Son dönemde Kürt sorununa ilişkin Uçum ve Bahçeli’nin açıklamaları arasında esasen bir fark bulunmamakla birlikte, üslup farklılıkları dikkat çekmektedir. Bu durum, bir siyasetçi ile bir bürokrat arasındaki ifade tarzı farkı olarak değerlendirilmelidir. Her ikisi de devletin inkarcı ve imhacı politikasını temsil etmektedir. Günümüzde bu eğilim, devletin siyasi stratejisini belirleyen hakim yaklaşım haline gelmiştir.
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un “Kırmızı Çizgilerimiz” başlıklı açıklamaları, Türkiye’nin Kürt meselesine yaklaşımını ve bu yaklaşımın temelini oluşturan devlet politikalarını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Uçum’un söylemleri, bir yandan Türkiye Cumhuriyeti’nin merkeziyetçi ve üniter yapısını savunurken, diğer yandan Kürt kimliğine yönelik inkarcı ve imhacı politikaların devam ettiğini işaret etmektedir.
Uçum’un, “Türkiye’de halklar yok, Türkiye halkı var; Türkiye’de milletler yok, Türk milleti var” ifadeleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana devam eden tek millet, tek bayrak ve tek dil anlayışını yansıtmaktadır. Bu söylem, Kürt kimliğinin inkarına ve Türkiye toplumundaki çokkültürlülüğün reddine dayanan bir ideolojik çerçeveye sahiptir. Bahçeli’nin Öcalan’a yönelik çağrısı ve bu çağrının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bilgisi dahilinde olduğunun belirtilmesi, devletin Kürt meselesine yönelik planlı bir strateji geliştirdiğini göstermektedir. Ancak bu strateji, barışçıl bir çözümden çok, Kürt siyasetini sıkıştırma ve daraltma üzerine kurulmuş bir komplo niteliği taşımaktadır.
Devletin bu politikasının ana ekseni, Kürt kimliğinin hem fiziksel hem de siyasi düzeyde marjinalleştirilmesidir. Bahçeli’nin çıkışları, Kürt hareketini pasifize etmek ve siyasi alanını daraltmak için bir ön hamle olarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda, Uçum’un açıklamalarındaki “iç cephe” vurgusu dikkat çekicidir. Uçum, bu cepheyi milliyetçi, muhafazakar, sağ ve sol demokrat güçlerden oluşan geniş bir koalisyon olarak tanımlamaktadır. Bu yaklaşım, Türkiye’nin Kürt siyasetine karşı tüm siyasi ve toplumsal güçleri mobilize ederek bir “milli mücadele” başlatma arzusunu göstermektedir.
Bu mücadele, yalnızca Kürt kimliğini değil, aynı zamanda Kürt siyasetine destek veren veya bu alandaki hak taleplerini dillendiren tüm unsurları hedef alabilir. Son dönemde yerine Kayyum atamaları yoğunlaşan gözaltılar, tutuklamalar ve siyasi baskılar, bu stratejinin pratikteki yansımalarıdır. Uçum’un söylemlerine dayanarak, bu baskının önümüzdeki dönemde daha da artacağı ve “siyasi soykırım” niteliğinde geniş çaplı operasyonlarla devam edeceği öngörülebilir
Mehmet Uçum’un bu açıklamaları, Türkiye’de Kürt meselesi ve iç-dış politik dengeler üzerine oldukça çarpıcı bir çerçeve sunuyor. Uçum’un, Bahçeli’yi “eşsiz bir lider” olarak tanımlaması ve Kürt meselesini Türkiye’nin gövdesini taşın altına koyduğu bir sorun olarak ifade etmesi, Türkiye’nin bu meselede yaşadığı tıkanıklığın açık bir ifadesi. Ancak bu açıklama, aynı zamanda Bahçeli’nin önerdiği adımların gerçek niyetlerini ve stratejik arka planını anlamak açısından dikkatle incelenmelidir.
Türkiye, Kürt meselesi nedeniyle iç ve dış politikasında ciddi bir çıkmaz içerisindedir. Uçum’un değerlendirmesine göre, Kürtlerin silahlı mücadeleyi bırakması ve Öcalan’ın Meclis’te konuşması gibi adımlar, Türkiye’nin üzerindeki bu yükü hafifletmeyi amaçlamaktadır. Ancak bu yaklaşımın altında yatan temel motivasyon, yalnızca Türkiye’nin iç meselelerini çözmek değil, aynı zamanda dış politikada daha etkili bir aktör haline gelme arzusudur.
Türkiye’nin şu anki durumu, emperyal bir stratejiye sahip olmasına rağmen hegemonik rıza üretme kapasitesinin eksikliği nedeniyle ciddi bir açmazdadır. Modern politik sistemler, rıza üretimi üzerine şekillenir. Ancak Türkiye, Kürt meselesine dair çözümcü ve barışçıl bir yaklaşım benimsemeden bu rızayı oluşturamaz. Bu nedenle Bahçeli’nin söylemi, hem iç hem de dış politikada yeni bir stratejiye zemin hazırlama çabası olarak değerlendirilebilir.
Türkiye’nin Kürt meselesini çözme çabaları, yalnızca iç politika ile sınırlı kalmamaktadır. Bölgesel dinamikler ve özellikle İsrail’in artan etkisi, bu sürecin arkasındaki itici güçlerden biridir. İsrail’in bölgede giderek daha fazla inisiyatif sahibi olması ve Kürtlerin gücünün artışı, Türkiye’nin bölgesel etkisini zayıflatmaktadır. Bahçeli’nin çıkışının altında yatan esas korku, Kürtlerin bölgede giderek daha fazla güçlenerek İsrail gibi aktörlerle stratejik ortaklıklar kurma potansiyelidir.
Bu bağlamda Bahçeli, Rojava’ya yönelik bir tür kuşatma planı önermektedir. Güneyde KDP’nin etkisi ve Kuzey’de Kürtlerin devlet eliyle kontrol altına alınması yoluyla Rojava’nın çevrelenmesi hedeflenmektedir. Bu, Kürtlerin bölgesel inisiyatiflerini kırmak için tasarlanmış bir stratejidir. Ancak bu strateji, barış projesinden çok bir savaş projesinin işaretlerini taşımaktadır.
Bahçeli’nin önerisi, aynı zamanda Türkiye’nin iç siyaset yapısını Öcalan üzerinden yeniden dizayn etmeyi hedeflemektedir. Türkiye, bugün bir özel savaş rejimi olarak tanımlanabilecek bir sistem içerisindedir. Bu rejim, post-faşist özellikler taşımakta ve klasik faşizmden farklı olarak iç muhalefetle birlikte varlığını sürdürmektedir. Ancak bu rejimler, sürekli olarak iç savaş mantığı içerisinde hareket eder ve yeni cepheler oluşturarak kendi pozisyonlarını güçlendirmeye çalışır.
Kürt meselesinin çözülmeden veya tasfiye edilmeden bu rejimin kendisini tasvir edemeyeceği açıktır. Ancak bu çözüm arayışının temelinde barışçıl bir niyet değil, Kürtlerin gücünü kırma stratejisi yatmaktadır. Bu strateji, bir yandan Kürt hareketini zayıflatırken, diğer yandan Kürtler içerisinde bir tür “meşruiyet” arayışını da beraberinde getirmektedir. Bu durum, iktidarın kendi meşruiyet krizlerini önleme çabası olarak değerlendirilebilir.
Bahçeli’nin önerisi, ilk bakışta barışçıl bir çözüm gibi görünse de, aslında savaşın yeni bir aşamasına hazırlık olarak değerlendirilmelidir. Türkiye’nin Kürt meselesine yaklaşımı, yalnızca iç politik krizleri çözmekle sınırlı değildir. Aynı zamanda, bölgesel güç dengelerinde kaybettiği pozisyonu yeniden kazanma çabası olarak da okunabilir. Ancak bu strateji, Kürtleri daha da marjinalize ederek uzun vadede yeni krizlerin önünü açacaktır.
Mehmet Uçum’un açıklamaları ve Bahçeli’nin çıkışları, Türkiye’nin Kürt meselesine yönelik politikasında barıştan çok tasfiyeyi hedeflediğini göstermektedir. Bu tasfiye, Kürt kimliğini, siyaseti ve kültürünü marjinalleştirerek devletin bekasını koruma amacı taşımaktadır. Ancak bu strateji, uzun vadede Türkiye’nin siyasi, toplumsal ve ekonomik krizlerini derinleştirecek bir yaklaşımı temsil etmektedir.
Uçum’un Bahçeli’ye yönelik övgü dolu sözleri ve onun liderliğine atfettiği değer, bu savaş projesinin arkasındaki niyetlerin üstü örtülü bir biçimde ifşa edilmesidir. Türkiye, Kürt meselesinde barış yerine savaşı tercih ederek, bölgesel ve küresel ölçekte daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalma riski taşımaktadır.