişêr’in Kürtlük mefkuresine olan sadakatini ve bu doğrultuda halk arasındaki etkisini teyit ediyor. Ama öbür yandan elbette olup biteni bir tek kişinin kahramanlığıyla ifade etmek de gerçekçi olmaz; aksine Alişêr Efendi’nin örneğin Alişan Bey ve Seyid Rıza gibi dönemin önde gelen isimleriyle kurduğu ilişkileri ve işbirliğini görmek çok daha doğru olacaktır. 

Yanı sıra Alişêr Efendi, sazı ve sözü güçlü bir Kürt ozanıydı. Nuri Dersimi’den öğrendiğimize göre onlarca şiiri ve deyişi vardı, Kürtçenin Kirmançki ve Kurmanci lehçelerine hakimdi. Aydın bir kişiliği olan Alişêr bu nedenle de halk arasında sözüne itibar edilen biriydi. 

Alişêr’in hayat hikâyesinde en önemli bölümü kuşkusuz eşi Zarife hanımla olan ilişkileri oluşturur. Ancak ne yazık ki, diğer pek çok şey gibi bu ilişkinin detaylarına dair de malumatlar yoktur. Bilinen şey şu: İkisi akrabaydı, bir ömrü birlikte geçirmişti, çocukları yoktu, ilişkileri son derece seviyeli ve eşitlikçiydi, ikisinin de cemaat ortamında saygın yerleri vardı, ikisi de halk üzerinde etkiliydi, birbirlerine olan sevgileri dillere destandı, birbirlerine hitap ederken “Heval” derlerdi ve ölümleri de aynı şekilde dramatik oldu. Ve her ikisi de Nuri Dersimi’nin ifade ettiği biçimiyle, “dimağlarında Kürt istiklal ve kurtuluş güneşlerini” taşıyorlardı.

Alişêr ile ilgili ayrıyeten dikkat çekmek istediğim bir husus da şu: Alişêr’in büyük bir ozan ve şair olduğunu biliyoruz ve fakat günümüze ulaşan çok az eseri var. 75 yıl yaşamış bir ozandan çok daha fazlası kalmalıydı. Demek ki kellesi gibi ondan geriye kalan eserleri de ortadan kaldırılmıştı. Bu noktada Serdar Şengül’ün İngiltere’nin sömürge devletlerde yaptıklarına dair yazısından bazı anekdotlar aktarmak isterim. 

Şengül, Kenya’nın ünlü yazarı Ngugi wa Thiong’o’nun Afrika Rönesansına dair yazarken “Waiyaki ve Kral Hintsa’nın trajedileriyle başladığını” aktarır. İngilizler esir aldıkları Waiyaki’nin kellesini koparır, cenazesini dini ve kültürel geleneklere aykırı biçimde gömer. Güney Afrika’da esir aldıkları Kral Hintsa’nın da kellesini koparırlar ve fakat bu kez kellesini Britanya Müzesinde sergilerler. Aynı şeyi Yeni Zelanda’daki Maorilerin kralına yaparlar. Serdar Şengül, bu örneklerin ardından şöyle yazar: 

“Fakat sadece insanların kafası bedenlerinden kopartılmamıştı. ‘Fetih’ denilen bu işgal, kitapları, kitabeleri, elyazmalarını, heykelleri, fotoğrafları ve daha pek çok eseri de aynı şekilde kendi bölgesinden kopardı ve sömürge müzelerinde sergiledi. Bunlar gövde ve köklerinden koparıldıkları için artık canlı değillerdi. Koparılmış başlar, çalınmış kitap ve sanatlar, viran edilmiş yapıların kalıntıları, artık bir meta gibi sadece seyirlikti. Üstüne üstlük, koparılmış başlar gibi bu sanat ve kültürel eserler, amaçlarını ölü kültür ve medeniyetlerin araştırılması olarak belirten akademik çalışmaların konusu oldu.” (Şengül 2023)

Elbette bütün bu vahşilik sadece seyirlik bir meta oluşturmak için değildi, çok daha önemli bir amacı barındırıyordu ve Serdar Şengül bu yüzden yazının devamında şunları yazar: 

“Her şeyden önce biz, eğitim yoluyla bedenlerimizin üstüne yerleştirilen kafa ve beyinlerle bu müzelere gidip kesilmiş kellelerimizi izliyoruz. Yüreklerimize korkuyu salan bu kesik kafalar, kurtuluş için gerekli olan inancımızı da bizde öldürüyor.” (Şengül 2023)

Serdar Şengül’ün İngiliz sömürgeciliği vesilesiyle anlattıklarını, Türk sömürgeciliğine uyarlamak hiç de zor olmayacaktır. 1914’te Abdüsselam Barzani ve yanındakiler Türk ırkçıları İttihatçılar tarafından idam edildikten sonra, hiçbir dini ve kültürel geleneğe izin verilmeksizin bedenleri gizlice bilinmeyen bir yere gömüldü. Ardından Mustafa Kemal’in liderliğinde kurulan Cumhuriyet’in ilk 20 senesinde bu kez örneğin Cibranlı Halit Bey, Şeyh Said, Seyyid Rıza ve onlarca arkadaşlarının akıbeti aynı oldu. Hala da mezar yerleri bilinmiyor. Sadece son 40 yılda bile onlarca Kürt genci, kadını, yaşlısı ve hatta çocuğunun kafası kesildi, cenazeleri yerlerde sürüklendi, bedenleri bilinmeyen yerlere gömüldü. Burada konu ettiğim Alişêr Efendi ve eşinin akıbeti de tam olarak böyleydi. 

Belki bir farka işaret edilebilir; o da Türklerin kopardıkları kelleleri sömürge müzelerinde sergilememeleriydi. Ama bunun yerine, örneğin Alişêr Efendi’nin kesik başı gazete ve dergilerde sergilendi; hakeza sadece son 30 yılda pek çok kez Kürt gençlerinin kesilen başları, yerlerde sürüklenen cenazeleri medya aracılığıyla teşhir edildi. Bütün bunların tek amacı da Kürt milletinin “kurtuluş için gerekli olan inancını” öldürmekti kuşkusuz. 

Dolayısıyla Alişêr Efendi söz konusu olduğunda Serdar Şengül’ün ve daha önceden aktardığım Fırat Aydınkaya’nın yazdıkları tamı tamına geçerli kabul edilebilir. Zira sömürgeci Türk devleti, sadece Alişêr’in ve eşinin kellesi kopartmakla kalmamıştı, onlardan geriye kalan ne varsa el koymuştu; burada isimlerini zikrettiğim diğer bütün Kürtlere yaptıkları gibi. Bu noktada Alişêr’in kitap dolusu sandığından bahsetmek lazım. 

Kürt araştırmacı Mehmet Bayrak, Rayber’in Alişêr ile eşinin kesik başlarını teslim ettiği kişinin Dersim Soykırımında yer alan Albay Nazmi Sevgen olduğunu kaydeder. (Sevgen de soykırımcı general Alpdoğan’a takdim eder.) Bayrak, Sevgen’in aynı zamanda Alişêr’e ait kitap dolusu sandığına da el koyduğunu ve bunun muhtemelen Genelkurmay arşivinde yer aldığını belirtir. (Bayrak bu bilgileri Nuri Dersimi’nin Hatıratım kitabına yaptığı ekler bölümünde paylaşıyor. Bkz Dersimi 1992:257.) 

Hakikaten Alişêr’in “hatırat deposuna” da el konulmuş ve “mirası dahi dizayna kalkışılmıştır.” Nitekim, bu soykırımcı albay Nazmi Sevgen, daha sonra bu kez sözüm ona kitap ve makaleleriyle karşımıza çıkmıştı. Alişêr’in kesik kafasını 1950’de ilk kez Türk Dünyası adlı dergide sergileyen Sevgen, yıllarca Kürtlerin ve özellikle de Dersimli Alevi-Zazaların Türk olduğunu propaganda eden yazılar ve kitaplar yayınladı. Onun yolunda giden pek çok kişi de Alişêr’in mirasını tarumar etmek için benzer nitelikte roman, öykü, yazı vesaire kaleme aldılar. Bütün bunlar yapılırken de Alişêr her türlü kötülükle anılmaya ve el konulan sandığı ve kitapları dahil bütün mirası gizli tutulmaya çalışıldı, hala da çalışılıyor. En önemlisi de Alişêr ve benzer pek çok Kürtün şahsiyeti, anısı ve mirası ters yüz edilmek suretiyle Kürtlerin hafızasından silinmek istendi, hâlâ da isteniyor. Dolayısıyla Alişêr’in hikâyesi tipik bir sömürgeleştirilmiş milletin hikâyesidir. 

Bütün bu hususlardan sonra Nuri Dersimi’nin yazdığı Alişêr Efendi’nin kısa hayat hikâyesini olduğu gibi paylaşmak istiyorum.

***

Kürt Aydını Alişêr

Dersimin Şeyh Hasanan aşiretinin çocuğudur. Koçgirinin Ümraniye nahiyesindeki çiftliklerinde doğmuş, tahsilini Sivasta ikmal etmiştir. Fıtri zekası, kuvvetli mantık ve muhakemesi ve olağan üstü natıkasıyla son derece şöhret kazanmış bir kürt şairidir. 

Sultan Hamit devrinde, Koçkiri aşiretleri reislerinden Mustafa beyin katibi olmuştur. Mustafa bey Koçkiri aşiretlerinin menşei olan İbolar kabilesinden olup, emsalsız güzelliği, tenasüb endamı ve aynı nisbette zekasıyla beilrmiş bir zat olduğundan, dedesi Alişan bey, ziameti kendisine bırakmış ve bütün ailesi efradı ve aşiretler mumailehe inkıyat etmişlerdi. Hamit dahi mumailehe fahri paşalık rütbesi vermiş olduğundan, artık o havalide Alişan bey zade Mustafa paşa en büyük nüfuzu haiz bir Kürt emiri olmuştu. Mustafa paşanın fazla nüfuz ve hakimiyet kazanması, Sultan Hamidin hoşuna gitmediğinden, 1248 H. tarihinde Sivasta Doğu Seraskeri ve valisi sıfatıyla vazife görmekte olan sabık Sadrazam Gürci Deli Reşit Paşaya gizlice verilen bir emir gereğince, Mustafa paşa Sivasa davet edilmiş ve yolda zahirlettirilerek öldürttürülmüştür. Mustafa paşanın mevkiini oğulları Alişan ve Haydar beyler işgal etmişlerdir. 

Mustafa paşanın vefatından sonra, Alişer; merhumun büyük oğlu Alişan beye vasi tayin edilmiş ve bu sebeple de, umum Koçkiri aşiretleri üzerinde büyük bir nüfuza malik olmuştur. Alişer, bu nüfuzunu kelimenin bütün manasıyla, kürtlük ve Kürdistan istiklali davası uğrunda kullanmış ve bu maksatla Dersim aşiretleri arasında kuvvetli bir birlik yaratmağa muvaffak olmuştur. 

Alişer, kendi akrabasından Zarife adında bir kızla evlenmiştir. Zarife dahi, kocası gibi kürt milli davasına bağlı, aynı yüksek gayeleri takip eden emsalsız bir kürt kızı olduğunu hayatta bilfiil isbat etmiştir. Zarife, kürt kadınları arasında milli uyanış için emsalsız bir propagandacı olmuş ve Alişerin milli faaliyetinde onun sağ kolu ve iş arkadaşı olmuştur. Zarife, Alişere daima kürtçe arkadaş anlamına gelen havale sözüyle hitap ederdi. Ne yazık ki, duygu ve fikir itibarıyla tam bir birlik olan bu ailenin çocuğu olmamıştır. 

Zarife, uzun boylu, iriyarı ve her hususta bir Kürt fizyonomisini haiz, simasında bir erkek cesaret ve besaleti okunan emsalsız bir kürt kızı idi. Her yıl Dersime gider, milli gayeler hakkında nutuklar söyler ve aşiretler arasındaki ihtilafları ciddi bir hakim gibi hal ederdi. 

Kürt dilini mükemmel tetkik ve tetebbü etmiş olan Alişer, kürtçe bir çok milli şiirler tanzim etmiş ve bu şiirleri pek güzel çaldığı sazla halka teganni ederek aşiretlerin milli duygularını heyecana getirmiş, kürdün yüksek emellerini sözünde e sazında ihtizaz ettirmiş, kürdün elem ve kederlerini yüksek ruhuyla, söz ve sazıyla ağlamış bir kürt edibi olmuştur. 

Alişer, 1914 Cihan Harbında, Kürdistan istiklalını temin maksadıyla Rus ordusuna iltihak etmişti. Koçkiri, Sivas, Malatya ve Dersim mıntıkalarının kürt mümesili sıfatıyla, Rus himayesi altında Muhtar bir Kürdistan İdaresi kurulması için çalışmıştır. Rusların Erzincanı işgali sırasında, Alişer bir askeri müfreze ile Ovacık ilçe merkezine gelmiş ve orada türk idaresini lağvederek bir kürt idaresi kurmuştu. Bu başarı, Rus ordularının Dersimle irtibat noktalarını emniyet altına almıştı. Zaten bu devirde Dersim tamamen müstakil bir idare tesis edebilmişti. 

Ne yazık ki, Rus orduları, çekilmeğe başlamış ve bu sebeple Alişer onlardan ayrılmağa ve Dersime dönerek burada kalmağa mecbur olmuştu. 

Türk kumandanı Vehip Paşa; siyasi bakımdan Dersimin durumunu pek önemli gördüğünden, kürtleri kazanmak için Alişerin ve onunla beraber Rusyaya iltihak eden diğer Koçkiri ve Dersim gençlerinin afedilmelerini temin ederek, bu suretle Alişerin tekrar Koçkiriye dönmesine imkan hasıl olmuştu. 

Alişeri hiçbir taltif aldatamaz ve derin bir imanla sarıldığı milli emelden vazgeçiremezdi. 1335 h. yılında [miladi 1917- gerçekte muhtemelen 1919) İstanbul ‘Kürdistan Teali Cemiyeti’ne bir mazbata göndererek, Koçkiri ve Dersim kürtlerinin Cemiyete bağlılıklarını bildiriyor ve aynı zamanda her tarafta da bu Cemiyete şubeler kuruyordu. [Bu arada, bir ara not olarak; Nuri Dersimi’nin bu metin boyunca hicri olarak ifade ettiği tarihlerle ilgili yanlışlar olmalı, zira olaylar ve tarihler arasında uyuşmazlık söz konusu. Ancak muhtemelen Hicri olarak kaydedilen tarihler Rumi takvime göredir]  

1336 h. yılının [miladi 1918- gerçekte muhtemelen 1920] ilkbaharında, Dersime geliyor ve ‘Sevr’ muahedesi mucibince Kürdistanın muhtariyetinin tastiki hususunda Dersimlilerle birlikte Ankara hükümetine telgraflar yağdırıyordu. Diplomasi alanında yaptığı bu faaliyetlerinden başka, Dersimde bulunuşundan faydalanarak, halka kürtçe konferanslar veriyor ve önemli cereyanlar yaratmakla beraber kürt istiklalinin fiilen temin için teşkilatlar vücuda getiriyordu. 

Koçkiri savaşlarına bilfiil iştirak etmiş ve bu yüzden ölüm cezasına mahkum olmuş olduğundan, artık Ovacık mıntıkasını ikametgah ittihaz etmişti. Dersimde yıllarca kalmış ve türk hükümetinin bütün mümanaat ve tedbirlerine rağmen bu kürt yurdunda gençliği uyandırmak ve teşkilatlandırmak işine devam etmiştir. 

1937 Dersim harbında, Seit Riza ile işbirliği yapmış ve söle, kalemle ve fiilen Dersimlilerin maneviyatını takviyeye ve umumi birliği perçinlemeğe çalışmıştır. 

Alişerin 75 yıl süren hayatı sevdiği, tapındığı, emel ve iztiraplarını bütün derinliği ile duyduğu milletinin kurtuluş mezbahası üzerinde kurban giden kürt yiğidinin, milleti için ve yalınız milleti için yaşamış olan namuslu bir fedainin hayatı olmuştu. 

75 yaşında olmasına rağmen, beli eğilmemiş, yorgunluk ve fütür duymamış olan bu kürt kahramanı, ve onun eşi ve yoldaşı olan Zarife, şayet düşmana satılmış bir alçağın eliyle kahbece şehit edilmemiş olsalardı, muhakkak ki Kürdistan istiklali güneşinin doğduğunu görecekler ve emeklerinin mükafatını alacaklardı… Türk paşasına teslim edilen Alişerin ve Zarifenin kanlı başları, muhakkak ki kürt milletinin kurtuluş ilanına sunduğu en kıymetli kurbanlardır… (Dersimi 1952:278-79-80-81. Yazım ve imla hataları korunmuştur)

Podcast Yayınları

Alişêr Efendi: https://www.youtube.com/watch?v=q3NcFnR0nIQ 

“Zo’ların Kökünü Kuruttuk, Sıra Lo’larda”: Kürt Soykırımı: https://www.youtube.com/watch?v=iGC1xSj_MF0 

Kaynakça

Akyürekli, Mahmut (2024). Koçkıri’den Dersim’e Kırım ve Katliam: M. Kemal Paşa’nın Kürt Psikolojisi ve Kuvvacı Hareket. https://www.kurdarastirmalari.com/yazi-detay-oku-319 

Aydınkaya (2024). Fırat. Bir Fırtına Alameti: Cibranlı Halit Beyin Biyografisi. https://www.kurdarastirmalari.com/yazi-detay-oku-312 

Çiçek, Evin Aydar (1999). Koçgiri Ulusal Kurtuluş Hareketi. Stockholm: Apec Yayınları 

Dersimi, Nuri (1952). Kürdistan Tarihinde Dersim Halep: Ani Matbaası

Dersimi, Nuri (1992). Dersim’e ve Kürt Milli Mücadelesine Dair Hatıratım. Ankara: Öz-Ge Yayınları

Sevgen, Nazmi (1982). Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Türk Beylikleri – Osmanlı Belgeleri İle Kürt Türkleri Tarihi. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü

Soileau, Dilek Kızıldağ (2017). Koçgiri İsyanı / Sosyo-tarihsel Bir Analiz. İstanbul: İletişim Yayınları

Silopi, Zinnar (1969). Doza Kürdüstan / Kürt Milletinin 60 Seneden Beri Esaretten Kurtuluş Savaşı Hatıratı. Banever: Stewr Basım-evi

Şengül, Serdar (2023). Mûzexaneyên Serên Jêkirî û Ronesansa Şikestî. https://botantimes.com/muzexaneyen-seren-jekiri-u-ronesansen-sikesti/ 

Uçar, Gültekin, Akpınar, Alişan (1924). Koçgiri ve Cumhuriyet: Hile ile Abad Olunmaz! Yalanla Cumhuriyet Kurulmaz! https://www.kurdarastirmalari.com/yazi-detay-oku-310  

İlginizi Çekebilir

Fırat Aydınkaya: Ziya Gökalp Barışın Anahtarı Olabilir Mi?
Ali Engin Yurtsever:  ‘Barış’ Diyorlar Direnişin Tasfiye Edilmesine

Öne Çıkanlar